Algı
Mrs. Dalloway’i yirmili yaşlarımı sürdüğüm yıllarda okumuştum. İtiraf etmeliyim, açıkçası pek bir şey söylememişti bana bu roman. Virginia Woolf’un diğer romanlarını da o yıllarda okuyor, bir şey anlamıyordum. Şimdi anımsıyorum da, Mrs.Dalloway’in her satırında, her paragrafında, her sayfasında avuç içimi çeneme dayayıp, uzun uzun düşüncelere dalardım. Anlam veremezdim. Kurguyu takip etmekte zorlanır, yer yer bir önceki sayfaya, iki önceki sayfaya; bazen de başa döner tekrar okurdum romanı. Kâbustu açıkçası. Bazı yazarların/kitapların, bazı yaşları beklemesi gerektiğini böyle böyle tecrübe ettim. Virginia Woolf’un, çözülmesi zor, gizem dolu yaşamının romanlarına etkisini görmemek de mümkün değildi bu okumalarda. Yazarın yaşamı hakkında kısıtlı bilgim de olsa, “psikolojinin denizlerinde” ilk yüzdüğüm yıllar Woolf’u okuduğum yıllardı. Zaman içinde okuduğum onca makale ve tanıtım yazıları da böyle bir algı oluşturmuştu bende: İnsan ruhunun girdaplarında mümkünü olmayan bir yolculuğa çıkmıştım.
Çok yazılan ve yakın olduğum
İlle psikolojik bir değerlendirme yapma gereği! Bunu şimdi de doğal karşılıyorum. Çok yazıldı, biliyorum: Yazarın yaşamıyla iç içe geçen edebi dünyası, karakterlerindeki karmaşık ruh halleri… Kurguyu takipte zorlanan okur, düşünce akışlarında aksamalar yaratan metin, diyaloglarda duraklamalar, noktalı virgüller; sonra flashbackler vesaire. Yazılıp çizilenler bu yönde ilerliyordu. Roman da bunu bütünlüyordu elbette. Bu değerlendirmeler insan psikolojisini oldukça etkileyen yorumlardı. En basitinden noktalı-virgülün altında dahi bir ruh halleri arıyorduk. Fakat öte yandan da yeni bir teknik geliştirmiş yazar. Bunu böyle de okumak gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki yetiştiği çevre oldukça entelektüel ve babası da dönemin iyi yazarlarından. Babasının zengin kitaplığından yararlanması, çok okuması, roman üzerine, yazmak sanatı üzerine Woolf’u oldukça düşündürmüş olmalı. Anlaşılıyor ki, yeni bir şey yaratmak istemiş Woolf. Bu yönde yorumlara daha sıcak baktığımı söylemeliyim.
Bu açıdan roman tekniğine kazandırdıkları yadsınamaz.
Mrs. Dalloway, yazarın önemli romanlarından biri. Türkçede birçok çevirisi var tabii.
Tomris Uyar, çevirisine önsöz yerine bir yazı eklemiş.(Virginia Woolf Üstüne, Tomris Uyar) Yazıda yer alan Virginia Woolf’un “felsefe ve roman” üzerine kısa bir anekdotunu buraya alıyorum: “Felsefe bir romana yedirilmişse, bu tümcenin altını kurşun kalemle çizebiliyorsak, güvenle diyebiliriz ki ya felsefede bir yanlışlık vardır, ya romanda ya da ikisinde birden.”
Woolf böyle söylemiş.
Felsefe ile edebi tür olan bir romanı elbette ayrı ayrı değerlendirmek mümkün. Felsefenin olanaklarından yararlanılarak yazılan bir roman üzerine düşünmekse insanı zorlayan bir durum.
Okuma yolculuğumda bana altını çizdiren romanların başında geliyor Mrs. Dalloway. Onun için yukarıdaki alıntıyı yazıma dahil ettim. İlkin, Mrs. Dalloway’i okurken, neredeyse her satırının, her sayfasının altını çizme ihtiyacı duymam, romanı algılamada sorun yaşıyor olmamdan kaynaklıydı. Tomris Uyar’ın bu alıntısına rağmen, romanda mı bir yanlışlık var, yoksa felsefede mi bir yanlışlık var, gibi sorular da sordurtmadı bana roman. Ne ilk okuduğumda ne de sonraları… Yalnız şu vardı: Ruh hakkında kısıtlı bilgime rağmen, insan ruhu denen o “şey”in ne kadar karmaşık bir yapı olduğunu bu romanı ilk okuduğumda da sezmiştim. Şimdi de seziyorum.
