Yazarlık, beni her defasında hayret ve merak içerisinde bırakan bir uğraş olmuştur. Kelimelerle başka başka âlemler yaratmak, gerçeğin sınırlarını aşmak, yine de inandırıcı olmak. Herkesin becerebileceği bir iş değildir, yazmak. Halbuki herkes ne var ben de yazabilirim, der. Ama iş yazmaya gelince anlamlı bir paragraf dahi çıkmaz ortaya. İnsanlar neden hikâyeler anlatır, nasıl her yerde anlatılacak hikâyeler görür, bilmek isterim. Tabii ki bu soruları yanıtlama amacıyla ortaya atılmış birçok düşünce mevcuttur. Kimilerine göre öykülerde tekrarlanan mesajlar ve temalar, aynılık arayan zihnimize hitap eder ve bu yüzden hikâyeler anlatırız. Kimilerine göre anlatmak, bir nevi yalnızlığı, üzüntüleri, sevinçleri paylaşmaktır. Kimisine göre ise hikâyeler, hayatın gerçeklerinden kaçmanın bir yoludur. Geçmişi ve göçmüşü anma, yaşatma çabasıdır. Anlatmak insani yanımızdır. Fakat bununla da kalmaz, her anlatı insana ayna, sesler arasından bir seda olur. İnsana insanı anlatan bir mikrokosmos olur.
Anlatım felsefi olduğu kadar şiirseldir de. Masalsı dili sayesinde yazar, gerçek dünyaya kıyısı olan bir adadan, hem yakın hem çok uzak anıların içinden, nostaljik bir yolculuğa çıkarır okurunu. Herkes kendince bir ada, der. Anlatım kadife misali akıp giderken, okuyucu kendini tanıdık fakat bir o kadar da yabancı karakterlerin yaşamlarında, geçmişlerinin girinti ve çıkıntıları arasında bulur. Başka başka adalara çıkmanın kâh dehşetini, kâh hüznünü, kâh mutluluğunu duyar. Duygu geçişleri öylesine naiftir ki… Karakterlerse elinizi uzattığınızda dokunuverecekmişsiniz kadar yakın; hikâyeleri de bir o kadar sahicidir. Ev içlerinden, aile sofralarından, kahvehanelerden, sokaklardan, şuradan veyahut buradan, bir şekilde tanıdığımız insanlar bir aradadır bu eserde. Yazarın, karakterlerine aşinalığı, onları kelimelerle, duygularla ve bütün kusurlarıyla tasvir etmesinden bellidir. Bu yüzden belki de karakterler, sandığımızdan daha gerçektirler.
Ateş, öykünün temeli olan arka planda kalana platform sunma, bastırılana ses verme amacını kesinlikle es geçmemiş hatta susturulanı olabildiğince öne çıkarmış. Yazarın, eşitsizliğin norm sayıldığı ataerkil ve heteronormatif bir toplumdan yükselen bir ses olma çabası paha biçilemeyecek derecede kıymetlidir. Olayları farklı bakış açılarından anlatarak ahlaki damgalamaların sınırlarını zorlayışı elbette bir duyarlılığın sonucudur. Sanırım buna verilebilecek en iyi örnek Kıl Haydar karakteridir. İnsanın özünden kaçamayacağını ve henüz çocukluktan başlayarak benliğimize işlenen kötülüğün de özün bir parçası haline geldiğini savunan bu karakter, sevgisiz bir çevrede büyüdüğünden olacak ki, bir ruhu sevmeyi asla öğrenememiş, sevdayı yüzeysellikle, sahip olmakla karıştırmış ve yine belki bu sebepten, tanıdığı ilk yabancıda, sevgiye olan açlığına çare aramıştır. Buna karşılık olarak, Lale ya da Adı Lale Olmayan bu yabancı, hayatın adaletsizliğine ve insanların acımasızlığına rağmen gerçek sevginin inceliğini aramaktadır. Ona göre kendisine dayatılanları benliğinden atıp yeni biri olmak mümkündür, ya da en azından denenmelidir. Zaten insan asla gerçek yüzünü gösteremez, ne kadar denerse denesin karşısındaki onu aslı olarak değil, görmek istediği ya da görebildiği kadarıyla bilecektir. Kıl Haydar; hırs, açgözlülük, öfke ve nefret gibi duyguları için kötü yönlendirilmesini öne sürerken, benzer olumsuz örneklerle yetiştirilen Kızgınların Kemal ise tam tersi bir karakterdir. İnsanların acımasızlığı ve zalimliği yüzünden yaşamları bir trajedi gösterisi gibi eriyip giden İsfahan ve Hüdaverdi’den, sesleri çıkmayan, dilleri dönmeyen Lal, Yusuf ve Kocaman Efendi’ye, hatta Karabaş ve Katip’e, varıncaya kadar bütün karakterler varoluşun özlerinde etimesgut otele gelen escort yarattığı sancıyı dile getirmek için birbirlerine ulanırlar. Çünkü yazarın kurgusu sayesinde bunca insanın hayatı birbirine teyellenir. Ve tüm bunların ortasında iki kız arkadaş, birbirine sımsıkı kenetlenmiş, hayalden hayata, çocukluktan erişkinliğe yürürken masumiyetin yitirilişine tanıklık ederler.
Denilebilir ki çocukluk eserin önemli izleklerinden biridir. Çocukluk yıllarının masumiyeti, dünyayı tanımamanın verdiği merak ve heyecan, tecrübe edindikçe solup giden hayaller, hayatın tahmin edilemezliği… Edebi metinlerde sanki sonsuzmuşçasına tasvir edilen, zamanın uzadıkça uzadığı ve her şeyin yeni ve güzel olduğu çocukluk algısının, tecrübe edindikçe dönüştüğü hayal kırıklığını yazar öykülerine nakış nakış işler. Eserde çocukluk, her şeyin sürekli sona erdiği dönemdir; her bir şey alışıldığı an kaybedilir ve bu sıyrılıp elmadağ rus escort giden kayıplardan elde avuçta kalan neyse kimliğin bir parçası haline gelir. Fakat arayış asla bitmez ve bitmemelidir de. Çocukluğun merakı ve hevesi ile benliğimizi şekillendirmesi çok önemlidir. Velev, 2020 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Amerikalı şair Louis Gluck’un, Nostos isimli şiirinde de dediği gibi: “Dünyaya bir kez, çocukken bakarız. Gerisi hatıradır.”
Mahir Efendi’nin Papağanı, okuru unuttuğu veyahut unutmak istediği birçok yarayla çubuk yabancı escort yüzleşmeye davet ediyor. Her okuduğumda tekrar tekrar düşündüren, fakat ne gerçekliğinden ne de özgünlüğünden ödün vermeyen bu öyküler kendimizle yüzleşmediğimiz takdirde iyileşemeyeceğimizi fısıldıyor.