Okumayı Seçtim Ben
Geçenlerde “okumak” üzerine konuştuk İskender’le. Okuma’nın halleri konusunda bazı notlar çıkardık. Kitap’ı merkez aldık. Kitap nasıl okunur, diye bir soru salladık birbirimize.
Ne gibi okuma durumları vardır?
Bence en yetkin okuma, kitabın bir uzvu, uzantısı sayılageldiği “kalemle birlikte yapılan okuma‘dır. Ben yukarıda saydıklarımın hemen hepsinde okumayı tecrübe ettim. Son yıllar elimde tutuğum kitabın handiyse bir uzvu haline soktuğum kalemimi, kulak arkamdan eksik etmiyorum. Daha verimli bir okuma’ya dönüşüyor böylesi bir durum. Öte taraftan çok başka bir okuma çeşidi daha var: Dinleme!
Dinleyerek de okumuş sayılırız bir kitabı.
Sesli kitaplar günden güne çoğalıyor. Birkaç defa dinlemeye kalktım, olmadı; sıkıldım… Alışmaya da bağlı bir şey… Alışkın değilim böylesi şeylere. Radyo tiyatrosu vardı eskilerde, o devrin de sonuna yetiştiğimden midir, nedir, bir türlü alışkanlık edin(e)memişim. İlle kitabı koklayacağım, ille kitap elimde olacak, sayfalarını karıştıracağım. Hem alışsam bile, seçici olacağım âşikâr; okuyan kişinin diksiyonu beni cezbetmeli.
Ama benim kadar şanslı olmayan nice “okur” yaşamış dünyada, nice zorluklara göğüs germişler, onları düşünmüyor da değilim. Cemil Meriç, “görmek yaşamaktır” demiş. Evet, ben görüyorum ve yaşıyorum… Ya da gördüğümü, yaşadığımı sanıyorum. Cemil Meriç, görmüyordu mesela; otuz sekiz yaşında ebedî bir karanlığa gömülmüştü. Gelgelelim, “görmekten vazgeçmemiş” bir insan olduğunu, yapıtlarında “görmek” mümkün. Hiç kuşku yok ki, okumak için, görmek de gerekmez! Yani bir gözünüzün olması gerekmez.
Cemil Meriç, okumanın en değerli halinin “görmek” olduğunu mu ifade etmek istemiş acaba?
Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Hangi hallerde okursak okuyalım, “görmek” asıl sorun. Görebiliyorsak, okumuş sayılırız.
Ellili yaşlarının sonlarından beri kör olan Borges ise, fiziksel bir dünyayla ilgilenmiyormuş; o’nu yalnızca “okuma”larının bir temsili olarak görüyormuş. Alberto Manguel, Borges’in Evinde adlı kitabında bahsini geçiyor:“Borges, kendi körlüğünden sık sık ve daha çok yazınsal bir merakla söz edermiş.”
Benim gözlerim görüyor.
“Bütün insanlarda içlerini kemiren bir hastalık, omuzlarında gündelik bir yük, süresi belli bir rahatsızlık vardır: tatminsizlikleri.” demiş C.Pavese Yaşama Uğraşı’nda; Okumak bende, tatminsizliğin getirdiği bir huzursuzluk hâli olsa gerek: Görmek, görmeye çalışmak, kim bilir ?
Benim de bir seçimim söz konusu…
Şöyle toparlayıp, kendimden bahsederek kapatıyorum: Çok okuyunca yazabileceğimi sanmıştım, yanılmışım: Yetenek kısmını atlamış olmalıyım bu işin. Başlarda bir yeti vardı belki ama, köreldikçe köreldi; yitip gitti. Şimdi okumaya hâlâ devam ediyorum: Her gün de böyle yazılar yazmaya çalışıyorum.Yazarlığımı “okumak üzerine” konumlandırıyorum ben. Aslında, bu işin zaman planlaması, disiplin, çok çalışmak (donanımlı olmak gibi) ve sabretmek boyutunu da düşünmedim değil… Düşündüm düşünmesine de, bir türlü senkronizasyonu sağlayamadım. Yetilerimin öne çıktığı zamanlarda miskinlik yaptım sürekli.
Kuşku yok yazmaktan konforlu bir alan “Okumak.”
Git git okumaya âşık oldum ben de! Öyleyse, yazmak, aslında, çok çok mühim bir durum değilmiş benim için.
Başa dönüyorum:
Hangi hallerde okursak okuyalım, görelim yeter ki ! Yazarak göstermek istiyoruz belki ama, en çok okuyarak görüyoruz.
Okumayı seçtim ben.