Bir romanda bir karakterin akşam vereceği bir parti için aynı gün içinde yaptığı hazırlıklar ne derece bir yoğunlukta anlatılabilirdi ki ?! Woolf, bu işi bir oyuna çevirmiş, insan zihninin bir günde algıladıklarını romana yedirmeye çalışmıştı. Bu imkânsızdı! Bir roman için olağanüstü bir şeydi ayrıca. Geri dönüşlerle o; “olağanüstü” düşünce akışının içinde kaybolacaktı okur. Kısacası bunu başaran yazar, 20. yüzyılın en iyi yazarları arasına kattı kendini. Çok yazıldığı için romanın karakterlerinin tahlili, zaman ve mekânı ya da kurgusu hakkında ayrıntılı yazmak istemiyorum. İnternete giren herhangi bir Woolf okuru bu bilgilere sahip olacaktır. Fakat romanda beni oldukça etkileyen ve ilgimi çeken bir konudan bahsetmek isterim: Mrs. Dalloway’de zaman kavramı!
Sofokles, meşhur Oedipus adlı tiyatro oyununda şu son sözlerini Virginia Woolf için söylemiş gibi bir algıya kapılırım zaman zaman. Paylaşmak isterim: “yaşamın sınırını acısız aşıp öteye geçmeden/hiçbir insana mutlu demeyelim.”
Woolf, zamanla kavgalı bir insandı. Dolayısıyla ölümle kavgalıydı. Ortalama insan düşünüşü “ölüm” kavramını çözmüşken(!), Woolf gibi bir yazar ölüm kavramını kabullenmekte zorlanmıştı.
Kabullenmedi. Başkaldırdı! Bundan dolayı eserlerinde gerçek mânâda vermek istediği “şey”, zaman kavramı olsa gerek. Zamansa insanın icat ettiği en büyük muamma! İyi bir yazarsa, bu muamma karşısında -bir edebi metinde- ne yapması gerektiğini iyi bilen yazardır. Virginia Woolf, bu muammayı çözmek istiyordu. Bir önbili gerçekleştirdi. Gelecekte yazılacak bütün romanları da bu vesileyle etkiledi.
Woolf’un da Mrs. Dalloway için söylediği gibi: “Yaşamı ve ölümü vermek istiyorum…”
Buradaki “yaşam” vurgusu “zaman”ın ta kendisi…
Türkçede en yakın örnek
Selim İleri romanları, bu anlamda titiz bir çalışmanın da örneğidir. Hepsinde ortak bir arayış görmek mümkün çünkü: Yeni bir teknik! Bu doğrultuda Woolf’un sularında gezinen bir romancıdır Selim İleri.
Selim İleri edebiyatı “roman tekniği” üzerine ciddiyetle düşünen bir edebiyattır. Türkçede bunu görmek mümkün. Bir örnekle kapatalım: Destan Gönüller’in (Selim İleri’nin ilk romanı.) zaman dilimi,-Mrs. Dalloway’de olduğu gibi- herhangi “bir günü” kapsar. Aynı gün içerisinde geçen olaylar anlatılmıştır: Olaylar, düşünceler/düşünce akışları, flasbacklar, diyaloglardaki tutarsızlıklar bakımından vesaire -bu ilk roman- Woolf’la akraba gibidir.
Mrs. Dalloway’de zaman ve son bir söz
Latince “tempus”, bizdeki zaman kelimesinin karşılığı olduğunu biliyoruz. Fizikte “t” harfi ile sembolize ediliyor. Bu bakımdan, Mrs. Dalloway’deki Septimus adlı karakterin adı yazar tarafından yapılmış bilinçli bir seçim olmalı. Yabancı kaynaklarda da bu konuya açıklık getirilmiş. Kısacası, Virginia Woolf edebiyatı üzerine bir “önyazı” yazmak istedim. Bu “önyazı”, daha sonra yazmak istediğim-yazabilirsem- Woolf ve eserlerine bir giriş niteliği taşısın. Yalnızca intiharını merkez alan algı dolu edebiyat ortamımızda, bu konu başlıklarının üzerine, genişleterek yazmayı düşündüğüm önemli bir yazar Virginia Woolf. Umarım, daha kapsamlı yazabilirim. Şimdilik bu kısıtlı/yetersiz düşünce akışları ve kenar notlarıyla yetinelim.