Çağdaş edebiyatımızın üretken yazarlarından biri olan Nedim Gürsel, bu defa “Sait Faik Abasıyanık” portresiyle çıktı karşımıza. “Yalnızlığın Yarattığı Yazar (2019)” bildiğimiz yaşam öykülerinden farklı bir teknikle yazılmış. Tanıdığımız Sait Faik’in hayat hikâyesi, yazarın metinlerinden yola çıkılarak oluşturulmuş. Nedim Gürsel, “yirmi yaşımda tanıştım” dediği – babasının kütüphanesinde bulunan Sait Faik kitapları ve Galatasaray Lisesi’nden edebiyat öğretmeni Tahir Alangu’nun bu tanışıklıkta rolü çok büyüktür- Sait Faik’in bilinmeyen veya edebiyat tarihçileri tarafından fazlaca üzerinde durulmayan yanlarını ele alıyor kitabında. Sait Faik’in çağdaş Türk edebiyatında açtığı yolu örneklerle temellendiriyor Gürsel. Hikâyelerinde geçen mekânları tek tek tanıtıyor, bu yerlerde tekrar gezip dolaşarak 1940-50’li yılların İstanbul’unu hayal ediyor. Sait Faik’in Burgazada’sını, Yüksek Kaldırım’ını, Dolapdere’sini, Surdışı’nı, Taksim’ini, Tünel’ini, Beyoğlu’nu yeniden keşfe çıkıyor. Yazarın ‘öznel’ coğrafyasındaki mekânlardan söz açıyor. Ara Güler’in siyah beyaz İstanbul fotoğraflarındaki gibi yazarın ‘insan’larını da aramaya koyuluyor. Sait Faik’in hikâyelerini örnekleyerek, bu hikâyelerden alıntılar yaparak fikirlerini kanıtlamaya çabalıyor.
Nedim Gürsel konu başlığı olarak seçtiği on üç yazıyla Sait Faik’in; İstanbul’unu, Fransa macerasını, üç yıl süren Grenoble günlerini, İtalyan Mahallesi’ndeki izlerini, Marsilya ve Paris seyahatlerini, hikâyelerinde yer alan insanları ve mekânları, Rumlar’ı, kavun acısı yalnızlığını, aşık olduğu Panço’sunu ve sonunda “Kalinikhta”[1] diyerek aşkına ve bize veda edişini şiirsel bir dille anlatıyor. Tüneldeki Çocuk, Yani Usta, Sokak satıcıları, ketenhelvacı, kestaneci, garson, Hallaç, Mercan Usta ve diğerleri… Çoğu zaman da yazarın kendisiyle özdeşleşen insan hikâyeleri, Sait Faik’te insan manzaralarına dönüşüyor Gürsel’e göre.
Yaptığı okumalardan ve bildiklerinden hareketle farklı bir Sait Faik Abasıyanık portresi çiziyor Gürsel. Sait Faik’i hem bir ‘insan’ hem de bir ‘yazar’ olarak tanıtmaya çalışıyor. Sait Faik’in edebiyatımıza kazandırdığı ‘şiirsel düzyazı’ tekniğinin, ‘aylak’lığının, ‘flâneur’luğunun önemimden söz açıyor. Hikâyelerinde yarattığı olayların, durumların, kahramanların, mekânların ve çatışmaların Sait Faik’in ‘dünya görüşü’ne bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyor Gürsel. 1930-1960 yılları arasına hâkim olan edebiyat anlayışından farklı olarak tamamıyla ‘kendine has’ bir yazı atmosferi yaratan Sait Faik’in çığır açıcı yönlerinden sık sık örnekler veriyor.
Nedim Gürsel Sait Faik’in, kozmopolit İstanbul’u, İstanbul’un azınlıklarını yazan bir yazar olduğunu “Sait Faik’in Yapıtında İstanbul Rum Topluluğu” başlıklı yazısında anlatıyor. Yazarın ‘Haritada Bir Nokta’ dediği Burgazada’sında Rum’larla kurduğu dostluğu ve Rum kahramanları hikâyelerine gerçekçi bir gözle aktarışını konu ediniyor. Sait Faik’in bir hikâyesine ad olmuş “Stelyanios Hrisopulos Gemisi”nin Varlık dergisinde yayımlanışını aktarıyor. Söz konusu yazısında Gürsel; “Stelyanos, Kalafat ve çırağı Sortiri, Barba Vasili, Barba Antimos, Papaz Efendi Aleksandros Paşa, Konstantin Efendi, Hristo, Yorgiya, Aleko, Eleni ve Katina, Matmazel Todori, Dimitro, Apostol Efendi” gibi hikâye kahramanlarının aslında Sait Faik’in adasında yaşayan gerçek kişiler olduğunu saptıyor. Yahudi, Rum, Levanten azınlıkların Sait Faik’in hikâyelerinde ‘insan sevgisi’yle birlikte işlendiğini örnekliyor. Sait Faik’i ‘hümanist/insancıl’ bir Cumhuriyet kuşağı yazarı olarak tanımlıyor Gürsel.
“Bir insanı sevmekle başlar her şey” diyen Sait Faik’in devamında; “Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor” dediğini unutmayarak, bize miras bıraktığı hikâyeleri severek okurken ‘hikâyesi hikâyemiz’ olan nice anlatının peşinde, ‘kavun acısı bir yalnızlığın’ yarattığı bu büyük yazarı/insanı da okuduğumuzun farkına varmamız gerekiyor.
‘Bayrakları değil insanları seven’ Sait Faik’i ‘sevmemiz’ için ne kadar çok neden varmış oysa! Yalnızlığın Yarattığı Yazar’da okuyoruz…
[1] Sait Faik’in hikâyesine Yunanca “İyi geceler” anlamına gelen bir başlık koymasını, aşkı Panço’ya veda edişine/kendi ölümüne, metafor kullanarak gönderme yapmasına bağlıyor Nedim Gürsel.