“Hiç kuşkusuz, henüz otuzlu yaşlarını sürdüren bir yazar olarak, daha dördüncü kitabımda, ilk gençlik yıllarımda yazdığım kusurlu öyküleri yayımlamakla fazla ileri gittim. Gerçek şu ki bundan sonra yazacaklarıma kaynak oluşturan bu öykülere sırtımı dönmektense, onları sırtlamayı yeğledim. Ama asıl önemlisi, on sekiz yaşında bir kıza kendimi bağışlatmamdı.” Alıntıladığım bölüm, Sema Kaygusuz’un, 2004 yılında Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan (şimdiyse Metis Yayınları tarafından yayımlanıyor) “Esir Sözler Kuyusu” adlı öykü kitabının “İlk Söz’” ünden. Kitaba başlarken, yazarın ilk gençlik yıllarında yazdığı ve kendi deyimi ile “otosansür” yüzünden yayımlatmadığı öykülerden oluştuğunu bilmiyordum. Kitabın beni asıl etkileyen yanı, öykülerin on sekizli yaşlarında gencecik bir yazar adayı tarafından yazılmış olmasından ziyade Sema Kaygusuz’un, o yaşlarına sahip çıkışı ve belki de vakti zamanında gösteremediği özeni gösterip ilk gençliğinin kaleminden dökülenleri gerçekleştirmesiydi. Bu eylemi, müthiş bir öz sağaltım adımı olarak değerlendirdim, daha doğrusu böyle hissettim. Bireyin kendi içindeki anne-baba ile içindeki çocuğa parmak sallamaktan vazgeçip onu kucaklamasını, yeniden var etmesini ve onunla birlikte daha güçlü ve tamamlanmış şekilde var olmasını hatırlattı bana. Tüm bu duygu düşüncelerin verdiği heyecanla öyküleri okumaya başlarken onları “İlk Söz’” ün etkisiyle okumaktan ve “saf” yaklaşamamaktan çekindiğimi belirtmeliyim.
Kitaba ismini veren öyküde (aynı zamanda kitabın açılış öyküsü) babaannesine yemek götürmeye giden bir çocuğun yolculuğu ve tabii karşılaştıkları üzerinden, çocukluk, yaşlılık, öteki olma hali, deliliğin getirdiği büyülü hikâyeler, çocuğun bu hikâyelerle kurduğu bağ anlatılıyor. Şaşırtıcı bir kurmaca, fakat anlatıcı olan çocuğun yaşadıklarını aktarışı, yaşı ile tutarlı değil izlenimi veriyor. Bu durum öykünün kendi iç gerçekliğini sekteye uğratıyor. Öte yandan diyaloglarda çocuk, sezdirildiği yaş grubunda gibi konuşuyor.
“Yüzeysel Şeyler”, “Üzüntü Avcısı” ve “Kayıp” öykülerinde dedikodu, kadınlar arası iletişimin değişkenliği, sıfatlar üzerinden yapılan çıkarımlar, ötekilik halleri, anne babaların hem kendi hem de başkalarının çocuklarına yönelttikleri yargılar, çocukların aile içinde yalnızlaşması, gözlemleyici bir anlatımla iyi ifade edilmiş. “Yüzeysel Şeyler’” in anlatım dilinin gücü ve “Kayıp’” taki hikâye kahramanının psikolojik altyapısının sağlamlığı, beni tüm bunların, on sekizlerinde genç yazar adayının kaleminden çıktığı konusunda şüpheye düşürmedi değil. Bazı kusurlarına(söz gelimi yer yer diyalogların zayıf kalışı, olay örgüsünün hızlıca tamamlanması vb.) rağmen bu iyi metinlerin, bu gencecik kalemden çıkmış olması şaşırtıcı doğrusu.
“Soyunuk”, ”Gölde” ve ”Yılanlar” öykülerinde daha soyut ve imgesel bir anlatım tercih edilmiş. Öyküler vurucu ve ilginç.
Kitabın kapanış öyküsü “Üşüyen ’”de karşı apartman dairesindeki kadını gözetleyen hikâye kahramanı, gözetlenenin çağrısı ile kendi yüzleşmesini yaşıyor. Sanki hikâye kahramanının karşı dairede gözetlediği kadın, yine kendisinin gençliği ve onunla yan yana gelip tamamlanması ise yazarın bu kitapla birlikte kendi gençliği ile yüzleşip/kucaklaşıp tamamlanmasını anımsattı. Son öyküyü bu şekilde okuyunca kitap da kendi içinde kendini tamamlayarak nihayete erdi.