Cenk Gündoğdu’nun hazırladığı “2000’ler Şiiri Antolojisi”ni ikinci kez okudum. Antolojiyi oluşturan şiirlerin tamamı oldukça zor okunan şiirler… Kapalı, kilitli, yakalanması zor bir dili var şiirlerin. Zaten genel olarak şiir okumak her zaman özel bir ruh halini ve daha fazla enerjiyi gerektiriyor.
Tek başına bu antoloji üzerinden son dönem Türk şiirini yorumlamak olanaksız. Kendisi de 2000’ler kuşağının iyi şairlerinden biri olan Cenk Gündoğdu’nun antolojiyi hangi ölçütlere göre oluşturduğu, kimleri dışarda bıraktığı noktasında açık ve net bilgilere sahip değilim. Nihayetinde devam eden, tamamlanmamış bir süreçten söz ediyoruz. Antolojiye girmiş ve girememiş birçok genç şair hali hazırda şiir yazmaya devam ediyor.
Günümüz genç şairinin işi hem kolay hem de zor. Türkçenin çok büyük şairleri var. Özellikle son yüz yılda bereketli Cumhuriyet toprağında dünya ölçeğinde büyük şairler çıkardı Türkçe. Kanımca son yüz yıl Türkçenin altın çağıdır. Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Turgut Uyar, Edip Cansever, Attila İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca… Listeyi ne kadar uzatırsak uzatalım yine de eksik bir liste olacaktır. Bu kadar çeşitli ve özgün şairin olduğu bir gelenek bütün olumsuzluklara rağmen kendini sürdürecek, yetenekli şairler yetiştirmeye devam edecektir. Keşke felsefe ve bilim geleneğimiz de şiirimiz kadar güçlü olabilseydi.
Diğer yandan günümüz şairi birçok güçlükle, güncel ve tarihsel kısıtla baş etmek zorunda olan bir şair. Şairin karmaşıklaşmış, tam anlamıyla kaos haline gelmiş toplumsal yapıyı kavraması, bu karmaşanın içerisinde kendini, şiirini kurması hiç de kolay gözükmüyor. Günümüzün beğenisi incelmiş, minimalist, son derece seçici sanatsever kitlesini yakalamak da kolay gözükmüyor. En kötüsü de kapitalizmin yozlaştırdığı, tüketim kültürüyle vb. bozduğu geniş kitleler ile nitelikli sanat arasındaki mesafenin her gün biraz daha açılıyor olması. Bu yabancılaşmadan sanatçı da payını alıyor elbette. Sanatçı ve yapıtı da her geçen gün biraz daha piyasa tarafından belirleniyor.
Genç şair; bu olumsuz koşullarda Nazım Hikmet’ten, Turgut Uyar’dan, Edip Cansever’den, Attila İlhan’dan, Cemal Süreyya’dan… az çok farklı bir şiirin peşinde olmak zorunda. Tekrara düşmemek, yeni bir şey söylemek, geçmişin birikimine yaslanarak kendi zamanının sesi olmak zorunda şair. Tüm eğitim hayatı test sorusu çözerek geçen, gittiği her okulda düş kırıklığı yaşayan, yıllarını harcayarak elde ettiği diploma genellikle işe yaramayan günümüz gençlerinin çoğu yeteneklerini tanıma olanağı bile bulamıyor. Koşulların belirlediği dar yolda yürümeye zorlanıyor. Bu toplumsal realitenin günümüz sanatını ve sanatçısını geriye çektiği bir gerçek.
Antoloji boyunca güzel şiirler okudum. Yazının başında da belirttiğim gibi epeyce yorucu bir okuma oldu. Dönüp dolaşıp kendini anlatan, yazılması da okunması da oldukça zor bir şiir. Şairlerin tamamı farklı bir şey söylemeye çalışıyorlar. Daha çok İkinci Yeni şiirinin izini süren 2000’ler şiiri dilin sınırlarını zorladıkça zorluyor. Bu yaklaşım İkinci Yeni’den daha soyut, daha imgesel, daha bireysel bir şiiri ortaya çıkarıyor. Öyle ki zaman zaman bir tür bilmeceye, zekâ oyununa, söylem deneyine dönüşüyor şiir.
