“Anlamıyorum bazen
Sabrım mı taşıyor yoksa aşkım mı
Tutundukça düşüyorum şiire:”
Şiir, her şeyden evvel kişinin kendini tanıma çabası sonucu ortaya çıkmıştır. Şair odur ki sözcükler yardımıyla hem kendi varoluş sınırını çizer ve amacını yeniden tespit eder hem de dünya denen insan yığının, bunca yüke nasıl omuz verdiğinin farkına varır. Bundan olarak şairin, dilin iliğini boşaltıp ona yeniden şekil verdiğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Şair sözcüklerle dünyayı tasavvur ederken aynı zamanda kendisinin de dünyada kapladığı alanın haritasını bize sunmuş olur.
Şair ve şiir at başı yürür. Şair yetenek ve duyuş tecrübesiyle şiire seviye atlatırken şiir de bir zorunlu görev addederek sahibi gördüğü şairi, her mısra sonrası yeni bir birey haline getirir. Şiirin yükselen sesi; şairini söz, anlam, duyuş ve imge noktalarına ulaştırır. Ona, dünyada hiçbir insana nasip olmayacak dünya boşluğunun sırrını çözmüş işçi unvanını verir. Dünya boşluğunun sırrını çözmek, şairi bir hakikat ehli yapmaz tabii ki. Zaten şairin yola çıkarken böyle bir gayesi var mıdır bunu irdelemek gerekir. Yine de “Şiir hayatiyeti korumak için ortaya atılır. Yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığı korunmaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman şiir serpilir ve çiçek açar.”[i]
Yolu edebiyata düşen her sanatkâr, bir şekilde şiir durağında soluklanır. Şiir her yaraya merhem olduğundan Türk ve dünya edebiyatında pek çok yazar ya okuma yoluyla ya da bizzat üretme yoluyla bu yolculardan olmuştur. İşte, uzun bir yoldan gelinmiş heyecanını veren şiirleriyle Serap Kadıoğlu da Eylül Biraz[ii] kitabıyla bu durağın sakinlerinden biri. Kuşları, gelinciği, eylülü, hüznü ve her haliyle dünya insanını mısralarına taşıyan şair; Türk edebiyatında hâkim olan eril sesin karşısına güçlü “Yüreğinde sevdalar uyutan dev bir kadın” (s. 45) sesiyle ve “Belki de kadın olmak âşık olmaktan zordur” (s. 46) endişesiyle çıkıyor.
Dünya telaşını elden bırakmayan Serap Kadıoğlu, “Dünyaya meydan okurcasına” (s. 11) aşka, ayrılığa, hüzne ve bekleyişe yer ayırıyor şiirlerinde. Her şiir, aslında en büyük şiire varmak için yazılır. Bu bağlamda Kadıoğlu’nun titizlikle kurduğu mısralarda, yeni bir dünyayla birlikte kendi özünü de inşa ettiğini ve büyük şiirin parçalarını oluşturduğunu söyleyebiliriz. Eserinin bütününe hayatını dâhil eden şair, hiçbir sorumluluktan kaçmıyor ve çevresinde olup biten her şeye şair duyarlılığı biçiminde “… avluda misket çalan çocuklar”la (s. 12) selam gönderiyor.
Her şair çocukluğunu büyük bir ışıldak gibi daima yanında taşır. Kadıoğlu’nun geçmişe duyduğu özlem de çocukluk zamanlarını hatırlamasıyla dizelere yansıyor. İlk bölüme ismini veren Aslından Ağır Gölge şiirinde yer alan “Çakıl taşları toplardık misket diye bir zamanlar/ Taş ne kadar yuvarlaksa ben o kadar güzeldim // İçine ağlardı annem, gökyüzüne ağardı/ Babacığım sen yokken sokakta ne çok gülmedim” (s. 15) mısraları bu özlemi yansıtmakla beraber eskiyen masum duygularımızı da ifade ediyor.
Dünya telaşını elden bırakmayan şair, “Ben seni anlatıyorum hala / Dünyaya meydan okurcasına / Sen gülünce diyorum / Gamzemdeki çukur derinleşiyor biraz daha” (s. 12) dizeleriyle aşkın bütün hallerinin güzelliğini gelincik tarlasına dönüştürüyor. Dünyadan kaçmak için şiire koşan şair, bundan ötürü “Aşk’a yetişmek için dünyaya hep geç kalan”lar (s. 28) arasında yer alıyor. Bütün teknolojik gelişmelere ve ulaşım alanındaki yeniliklere rağmen insanoğlu, dünyanın “Meşguliyet Çağı”[iii]ndan henüz kurtulamadı. Bu gidişle kurtulacak gibi de görünmüyor. Şair, “Acelesi var artık herkesin / Tenhası kalmamış yorgun hayatlar / Ötelerden bir şey söylemiyorlar” (s. 54) mısralarıyla Kur’an’ı Kerimdeki bir ayete göndermede bulunuyor: “…insan pek acelecidir.” (İsra 11).
Yazmak dünyaya meydan okumak ve kendine yeni dünya kurmaksa şairin bunu gerçekleştirmek için tabiatla içli dışlı olması ve ondan mümkün mertebe istifade etmesi gerekir. Buradaki tabiat aynı zamanda insan tabiatıdır da. Her an yenilenen bu iki tabiat, şairden bu yenilikleri fark etmesini bekler. “Vakit hayli geç artık güle cemre düşmüyor / Bir çınar gölgesinde bedenim kuru yaprak” (s. 17) mısralarıyla iç içe geçmiş tabiatı canlandırır gözümüzde.
