Asansördeyiz. Sen ve ben. Ellerimizde poşetler. Eksi üçe basıyorum. Bir kat aşağı inince açılıyor kapı. Karşımızda bir kadın. Bebek arabasını itekleyerek giriyor içeriye. Kapı kapanmak üzere. Elini kapıya uzatıyor. Kapı hemen tekrar açılıyor.
Yazık, diyor, bu amca uzun süredir bekliyor. Sesi buğulu.
Elinde baston doğrulmaya çalışıyor amca. İçimde merhamet tınısı oluşuyor birden.
Buyurun, diyerek çekiliyorum kenara. Sırtım duvara yapışık. Göğsünde bir düğme parlıyor o sırada. Ceketini iliklediği tek düğme. Ceketin rengini kestiremiyorum. Asansöre binmiyor. Yukarıya çıkacağını söylerken pala bıyıklarının inip kalktığını görüyorum.
Peki, diyorum ben de.
Aşağı inmeye devam ediyoruz birlikte.
Din, dan, don. Asansör kaydı devrede. Kat eksi üç.
Her iki yana açılan kalabalığın arasından geçiyoruz. Loş ışık. Egzoz dumanı kokusu. Bir an önce çıkmalı bu otoparktan diye düşünüyorum. Boşalan asansör anında doluyor. Amca, yine binemeyecek diye kaygılanıyorum içimden.
Siyah başörtüsünü düzelterek anlatmaya devam ediyor.
Ev sahibim beni evden çıkarıyor da. Sesi yalvarır gibi. Acıklı.
Bizimle ne ilgisi olabilir ki bu konunun, diyorum.
Saatini gösterip saat üçe kadar, diyor. Bugün saat üçe kadar.
Arada bir bebek arabasını ileri geri itekliyor. Farları yanan bir arabanın ışığında yüzünün parladığını fark ediyorum. Dudakları hâlâ kıpır kıpır. Araba uzaklaştıktan sonra ancak duyabiliyorum. Ev sahibi hikâyesini tekrarlıyor. Başımı çeviriyorum. Boynunu bükmüş…Masum… Avcunu açmış bekliyor. Biraz para veriyorum.
Birkaç gün sonra…
Yine aynı yerde…
Yirmili yaşlarında aynı kadın. Bebek arabasının içinde çeşitli eşyalar. Üzerine örtülen kahverengi bir battaniye. Ve…Yine o amca… Beklemiş…beklemiş. Asansöre binememiş. Kasketinin altından enseye doğru uzanan saçları kalıyor aklımda. Bembeyaz. Yağlı. Dikensi. Bir de kadının topukları. Yerleri süpüren mantosunun altından görünmeye çalışan topukları.