Enis Batur’u okumak, bende, yine bir “merak” edimi ile başladı, bu yazarı da deneyeyim, dedim: Mâlûm, “ilk ve son günah: Merak!” Yıllarca Cumhuriyet Kitap’taki Pervasız/Pertavsız adlı köşesinden takip ettim kendisini. Onu okumaktan, onun gibi yazmaya doğru yol almıştım bir vakit. Hatta onun gibi okumaya da! Tehlikeli bir masalın içinde bulmuştum kendimi. Enis Batur’un çeşitlik içeren deneme’leriyle başladım. Bu, çeşitlik içeren yazılarda, çeşitlilik içeren onlarca (belki yüzlerce) isme “merak” duydum. Enis Batur da söyler ya, “merak” odağında keşfettiğini bu isimleri. Bu çok doğal süreçte şunu da ekler: “Benim gibi ilgi alanları oldukça dallı budaklı görünümde olanlarda, edebiyatçılarla sınırlı kalmaz ailenin üyeleri, başka yaratıcı uğraşlardan katılımlar göze çarpar soykütük düzeninde” Bu bağlamda insan yüzlerce kitabı, hatta binlercesini okumayı diliyor. Ama bu imkânsız.
Öyleyse, insan makul olmalı, bu dağınıklığı görmeli ve toparlamalı: “Okumak” ve “Yazmak” da “bir düzene koymak”, değil mi? Akabinde dağıtmak mı, yoksa?
Enis Batur, dağılarak toparlanan bir yazar, her toplamı başka başka dağınıklığa yol açan.
Denemelerinde, her ne kadar dağılsa da, o dağınık “konuları” ele alırken- kitaplarında- görüyoruz ki, belirli bir plan, belirli bir üslûp çerçevesinde hareket ediyor, sanıyorum.
“Kitap yapma” ve “deneme” hususunda şöyle söylüyor Batur: ”Kitap, özerk bir yapı statüsünü kurgulandığında kazanır, düşüncesindeyim. En doğrusu, öyleyse, baştan bir çatı oluşturarak yola koyulmak değil mi? İlk bakışta sağlam bir tanıt olarak görülse de, bir tür akademik kuruluk yaratma tehlikesi barınıyor o çözüm yolunda; deneme kitabının özüyle çelişen bir dayatmacı yanı var planlı programlı yazının-unutmamak gerekir: Deneme yalnızca düşünsel tutarlılığın taçlandırdığı bir yazı/n türü sayılamaz; üslûp da, yaratıcı yazının temel dayanakları arasında gördüğüm “duende” savruluşları gibi, öncelik taşır.”
Bir dönem Alberto Manguel’i keşfetmiştim. “Okurikizim”, diyordum. Öğrendim ki, Enis Batur’un “Yazarikizi” Manguel’miş. İlk okumalarım -her ne kadar şiir tutkunu bir okur olsam da- felsefe tarihi ile ilgiliydi, Enis Batur’un deyişiyle; “dallı budaklı “merak” ettiğim konular”. İşte gereğinden fazla “meraklı” olanların yazarı, Enis Batur.
Pavese, Yaşama Uğraşı’nda söyler ya: “Bir şeye ya da kimseye sahip olabilmek için, ona bütün bütüne boyun eğmemeli ya da kendimizden geçmemeliyiz; kısacası ona olan üstünlüğümüzü korumalıyız. Ama ancak kendimizi bütün benliğimizle verdiğimiz şeylerin tadına varabileceğimiz de hayatın bir yasası.”
Acaba, bütün benliğimi “okuma”ya mı verdim yıllar yılı, düşünmeden edemiyor insan. Bundan korkmuyor da değilim. Selçuk Altun, Logan Pearsall Smith nezdinde, okuruna sordurtmuş, cevaplamıştı: “Yaşamak mı okumak mı derseniz, okumayı seçerim.”
Galiba ben de!
İşte okumayı seçenlerin yazarı, Enis Batur.
Tolstoy’dan Dostoyevski’den, Gogol’den, Çehov’dan birkaç yapıt, Dickens’tan İki Şehrin Hikâyesi, Virginia Woolf külliyatı, parça parça Matta, Markos, Luka, Yuhanna, sonra uygarlık tarihi, kısım kısım Yunan mitolojisi. Bizden aklıma gelen ilk isim, Selim İleri. Selim İleri’nin tavsiyeleri üzere, klâsik edebiyatımızın önemli romanları. Aradan geçen onca yıla rağmen, bu dağınıklık süregelmiş. Halide Edib Adıvar’dan Handan, Halid Ziyâ Uşaklıgil’den iki “kafa” roman (Mâi ve Siyah ve Aşk-ı Memnû), Tanpınar’ın meşhur Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Refik Halid’in Nilgün’leri, Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken’i, Tutunamayanlar’ı… Vesaire. Onlarca hikâyecimiz, onca şairimiz. Hep bölük pörçük okumalar, okumalar. Bir düzensizlik hâkim… Bu iç sıkıntısı, insanı günden güne daha da dağıtıveriyor, hâliyle…
Bir “okur”, bir türe odaklanmamalı, “merak”ları dizginlememeli mi?
Enis Batur gibi entelektüellerde, bu, hemen her türde bir “profesyonellik” derecesinde “iyi bir okur olma” hâliyle bütünleniyor.
Enis Batur,“velûd” bir yazar olma durumunu her dâim korudu/koruyor. Kendisi bu doğurganlığının büyütüldüğünü düşünse de, Türkiye’de bu örnekte tek yazar.
Edebiyatın hemen her odasından, sinemanın, sanatın, uygarlık tarihinin uzun ince çizgisinde yol alan bir “yazıcı”, karşımda/karşınızda: Ölesiye “Okur”, ölesiye “Yazar”.
Elbette bu sığ bir su değil, engin bir deniz âdeta.