Tanpınar’ın deyişiyle “Şiir söylemekten ziyade susma işidir.” Evet, iyi bir şair sözcükleri konuşturur ve kendini de sessize alırsa bu yöntemin üstesinden hakkıyla gelebilir. Serap Kadıoğlu’nun bu ince noktayı fark ettiğini, şiirlerindeki yoğun anlatımdan anlayabiliyoruz. Şairin susma işini, sadece bahsettiğimiz yöntemle yapmadığını ayrıca sözcükleri de sükuta ayarladığını şu mısralardan anlıyoruz: “Sözcükler neden susar, şiir niye şahlanır” (s.17), “Hangi yana seslensem susmaktan çığlık kopar” (s.18), “Biz babamızdan susmayı öğrendik” (s. 42), “Ben susuyorum havalanıyor kuşlar” (s. 57) …
Sanatçı, hangi türde eser verirse versin oluşturduğu metinden bağımsız olamayacağı gibi yaşadığı dönemin sorunlarına da kayıtsız kalamaz. Bu, bir zorunluluktan öte, edebiyatın toplumsal yaşamla dirsek temasını gösterir. Kadıoğlu, genç yaşta şehadet şerbetini içen Eren Bülbül için yazdığı Zarif Tebessüm şiiriyle “Kuzuları yaylıyor bir güzel oğlan / Saçlarında memleket kokusu var / Asasından vurulmuş bükmüş boynunu / Vakit geçmeden, başında sinsi feryatlar “(s. 18) çıkıp da iyi ki varsın Eren Bülbül diyenlerden biri oluyor.
Şiirde ele alınan konunun ne olduğunun hiçbir önemi yoktur. Asıl önemli olan şiirsel söylemdir, şairaneliktir, sözcük tasarrufu ve imgedir. Serap Kadıoğlu şiirinde, zorlama bağdaştırmalar ve aşırı sanatlı söylemler karşımıza çok çıkmaz. Ancak bu tespitimizden şiirlerinde imge veya mecaz kullanmadığı anlamı çıkmasın. Evet imgeyi çokça kullanmıştır şair. Kitapta karşımıza çıkan en dikkat çekici imgeler şunlardır: “Kırık heveslerle göğe düşerken sesim” (s. 23), “Güzelliğinden yara alıyorum” (s. 24), “Bir sahipsiz aşkı ölüyorum usulca” (s. 28), “Bir dilenci duası bırakıp karanlığa” (s. 36), “Şimdilerde şiirler tutmuyor düşümüzden” (s. 40), “Mecnunlar dayanırdı yüreğimin kapısına” (s. 48), “Bir anne duasında üşür ölüm” (s. 55) ve “Bir mezar kazıyorum düşlerin mavisine” (s. 57).
Gelincik, ilkbahar sonu ile yazın başlarında açan çok narin bir çiçektir. Hem kırmızı ince yaprakları hem de kökü çok dayanıklı değildir. Bulunduğu yerden koparıldığı vakit birkaç dakika içerisinde hemen solmaktadır. Bu hassas ve kırılgan yapısıyla aslında gönlü kırılmaya çok meyilli özelde şairi genelde ise insanoğlunu işaret eder. Hatta bazı insanlar tül kadar ince olan kırmızı gelincik yaprağını gelin duvağına benzetir. Serap Kadıoğlu’nun bu minvalde gelinciği ne amaçla kullandığını tam olarak kestirmeyiz. Belki de gelincik kadar hassas olan insanın haricinde ondan daha da hassas olan şiiri kastetmiştir. Bunu her okur farklı yorumlayabilir. Benim yorumum şiir kitabına yeni bir isim koyma noktasında olsun o zaman: Eylül’de Gelincik Biraz.
Eylül Biraz, Gençliğe Selam bölümündeki tek şiirle kapanıyor. İki şiiri dışında diğerlerinin tarihleri bulunmadığından şairin kitaptaki en eski şiiri bu (2002): Şehriyar. Bu şiirde de söylem ve tarz olarak diğer şiirlerle kan bağını görürüz. Ancak bu şiirin duygusal yoğunluğunun daha çok olduğunu söyleyebiliriz: “Bekliyorum seni / Bekliyorum hâlâ sancılar içinde / Her şeyin bir sonu varsa eğer / Senin için sabretmeye değer / Ölüm ötesi, sonsuzluğa dair / Ve açılacak o kapı, hayallere uzanan / Düşünüyorum da aklım almıyor / Ne günah var orada ne de yasak şehriyar” (s. 70)
SON SÖZ YERİNE
Serap Kadıoğlu, Eylül Biraz ile son zamanlarda roman ve hikâye karşısında direnci kırılan şiir hakkındaki düşüncelerimizi yeşertmekle kalmıyor, aynı zamanda İsmet Özel’in “Dünyaya ne halimiz varsa görelim diye gelmedik; dünyaya gelişimiz halimizin ne olduğunu öğrenelim diyedir. Şiirle halimin ne olduğunu merak ettiğim için meşgul oldum. Bu meşguliyetim sayesinde halini öğrenme bahtiyarlığına erenlerden biri olma katına çıktım.”[iv] dediği dünya ve insanlık namına ne halimiz varsa onu da öğretmiş oluyor: “Şiir yorgun insan işi / Biraz da beceriksiz yaşamakta / Şiirden ötesi susmaksa / Sesimizi göğe asıp ısmarladık Allah’a” (s. 44)
[i] İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu, TİYO Yayıncılık, İstanbul 2017, s. 20.
[ii] Serap Kadıoğlu, Eylül Biraz, Profil Yayıncılık, İstanbul 2018.
[iii] Hatip Çiçek, Meşguliyet Çağı, Alıç Yayınları, Ankara 2020.
[iv] İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu, s. 111.