“Dünya boşaltılmış, görelim diye uzakları
çocuğun bir elinde nar, diğer eli sessizlik
gidenin bıraktığı boşluk
kalanın gözlerine dolar
Her şey yüktür
sözcüklerden başka yükü olmayana
yürürsün bir zaman
seni büyüten kırlara doğru iyi bak
Annenin sevincinde kan var.”
Çiğdem Sezer’in toplu şiirleri “Aramızdan Hayat Geçti” adıyla kitaplaştı.
“toprağın altını dinledik ve bulutları
her şey uçuk mavi bir ıssızlıkta olup bitiyordu
aramızda bir sır olmalıydı, bilmediğim
bir şarkıyı bilir gibiydi
ben ona bir ağaç adadım
o bana suları anlattı
yaprağın damarını ve incecik çizgilerini hayatın
sessizlik gibi kırılıyordu kelimeleri
onu dağılmış kelimelerden topladım”
Yaz Evi, Daha Sonra’da yetkin öykücülüğüyle tanıştığımız Judith Hermann’ın gözlem gücünü bir kez daha kanıtlayan, günümüz insanının yeni bir ‘yuva’ arayışını yalın, tarafsız bir dille anlatan, geride bırakmak, yalnız kalmak ve kendini yeniden oluşturmak hakkında bir roman, Yuva.
Romain Gary‘den önemli olan hiçbir şeyin ölmeyeceğine canı gönülden inananlara; direnişi ve yaşamı onurlandıranlara bir saygı duruşu…
Onur Çalı, 2015’ten beri dünlük yazıyor ve bu dünlükleri Parşömen Edebiyat’ta yayımlıyor. Okuru ister deneme ister günlük –ya da yazarının deyimiyle “birkaç delibozuk söz”– desin; Dünlükler, işte bu yazıların toplamı. Gören, kaydeden ve aktaran iyi bir gözlemcinin notları.
Yazar kendi kendine konuşmasın diye; ilaç niyetine.
“Kimi içe doğru atar adımlarını, kimi dışa. Adımlarının her biri sağda solda bir yerleri işaret ediyor gibidir. Kimisi uzun ve ağır adımlarla yürür. Kimi küçük ama hızlı adımlar atar. Başka biri de çıkar, kısa ve ağır adımlarla arşınlar yeryüzünü. Kimi yürürken konuşur kendisiyle. Kimi sağa sola selamlar vererek yürür. Yürürken telefonla konuşmayı sevenler de vardır. Başını önünden kaldırmadan, adımlarını izleyerek yürüyenlere de rastlanır. Kimi Ford Taunus gibi yaylanarak yürür, kimi içinden (kimisi de bencileyin dışından) şarkı türkü söyleyerek…
‘Yalnız yürüyenlere bakmaktan geliyorum,’ da diyebilirdi Yakup.”
“Kargasabunu”nda masal dünyasından seçtiği on metne tılsımlı kalemiyle dokunan Faruk Duman kitabın önsözünde şunları söylüyor:
“Ta ilkokul yıllarımdan, yani kitap okumaya ve büyüklerden masallar dinlemeye başladığımdan beri, büyülü, gerçeküstü, hayallerle dolu dünyalar o kadar ilgilimi çekti ki, yazmanın asıl amacı, benim için, bu dünyaya/dünyalara yolculuk oldu…
Ben, çoğun bilinmeyen ama benim öykü dilime yatkın olacak, yorumlanabilecek, yeni kahramanlar ve olay parçalarıyla zenginleşebilecek bu anlatılardan yola çıkarak bu öyküleri yazdım… Okuyunca göreceksiniz; bizim masal kaynağımız, henüz ucundan bile geçmediğimiz kadar ulu ve derin ve düşündüğümüz, bildiğimiz kalıplardan uzak. Çok daha yaratıcı, keskin, yer yer korkunç ve dehşetli, uçsuz bucaksız bir kaynak. Elbette, benim istediğim onu olduğu gibi aktarmak olmadı, onu hocalarımız zaten yaptı. Ben, o kaynaktan yeni öyküler yaratmak, bugünün öykülerini yaratmak, böylece okuru da bundan haberdar etmek istedim.”
Güzellikler, iyilikler etrafında örgütlenmek ve bunları paylaşarak çoğalmak… Güzellikleri, renkleri çoğaltıp çeşitlendirdikçe, paylaştıkça coşku daha da artacak, o zaman hayat daha da yaşamaya değer olacaktı.
Murat Ercan daha ilk kitabında ölümü, ayrılığı, yalnızlığı, aldatmayı ve aldanmayı, kadınları,
Bulgaristan’dan zorunlu göçü ya da Cumartesi Anneleri’nin dramını hep aynı ustalıkla anlatıyor. On sekiz öyküden oluşan kitap bu sayede sayfa sayısından umulmayacak ölçüde zengin bir kahramanlar karnavalını andırıyor. Edebiyat tutkunları Kemik Kokusu’nda yeni ve güçlü bir yazarın ilk eseriyle tanışmanın mutluluğunu yaşayacak.
Eşikte durulmaz, eşikte beklenir. Durmak, karar vermektir. Eşik, karar yeri değildir. Orada, verilecek karar beklenir. Eşiğin ötesinden gelecek karar, beklemeyi bilene ansızın gelir. Duran, zaten kararını kendi vermiştir. İnsan her yerde durabilir. Bir parkta, trafik ışığının altında, market kuyruğunda, otobüs durağında. Fakat insan her yerde bekleyemez. Bekleme yapma hakkını kullanacağı en nadide yer eşiktir. Bekleyen, arayandır. Bekleyen, aradığının ne olduğunu bilendir. Bekleyen, mutlaka ama mutlaka bulacak olandır. Çünkü bulma istidadı olmasaydı, eşiğin ötesindeki onu eşiğine almazdı. Hakkıyla arayanlar Hakk’ı bulur, demişler. Kimler demiş? Vaktiyle eşikte bekleyenler. Zaten en güzelini de onlar söyler, durmayanlar ama bekleyenler.