Halil Cin: Elmas Sıkıntı kitabınızdan sonraki ilk şiir kitabınız Rosa das Rosas okuyucuyla buluştu. Sizin şiir geçmişinize baktığımızda çok sık şiir kitabı yayımlamayı tercih etmediğinizi görüyoruz. Bu belirli bir tercih mi?
W.B. Bayrıl: Baudelaire bir şairin, şair olarak var olması, şair sayılması için yüz şiirin yeterli olduğunu söyler. Bir muhasebe yapmıştım yıllar önce. İlk üç kitabıma baktım. Toplam doksan yedi şiir yer alıyordu… Baudelaire haklıymış dedim. 1983’te ilk şiirim yayınlandı. Üç sene sonra, şiirde kırkım çıkacak)) Kırk yıldır şairim yani. Kitaplara girmiş şiirlere bakıp bölersen, yıl başına zar zor iki buçuk şiir düşüyor. Önümüzdeki iki üç yılda yayınlanacak yeni kitaplarla bu ortalamayı sanırım dörde çıkarabileceğim. Şiirde nicelik değil, nitelik önemlidir. Yahya Kemal öldüğünde hiç kitabı çıkmamış bir şairdi. Keza, Ahmet Haşim’in, Dranas’ın, Tanpınar’ın kaç şiiri vardır? Demek ki, ne kadar “çok” yazarsan, o kadar “çok” şair olmuyorsun. Benim için önemli olan, her kitabın kendi içinde tamamlanmış olması yahut kendi dünyasını kurmasıdır… Bu ise, beklemeyi öğrenmeyi gerektirir. Şair, şiiri bekler. Bir şairlik bilgisidir bu.
Halil Cin: “Rosa das Rosas” ismini ilk defa 2000 yılında Ali Günvar’ın Est&Non dergisinde yayımladığı şiiriyle duyduk. Bugün ise sizin kitabınızın ismi oldu. Şiir başlıklarına baktığımızda Latince olduğunu görüyoruz. Şiirlerinizde sadece Türk şiirinden değil dünya şiirinden imgelere de yer veriyorsunuz. Dağlarca, Asef Hâlet Çelebi, Goethe, Nietzsche, Baudelaire, Yves Bonnefoy, Wolfgang Borchert, Giacomo Leopardi alıntı ve gönderme yaptığınız birkaç isimden biri.
W.B. Bayrıl: Yunanca’da “agon” diye bir kelime vardır. “Yarışma” anlamına gelir. Dikkat, “rekabet” değil, yarışma. Rekabet, tacirler ve ticari mallar arasında olur çünkü. Sanatçılar yarışırlar ama bu yarış; Yeats’in “Galway At Yarışlarında” şiirindeki gibi bir yarıştır: “Orada, atların yarıştığı çayırda / Aramızda birlik yaratıyor duyduğumuz sevinç” diye başlar ve “Duyarak yeryüzünün yeni bir hava tutturduğunu / Yeryüzü hep delikanlı çünkü/ Sonra bağıranlar çıkacak yarışlardaki gibi, / Ve insanlar olacak bizi yüreklendiren, / Atını sürüp gidenlerden?” dizeleriyle biter…
Evet, Rosa Das Rosas, Ali Günvar’ın bir şiirinin ismi (bağlamı ve gönderim alanları çok çeşitlidir, bir şarkılar kitabı derlemesidir aslında, bkz. Portekiz kralı akıllı Alfonso) Şiiri beğenmiştim ve Ali’ye ben de bir Rosa Das Rosas yazacağım dedim. Sonra Cem Yavuz da aramıza katıldı ve o da bizim şiirlerimize karşı “Niemandsrose” (hiçkimsenin gülü) başlıklı bir şiir yazdı. Yani geleceğin akademisyenlerini zorlu bir muamma bekliyor; Ali, ben ve Cem Yavuz’un Rosa Dos Rosas etrafında karşılıklı yarıştıkları şiirsel bir söyleşimi çözmek için))
Ve evet haklısın, aslında başlangıcından beri hep iki kanatlı bir şiir yazmaya gayret ettim. Bir kanadı Türkçe’nin ve bu dilin geleneğinin içerdiği kapsanabilecek her şeyi soğurmayı hedefleyen bir şiirdir… Öte kanadı ise “evrensel şiir geleneği”dir. Yazdığım şiirde, dünya şiir geleneği ile ilişkilenmeyi hiç ihmal etmemeye çalışmışımdır. Zira, bunlar benim besin ve esin kaynaklarımdır.
