Şâirlerin düzyazıya uzak kalmalarının en başat sebebi (bir histeri hâlinde) şiire olan bağlılıklarıdır. Şiire ihanet etmek, şâirler için olumlanması mümkün olmayacak bir durum. Hemen şöyle bağlayalım: Düzyazıdan önce ve düzyazıdan sonra, şâirliğini muhafaza edebilmiş bir isim Ahmet Oktay.
Gerçekleştirdiği etkinliklerle şâirleri düzyazı’ya çağırıyor. Düzyazı’da kalem oynatmaları gerektiğini yer yer anımsatıyor.
Hiç kuşku yok ki, düzyazı tecrübesi, bir şâirin kendi şiirini açımlaması bakımından da oldukça yararlı bir alan.(En azından poetik çiziktirmeler için böyle.) Kaldı ki, farklı disiplinlerde düşünmek, şâire bir şey kaybettirmiyor, aksine zenginlik katıyor. Oktay, bu zenginliği içselleştirmiş bir isim olarak karşımıza çıkıyor.
Ahmet Oktay’ın edebiyat eleştirisinden siyasete, sanat eleştirisinden resme, birçok alanda yazdığı eleştiri ve denemelerini, bir şâirin yalnızca bâzı konularda yaptığı kişisel etkinlikler olarak ele almamız doğru olmaz; Ahmet Oktay’ın yaptığı, entelektüel bir etkinliktir.
Adalet Ağaoğlu, Selim İleri, Kemal Bilbaşar, Suat Derviş, Yusuf Atılgan, Ferit Edgü, Yakup Kadri, Behçet Necatigil, Attilâ İlhan gibi isimler üzerinde düşünen Oktay, Faust, Don Juan, Kazanova, Gılgamış, Marquis de Sade gibi dünya tarihinde kalıcı izler bırakmış figürler üzerine de yazılar yazıyordu. Siyasetten mitolojiye, sanattan psikolojiye düşünce üreten, tartışan ve bu tartıştıklarını biz okurlarına aktaran edebiyat adamıydı.
Misal, resim üzerine düşünürken edebiyat kulvarından ayrılmıyor usta yazar. Bir edebiyatçının, farklı disiplinlerde de düşünmesini salık veren kültür adamı olarak karşımıza çıkıyor burada.
Bir diğer üzerinde durulması gereken konuysa, Ahmet Oktay’ın öğrenimini lise yıllarında yarıda bırakarak çalışmaya başlamış olmasına rağmen, kişisel gelişimini oldukça üst seviyelere çıkarabilmiş ender insanlardan birisi olması. Yaşam öyküsüyle birçok genç edebiyatçıyı da ardından sürüklemeyi başarmış ve örnek bir isim olmuş.
Uzun yıllar önce bir söyleşisinde, “yeri geldiğinde şâirin susma hakkı”nı da kullanması gerektiğini dillendirmişti. Belirli aralıklarla susmayı da iyi kotarabilen bir usta duruyordu karşımızda. İmkânsız Poetika adlı kitabında söz ediyordu. Bir dönem uzunca bekledikten sonra şiir kitabını yayımlatmış olması da bir gösterge. O dönemi yaşayan ustalarımız yakından tanık oldular kuşkusuz bu suskuya. Susmak en büyük şiirdir belki de Ahmet Oktay’da.
Ahmet Oktay pesimist değildir. Entelektüel faaliyetlerinde birçok kanalı açık bırakır. Şiire bakışı, onun aynı zamanda inanç sistemini de tanımamızı sağlar: ”Her yüz bir öykü yazar”.
İnsana inanır.
Her ne kadar toplumcu gerçekçi kaynaklardan beslense de (ki toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla İkinci Yeni Hareketi’ne yönelmiştir.), bireyin içinden çıkacak çığlıkta da toplumsal kodlar yüklü olduğunu bilir. Yol Üstündeki Semender ‘deki şiirler bu kodları açık eder. İntihar bireysel bir eylemdir belki orada ama içinde toplumsal bir kaygı da vardır.
Orhan Koçak’a verdiği bir söyleşide şöyle söylüyor Ahmet Oktay: ”Ben ateist ve materyalistim belirttiğiniz gibi. Ama bu, Einstein’cı bağlamda kozmik bir mistisizmi engellemiyor bence. Son şiirlerimden birinde dinsizin de kutsal olanı duyumsayabileceğini, “uhrevî”yi anlayabileceğini söylüyorum. Şiir hiçbir soruyu ve sorunu dışarıda bırakamaz. Şiir çünkü dünyanın kendisidir.”
İlhami Çiçek adlı şiirinde geçen şu mısrâlar Ahmet Oktay portresi çizerken bir işaret fişeği olabilir belki:
Sözcükleri seçen kişi
zamanı sorgular durmadan
ve bu güncel zorunluluk,
isteyelim istemeyelim;
tarihsel bir an’da
ontolojik bir sorun olarak da
belirir.
Ahmet Oktay, zamanı sorgular ve bu problematiği sürekli deşer.
Okurunu da bu yönde eğitir.