Bu yazıyı kimse okumayacak! Öyle düşünüyorum. Bu hafta, edebiyat, kitap, kişisel hüzünler, nostaljik zamanlar, şiirsel anlatımlar, “kabız yazılar”, felsefi çıkarsamalar, hiçbir şey umurunda olmayacak pek çok okurun. Şu halde dilediğimce koşabilirim deliliğin sınırlarında…
İnsanlarla tek tek uğraşmak bana manalı gelmese de kişilerin akıl almaz tavır ve tutumlarına sık sık takılıp kalıyorum. Anlam vermeye, anlamaya, abuk sabuk hal ve hareketlerinin nedenlerine bir karşılık bulmaya çalışıyorum. (Genellikle böyle tiplerin ruhsal anlamda ağır vakalar olduğunu sonradan öğrensem de…) Bir de benim kafayı taktığım ve son derece sinir olduğum bazı lüzumsuzluklara kimi arkadaşlarımın zerre kadar kıymet vermeyip ciddiye almıyor oluşuna da hayret ediyorum; gıcık oluyorum.
Başınıza gelmiştir. Durduk yerde, sizinle didişmeye başlayanlar olmuştur; oluyordur. Siz de bu manasız takılmalar karşısında ilk olarak görmezden geliyor ama sonra da; “Artık yeter!” diyerek sunturlu bir küfürle karşılık veriyorsunuzdur; eminim. Eskiden ömrümü bu tipler yüzünden zehir ediyordum. Ancak yaş almaya başladıkça böylelerini hayatımdan çıkartmayı, girmeye çalışanları da kapıdan çevirmeyi daha çok tercih eder oldum. Hangi birine laf yetireceksin bu ruh emicilerin…(Yine de ukalalıklar ve ukalalar beni delirtmeye devam ediyor arada bir.)
Bu yazıyı kimse okumayacak dedim ya; aslında okunsun istiyorum. Yaşadığınız derin depresyonun ilacı olsun diye ilginizi başka konulara çekmeye çalışıyorum. Zira bu satırlar arasında gezinirken bir yandan hayata küsmüş olanların, ağlayanların, sinir buhranları içinde kıvrananların sayısı epeyce fazladır diye tahmin ediyorum.
Kuşkusuz tersi de pek mümkün…
Ne değişecek? Bu soruyu sormaktan da duymayanlara sesimi ulaştırmaya çabalamaktan da son derece yorgun düşmüş birisiyim aslında. “Ne yaparsanız yapın artık zerre kadar önemsemiyorum bu oyunu!” diyorum. Ve şimdi o nedenle de biliyorum ya, aynı zamanda paralel, başka gerçeklikler yaşadığımızı…
Duygu, his, amaç birliğini kaybetmiş bir yığının ortasında şiir kitapları, romanlar ve güzel şarkılar dışında ne mutlu edebilir ki bizi başka… Ki bunun sorumlusu da bizler değilken üstelik…
DEMLENME ÇAĞINA GİRDİM
Tamam, bahar geliyor, doğa canlanacak, çıldıracak. “Biz de buna eşlik edebilir miyiz acaba?” Diye düşünüyorum elbette. Düşünmez miyim hiç! Ömrüm hep böyle güzel anların ve hikâyelerin, umutların peşinde geçip gitti. Gerçi sızlanmak da istemem. Ne yalan söyleyeyim güzel bir hayatım oldu… Her karanlığın ardından güneşin doğduğuna tanıklık ettim. Sağlam, çocukluktan bugüne taşıdığım dostlarım var. Hayatımın anlamını bulduğum güzel, huzurlu bir aşk yaşadım; yaşıyorum. Kavgaya da girdim, haytalık da yaptım. Deli gibi sarhoş da oldum; kitlelere karşı umut dolu konuşmalar da yaptım. Bugün ise hayatımın en sakin zamanlarını yaşıyorum. Demlenme çağıma girdim. O nedenle bundan sonra içimin daha fazla sıkılmasına izin vermeyeceğimi de söyleyebilirim rahatlıkla.
Bu halin formülü olan sihirli sözcüğü de az önce yazdım aslında; “Reddediyorum!”
Reddediş, öyle büyülü, büyük bir kavram ki. Sınır ve sınırlılıklardan, basit, içeriksiz insanların salyalı laflarından, bombok günlerin zehrinden koruyor sizi. Yeterince kırıldı bugüne kadar yüreğim; yeterince incindi; incindik… Hak etmediğimiz kederleri yaşattılar bize…
İade ettim; ediyorum.
Yazının girişinde ve arada bir vurguladığım cümleye takılmayın. Ne kadar güzel, özel insanlarsınız farkına varın istedim. Her şeyi bırakın kenara, bir edebiyat portalını takip eden, oradaki yazıları okuyan insanlar arasındasınız. Karıncayı incitmekten korkan, bir çocuğun sevincine tanık olunca günü güzel geçen ender kıymetlilerimizdensiniz. Kitap alınca sevinen, iyi bir film geldiğinde planlar yapan, yeri geldiğinde de içip içip sarhoş olan. Gereksiz atarlar yapıp sonra af dileyen deli dolulardansınız… Dostlarını seven; hayvanlarla ahbap olanlardansınız. İnsanlığın yüz akı, geleceğin umudu diye bakılanlardansınız.
Üzülmeyin; üzülmeyelim.
Günlerden bir gün, zamanlardan bir zaman geçmiş olacak sadece. Ve elbette hayat, bütün bu çirkinlikleri temizleyecek eninde sonunda. Siz orada olduktan, yıldızlara, göğe, çiçeğe, bebeklere, kitaplara, kahve ve çaya, şarap ve rakının gücüne inandıktan sonra…
Yani demem o ki; “O zaman hiç korkma!”
NOT: Bu arada bana yazmak isterseniz, yakupkarbuz@gmail.com adresine e-posta yollayabilirsiniz. Ayrıca Facebook ve İnstagram’da yer alan Kaf Dağı Kitap Dünyası isimli sayfalarımızı da takip edebilirsiniz. Bu sayfalarda kitap tanıtımları ve değerlendirmelerine yer veriyorum.