Halil Cin: Rosa das Rosas’ta 18 şiir yer alıyor. Aslında 18 şiir olsa da tek bir şiiri arıyorsunuz. Yunus’un mısra-i bercestelerini ve Yahya Kemal’in öz şiir anlayışını şiirlerinizde görmek mümkün. Bir şair gerçekten tek bir şiiri mi arar? Bazı şairler oturup tek seferde şiirini yazdığını söyler. Şiir, çalışılan bir şey midir?
W.B. Bayrıl: Evet, şiir çalışılan bir şeydir… Ama her çalışılan şey şiir olacak diye de bir kural yoktur. Yazmak karışık bir süreç. Tek bir yolu yok. Bazen bir şiiri tek oturuşta yazarsınız, bazen de onlarca yıl aklınızda, sayfalarda gezdirirsiniz, bitmez. Rilke’ye bak, uzun yıllar yazmayı sürdürdüğü iki başyapıtını yani Orpheus’a Soneler ile Duino Ağıtları’nı iki ayda, birbiri ardınca tamamlamıştır. Ama o iki kitabın arkasında onlarca yıllık çalışma vardır… Arzuda Tenha’da benim de başıma böyle bir şey geldi. Oradaki şiirleri yaklaşık bir buçuk ayda yazmıştım. Bir gün yazıyor, ertesi gün bir iki küçük şeyi değiştiriyor ve devam ediyordum. Ama Melek Geçti ile Şer Cisimler ise yıllarca tamamlanmadı, bekledi. Her kitabın başka bir tarihi ve talihi oluyor. Önemli olan, sonuçtur, süreç değil… Fakat şairin nasıl çalıştığını, yakında bir atölye kitap ile okurun önüne getireceğim, öyle bir kitabı tamamladım. Basımını bekliyorum. Picasso’nun bir deyişi vardır; bir resim asla bitmez, terkedilir.
Halil Cin: Carpe Noctem şiirinizde “Kesif, peltemsi sıvıda derin kanca izi. / Pişmanlık ve kukla hâtıra. Böyle inerler / perdahlı kâğıda. Denizi seven çocuğun / akşamında.” diyorsunuz. Sanat başta olmak üzere varlık problemi, anne, zaman ve çocukluk şiirleriniz ana temaları arasında yer alıyor. Biraz bu temalardan bahsedebilir miyiz?
Halil Cin: Türk şiirinde “gül”ün çok eski bir tarihi var. Klasik Türk şiirinden günümüze kadar pek çok şair “gül” imgesini kullandı. Hilmi Yavuz’un Cemal Süreya’nın gül şiiri için söyledikleri ile beraber edebiyatımızdaki gül imgesine bakış açınız nelerdir?
W.B. Bayrıl: Shakespeare‘in Romeo ve Juliet’inden sana bir replik hatırlatayım, “Juliet: Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile kokmaz mı aynı güzellikte?”… Evet her dilin, her kültürün, her medeniyetinin “gül”e atfettikleri farklı özellikler gösterir. Mesela bizim medeniyetimizde “gül” hem Hz. Peygamberimiz ile anılır hem de iki anlamlı olarak “sevgili” ile… O yüzden eskiden şiir derlemeleri, yani bugün “antoloji diye adlandırdığımız şeyler “güldeste” diye adlandırılmıştı. Şiirde Gül’ün arkeolojisini yapmak bu söyleşinin kapsamını da sınırlarını da aşar… Eşrefoğlu Rumi’den gelsin; “bahçe biziz, gül bizdedir”. Şairler o gül bahçesinin bazen gülleri bazen bülbülleri bazen de bahçevanlarıdır.