İki bin sonrası şiiri bireysel olarak ne kadar sarsıcı, biçimsel bağlamda sağlam, yer yer trajik derinliği olan bir şiirse toplumsal karşılığı da bir o kadar belirsiz, muğlak bir şiir. Elbette şiir evrenseldir ve bu yanıyla dünyanın her yerinde okunabilecek bir şiirden söz ediyorum. Ancak son yirmi otuz yılda Türkiye’de ve dünyada son derece trajik, yıkıcı olaylara, kırılmalara tanık olduk. Hiçbir şair küçük bedeni sahile vuran Suriyeli Aylan bebeğin görüntülerini izlememiş sanki. Oysa medya çağında yaşıyoruz. Türkiye’nin içine sokulduğu vahşi kapitalist dönüşüm, toplumu kasıp kavuran yoksulluk ve emek sorunu, kadına ve çocuğa yönelik kontrolden çıkan şiddet, Türkiye’yi yaşanmaz hale getiren gerici ve ırkçı kuşatma, çevre katliamı, emperyalizm ve işgaller… gibi birçok yaşamsal gelişme oldukça sınırlı düzeyde yansımış şiire.
Bu noktada “Şiirin bir toplumsal sorumluluğu yoktur.” da denilebilir. Böyle bir şiirin de köklü bir arka planı, toplumsal karşılığı vardır. Buna karşılık her dönemde şiirin, sanatın ana gövdesi hep hayatın nabzını tutmuş, hayata tanıklık etmiştir. Sanatın hayat karşısında bir tavrı olmalı mıdır, olmamalı mıdır türünden beylik tartışmalar aşılmıştır kanımca. Şiir ne kucaklarda şımartılan bir süs kedisidir nede toplumsal duyarlılık adına önüne çıkan herkese sallanan kör bir baltadır. Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiiri öyle sanıyorum ki bütün zamanlarda ve dünyanın her yerinde türümüzün kıvançla okuyacağı bir şiirdir. Bu şiirde insan bütün bireyselliği ve toplumsallığıyla, onurlu ve güçlü duruşuyla, umudu, arayışları ve trajedisiyle vardır. Bu ve benzeri şiirler için şiirin toplumsal sorumluluğu var mıdır, yok mudur tartışmasının bir karşılığı yoktur.
Toplumsal baskının yoğun olduğu zamanlarda şiir her zaman içine kapanır, bireyselleşir, toplumsaldan uzaklaşır, toplumsalın üstünü olabildiğince örter, imgenin ve dolaylı söyleyişin olanaklarına sığınır. Servetifünun şiiri Abdülhamit istibdadının zehirlediği bir şiirdir. 1980 – 2000 şiiri de ruhundan 12 Eylül’ün zehrini atmaya çalışır. Sanki 2000’ler şiiri de AKP istibdadının içine kapanmaya zorladığı, korkuttuğu, yorduğu, yaşam alanlarını tahrip ettiği günümüz insanının depresif şiiri. Çok haksızlık etmeyelim ama 2000’li yıllar şiiri de belli ölçülerde konformizmin, tüketim kültürünün ehlileştirdiği, tuzağına düşürdüğü bir şiir gibi duruyor.
Hepimizin dilinde adeta destanlaşmış, hayatımıza ruhumuza karışmış, zihnimize kazınmış, anonimleşmiş şiirler vardır. Antoloji boyunca böyle şiirler okuyamadım. Birbirine yakın, benzeyen şairlerden ve şiirlerden oluşan bir antoloji. Belirgin olarak öne çıkan bir şairden ve şiirden söz etmek çok zor. Hayriye Ünal, Cenk Gündoğdu, Zeynep Arkan, Onur Caymaz, Onur Sakarya, Mehmet Said Aydın, Betül Dünder, Can Bahadır Yüce bende bir nebze daha öne çıktılar. Şair adlarını kaldırıp birine tüm şiirlerin tek bir şair tarafından yazıldığını söyleseniz çok güçlü bir itirazla karşılaşmazsınız. Antoloji boyunca tek, uzun, yorucu, sarsıcı bir şiir okudum sanki…
Postkapitalizmin yaşamı altüst ettiği bir zaman kesitinde şiire, sanata daha çok ihtiyacımız olduğu kanısındayım. Postapitalizm her geçen gün aklımızı, duygularımızı bozuyor; bizi zombiliğe, mekanizme ve pragmatizme zorluyor. İnsanın kapital teröre karşı en büyük silahı yine aklıdır, umutlarıdır, yaşama sevincidir, vicdanıdır, devrimci ruhudur, örgütlenebilme yeteneğidir, hayatı değiştirebilme iradesidir… Şiir; mutlaka estetik bir olgudur, dil şiirin öncelikli sorunudur. Kanımca sıcak ve korunaklı odalarımıza, bireysel çıkmazlarımıza, sevgililerimizin güzel gözlerine kendini hapsetmiş; yaşamın amansız çelişkileriyle arasına mesafe koymuş bir şiir de uzun soluklu olamaz.
Şimdi 2000’ler Şiiri Antolojisi’ni üçüncü kez okumaya başlayabilirim…