2018’in hakkında çokça konuşulan/yazılan şiir kitaplarından biri de Betül Dünder’in “Unutmanın Kısa Tarihi (2018)” adlı kitabı oldu. “Ayna Yorgunluğu (2005)”, “Başka Dünyalar İçinde (2013)”den beş yıl sonra gelen kitabıyla Dünder; “unutmak” ve “hatırlamak” temalarına odaklanarak, bireysel ve toplumsal gerçeklerle iç içe geçmiş dertlerin şirini yazıyor. Önceki yapıtlarıyla “gurbet” burcundan seslenen şairin; dilini, eğilimini, şiir biçimini, estetik duruşunu bu yapıtıyla daha da belirginleştirdiğini görebiliyoruz.
“Zamanın Yitiği” ve “Periler de Ölür” adlı iki bölüm ve yirmi şiirden oluşan kitap; Nietzsche, Borges ve Melih Cevdet’ten alınan, “unutmak” üzerine söylenmiş üç farklı epigrafla açılıyor. ‘Ben’ ve ‘öteki’ olanın sorunlaştırıldığı şiirlerde Dünder, imgesel ağırlığını kendi iç konuşmalarına veriyor: “öyle bir sabah olmasaydı bu/derdim ki hiçbir şey aynı olmayacak/şurada durmayacak gecesinde bıraktığım ses/kanatlarını aça aça o kuş/benim göğsümü böyle yarmayacak” (s.14). “Baskı Kalitesi” adlı şiirde şair, ‘fotoğraf’ metaforu üzerinden geçmiş’i yorumluyor; zaman’ın insan’a yaşattığı geçici, hızlı ve sahte duyguları eleştiriyor. Bir modern zaman eleştirisi yapıyor çoğu şiirinde. Çünkü şair; ‘hatırlamak’la ‘geçmiş’i, ‘unutmak’la ‘bugün’ü işaret ediyor kitap boyunca: “oysa şimdilerde baskı kalitesi çok iyi zamanın/acı çekmekten mutluluğa saniyeler içinde geçiyorsunuz/bir sevdiğinizi bir daha sevmiyorsunuz/gökyüzü binbir gökyüzü oluyor elinizde” (s. 16).
Betül Dünder, 2000’lerde ürünler veren çoğu kadın şair gibi poetikasında “kadın olmak” üzerinde duruyor. Bir şair/anne/eğitimci olarak var olduğu toplumun ve zamanın ruhuna eğiliyor. Kadın/lık hallerine, kadının evde/sokakta/işte üstlendiği geleneksel rollere eleştiriler getiriyor: “bir kadın en çok nedir leylaklığında bir gövdenin/mor güneşlerin uzağında kaç yolun yanlışı/dönemeci eksik bir sokağın çıkmazın son taşı/bir kadın en çok nedir/kapısını evin kapattıktan sonra” (s. 17). “Çünkü ip gergin mandal kırık” (s. 19) dizesiyle yine kadın olmanın/dişi olmanın sonuçlarını sorguluyor: “eyy dişli dişi gövdem sana da günaydın” (s. 19).
Politik bir duruş sergilemese de “Unutmanın Kısa Tarihi”, savaş çağına da değiniyor. Dünder’in gerçeğe olan itirazı “İki Dağ Arasında” adlı şiirde sürüyor. Suriye iç savaşını dişil bir dil üzerinden okuyan bu şiirde şair, dünya kadınlarının farklı coğrafyalardaki ortak kaderine/yazgısına şiddetli bir karşı koyuşla yanıt veriyor: “Rakka’da satmışlar kızkardeşimi/elleri kalbinden büyükmüş alanın/ağzı ellerinden büyük/o kadar olur zaten çiğnemeden yutanın” (s. 20). Aynı duyarlıkla “Cumartesi Anneleri”nin başlattığı eylemi “Zirvede” adlı şiirde konu ediniyor. Oğullarından haber alamayan annelerin, kayıp oğulların yasını tutuyor Dünder, onlarla birlikte: “yok! haber yok!/ne üzümün salkımında ne kayısının çekirdeğinde/ne dalgasında denizin ne sazlığında kıyının/çıt yok! -çamurdan mıydı sizin inandığınız efendiler/çıt yok! -kemikleri bağırır oysa insanın kaybolmaktan” (s. 23).
Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran “Gezi Direnişi”ni, ‘Haziran’ı anarak, “Zümrüt Kargaşa”ya taşıyor şair. Ölümleri hatırlıyor: “Ağaçlar ne kadar uzun hışırdadı/hışırdadı sabahlara kadar sabahlardan ayrı//korkuyorum çünkü haziran gelecek/ve ölümüzün başına gelmeyecek belki de hiçbir arkadaş” (s. 25-26).
“Unutmak kurtuluşundur” (s. 28) diyecek kadar ‘unutma’yı kutsuyor şair, acı veren ne varsa unutmayı… Kendinden yola çıkarak topluma, oradan da evrene açılan felsefî bir temele dayanıyor şiirleri Dünder’in. Soru sorarak kendine, yanıtlar arayarak, yüzleşerek içsel referanslara çokça yer veriyor şair. ‘Kumru’yla özdeşleştirdiği ‘sevgi’yi, “İçerden” adlı şiirde işliyor. Sevince uçan bir kuşun muştuladığı özgürlüğü ve direnci, kendi yazgısında somutluyor. Yine, özgür kadın ruhunu yüceltiyor. Yalnızlığı yenen bir arayışın peşine düşüyor: “üzgün müsün kumrucuğum/korkama sevince, uç!/yalnızlık gitmekle başlamaz/nasıl ölmezse bir seferde gelincik/nasıl çürümezse uçarken kuşlar” (s. 41). Şair hatırladığı yerden bazı vedalar öneriyor: “ölümü bilmiyor olsaydık eğer/derdim ki dünya hep bu vedaları bekler” (s. 38).
‘Saklı’da kalan gizli duyguların şairi Betül Dünder. Zaman’a ve mekân’a sığmayan duyguların… Birbirini onaramayan, bakıma muhtaç aşkların ayrılık tarihini hesaplayan bir şair. ‘Kadın’ olarak, varoluşun bir saygı duruşuna dönüştüğü izlenimi veriyor Dünder’in ikinci bölümdeki şiirleri. “Kimdim nasıldım neydim/bir çiçeğin kaybolurken açtığı” (s. 58) dizeleriyle altı çizilen dizelerde şair, kadın/lık hallerine kafa yoruyor. Özne, kendini var etmenin savaşımını veriyor. ‘Kendini sonsuz bir yâr yapan’, ‘bütün ömrünü üç sokak ötedeymiş gibi yaşayan vefalı bir kadın/anne duyarlığında konuşuyor. Dünder’in bu çıkışında bireysel değil, toplumsal bir yön var aslında. Toplumun kendisine yaşattıklarını unutarak yazma çabasında şair. Belleğine ihanet etmeden, kendi yarasını sarmanın derdinde. Bir yönüyle ‘direnme’nin şiirini yazıyor Dünder. Yaşadığı ülkenin, dünyanın soru/n/larına bir yanıt arama söz konusu Unutmanın Kısa Tarihi’nde.
Bu son kitabıyla Dünder, ‘unutarak’ içini dinleyenlerin ve ‘hatırlayarak’ alın yazısına itiraz edenlerin varlığını yüceltiyor: “Unuttum çoğu şeyi/bir beyaz bayrak gibi kaldırdım aklımı/geçmiş gelirken üstüme üstüme/dinledim çok dinledim kendimi” (s. 69).
Kitap bittiğinde Betül Dünder’in Nietzsche’de alıntıladığı şu cümleyi tekrar ‘hatırlama’mız boşuna değilmiş, anlıyoruz: “İnsan tam zamanında unutmayı ve tam zamanında anımsamayı bilmeli.” Yoksa kim neyin kaydını tutabilirdi ki yaşarken ve ölürken!..