Halil Cin: Ahmet Hamdi Tanpınar, eski edebiyatı değerlendirirken bu edebiyatın çok defa imâ ettiğini söyler. Haydar Ergülen şiiriniz için “anlatmaz, ima eder” diyor. Şiirlerinizdeki imâ ile okuyucuyu biraz da dikkatli olmaya mı çağırıyorsunuz?
W.B. Bayrıl: Popüler edebiyat, “kültür endüstrisi” tüketiciler için çalışır. Onlara hazır anlamlarla, kolay yollarla “tüketeceği nesneler” üretmek için vardır. Tüketsinler ki, bir sonraki ürünü de talep etsinler. Tüketim ve kâr çarkı, devridaim etsin… Şair, bu çark’ın dışında durmalıdır. Onun görevi, kültür endüstrisinin girdi sağlayıcısı olmak değildir. Bunu günümüzde hakkıyla zaten romancılar yapıyor. Kapitalizmin gözde edebi eserlerinin roman olması boşuna değildir. Şiir anlatmaz, sezdirir, bir yaşantı deneyimine temas etmesini sağlar okurun. Bir başka ufuk önerir, hissettirir. Uyarır, ve sadece ima etmekle yetinir. Zira, okurun da yapacağı şeyler vardır. Elbette “bir anlam oburu” olan tüketici okur’un değil, nitelikli okurun.
Halil Cin: Çocukluk şiirleriniz vazgeçilmez ögesi arasında. Elmas Sıkıntı ve önceki şiir kitaplarınızda çocukluğu yaşanılan sıkıntılı dönemlerden bir kaçış olarak kullandığınızı düşünüyorum. Yaşadığımız çağa karamsar bakıyor musunuz?
W.B. Bayrıl: Elbette karamsarım. İnsanlık olarak vardığımız teknoloji ve üretim kapasitesiyle, şu an yeryüzünde tek bir insan bile aç, işsiz, barınma, eğitim ve sağlık sorunu olmadan yaşayabilir. Kaynak olarak da, teknolojik olarak da buna muktediriz. Fakat yapmıyoruz, yapamıyoruz. Bir tür olarak yeryüzünden silinene kadar da yapabilecek, bunu başarabilecek insani olgunluğa sahip olamayacak gibi görünüyoruz… Çocukluk teması, benim için bir kaçış değil bir muhalefet odağıdır yaşanan tüm bu olumsuzluklara karşı… Çünkü çocuk ve çocukluk, modern hayatın bütün o çıkmazlarını görür, fark ve itiraz eder. Başka türlü de olabileceğini pekala kalbinde hissediyordur zira.
Halil Cin: Victus Est Terra şiirinizde “Melâl burcunda yangın. Kalbimse / sana çoktandır dargın, ey ömrümüzü / yiyen melun ülke!” diyorsunuz. Necatigil’in burç ayrımından hareketle şu an hangi burçta olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Halil Cin: Son olarak günümüz şiiri için neler söylersiniz?
W.B. Bayrıl: Şairler yani gerçek şairler için “günümüz şiiri” gibi gelip geçici bir mefhumun pek karşılığı yoktur. Gazeteci değiliz, dokümanter film yapımcısı değiliz, televizyoncu veya siyasetçi değiliz. Şair, insanlığın tüm çağlarını, tüm kederli macerasını, zafer ve yenilgilerini, üstünlük ve zayıflıklarını, kendi benliğinde toplayan ve yaşayan kişidir. “Gün, günlük, güncel” onun için sadece anlar içinde bir “an”dır. Gözü sonsuzluğa dikilidir şairin. Hayret içinde kalıp, varoluş ve varlık ile nasıl bir arada olduğunun ve bunun ne anlama geldiğinin tefekkürüyle geçer onun hayatı… Ve bazen boşuna değildir; “el- mânâ fî-batn’iş-şâir” sözü…
Halil Cin: Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim.
W.B. Bayrıl: Ben teşekkür ederim.