Yavuz Özdem’le yeni şiir kitabı “Evden Çıkıp Yürüdüm” üzerine konuştuk.
Söyleşi: Kadir Aydemir
KADİR AYDEMİR: “Evden Çıkıp Yürüdüm”, yeni dönem şiirlerinizin bir araya geldiği incelikli bir çalışma. Kitabı okurken her bölümde ayrı bir haritayla karşılaşıyor okur. Yürümek kavramı üzerinden şairlerle ve hayatla kurulan bağda bir imge öne çıkıyor gibi geldi bana: “Çocukluk”. Çocukluk şair için, insan için uzun süren bir yürüyüştür diyebilir miyiz? Ya insan hiç büyümüyorsa?
YAVUZ ÖZDEM: Şair ve çocukluk hattında Brezilyalı romancı Jorge Amado’nun ‘İnsanın anayurdu çocukluğudur’ sözünden sonra bir şeyler söylemek güç. Daha doğrusu şair ve çocukluğu dahil, bu meselenin özetini bir güzel yapmış Amado. Gerisi şairin veya şair öznenin çevrelediği bağlamlarla ortaya çıkar. Ancak, senin soru kökünde kullandığın harita da kavram olarak ilginç geldi bana. Özellikle şiirde yol, yöntem için açıklayıcı da olabilir. Bu minval üzere denebilir ki bir kitapta yer alan onlarca şiir, aynı zamanda şairin çocukluğu dahil, yaşadıklarını kendisinin belirlediği oranda, kendi ölçeğine göre ve dahi kendi kelimeleriyle aktarması, göstermesidir. Şairlerle söyleşmenin ayırt edici yanı da bu olsa gerektir. Esin verirler böyle böyle… Gerçi sen şairliğinin yanına son yıllarda öykücülüğü de ekledin; ama biz, şair Kadir Aydemir olarak tanıdık seni.
KADİR AYDEMİR: Çok teşekkür ederim; aslında şiire sığdıramadığım kıymıkları, talaşları, ufak taşları öykü diliyle anlatmaya çalıştım, özellikle de kısa öykü teknikleriyle şiiri birleştirdim ama özde bir şairim her zaman, sizlerden bayrağı devralacak olan yeni kuşak edebiyat emekçilerinden biriyim diyebiliriz. Biz yine de sizin patikanızdaki şiire dönelim. Belki de asıl oyun, ‘yoldaki taşlarda’ saklıdır?
YAVUZ ÖZDEM: Rica ederim. ‘Yoldaki taşlarla’ yürüyüş şiirime yaptığın gönderme havada kalmasın diye izninle, önce şiirden bir iki dize alalım. Zira yoldaki taşlardan birini elime almış ve görmüştüm ki “O eski taş değildi/ Bir yolcu vardı artık/ O taşla/ O taşı alan arasında…” sonra da sözü sana bırakalım.
KADİR AYDEMİR: Evet, kitabın ilk şiiri olarak da karşılıyor okurunu ‘yürüyüş’ şiiriniz. Ancak ben, “Monolog” adlı şiiriniz üzerinde durmak istiyorum. Şiiri okuduktan sonra, bugüne-gerçekliğe geçiş yaptım ve bir pasajda binlerce kitap arasında bir şair belirdi gözümün önünde. Sokaklar, pasajlar ve gündelik hayatın sıradan karşılaşmaları şiirinizde güçlü ve önemli bir yere sahip. Bir kum saati gizlenir bazen dizelerde, belki de bir şair her zaman bir başka şaire potkal gönderir, ne dersiniz?
YAVUZ ÖZDEM: Benim kuşak için şehir demek; biraz da caddeler, kaldırımlar ve de pasajlar demekti. Günümüzün salgın hastalık gibi yayılmış AVM’leri henüz ortada yokken tarihi hanlar, pasajlar vardı. Bu pasajlar meselesi bende fazladan bir yere sahip sanısındayım. 1980’lerde görev yaptığım okul Beyoğlu’ndaydı, ondan zahir. Okul İstiklal Caddesi’ne paralel olan Meşrutiyet Caddesi’ndeydi ve ben her sabah ve de her akşam zorunlu olarak İstiklal Caddesi’nde yürürdüm. Çoklukla Odakule Pasajı’ndan caddeler arası geçişlerimi yapardım. Bazen de Hazzopulo Pasajı’ndan. Ancak söylemek bile fazla İstiklal Caddesi’ne pasajların başkenti desek yabana gitmez. Bunları eskiler iyiydi, şimdi olanlar kötü bağlamında söylemiyorum. Zira pasajlar da, AVM’ler de kendilerine dil, söylem ve simgeler üreten mekânlardır. Denebilir ki bizim dönemizde pasajlar vardı ve de her pasaj kendi hikâyesini örgütlerdi; antikacılarıyla, kitapçı, düğmeci, şapkacı ve iplikçileriyle… Ben o pasajların da, o hikâyelerinde içindeydim. Denebilir ki şiirlerin birinde, Çiçek Pasajı’ndaki koltuk meyhanesinde oturup önünden geçen gümüş renkli insanları gören de benim; kitapçılarla yükünü almış pasajdaki ‘Kavafis okuru bir arkadaş’ da benim.
Pasajlar demişken, Walter Benjamin’in Pasajlarını anmadan geçmek olmaz. 19. ve 20. Yüzyıl, Paris, kültürel tarih, toplumsal temeller bizim kuşak için önemli; zira biz, 20. Yüzyıl insanları olarak biçimlendik. Ayrıca, eser olarak Pasajlar’ı, potkal gönderme meselesine dahil etsek yabana gitmez. Neticede W. Benjamin bizlere şişe içinde Charles Baudelaire’i, onun şiirsel coşkusunu gönderdi, diyelim.
Son olarak senin, “Bir pasajda binlerce kitap arasında bir şair belirdi gözümün önünde” cümlen de önemli benim için, çünkü gündelik yapıp etmelerden, şiire görüntüler devşirmeye çalışmışımdır hep. Bu bağlamda mutlu eder beni görüntü meselesi. Hem ustalarımızdan Oktay Rifat da şiiri ve imgeyi görüntüyle eş düşünmüştür. Hatta bir sözün anlamı, çoğu zaman o sözün gözümüzün önüne getirdiği görüntüden başka bir şey değildir, diyerek anlam meselesini de görüntüye dahil eder, etmiştir.
KADİR AYDEMİR: Özellikle Kadıköy sokaklarından görüntülerin–ki yaptığınız uzun yürüyüşleri de kapsar–bu eserin oluşumunda payı olduğunu söyleyebilir miyiz?
YAVUZ ÖZDEM: Evet payı var veya kuşkusuz payı var. Hem kitaptaki anason kokulu yürüyüş (Güneşli Bahçe Sokağı) ve temizlik yaptım (Hacı Hüsam Sokağı)… gibi birkaç şiir doğrudan Kadıköy sokaklarını betimler. Ayrıca uzun yıllar Cemal Süreya Sokak’ta oturdum. Esasen şiirler yazmak, eserler vermek biraz da o havaya uygun bir çevrede yaşamayı ister. Neticede şiir, boşlukta durup duran ve biz istedikçe oradan alıp yazdığımız bir şey değildir. Dolayısıyla Kadıköy o (şiirsel) havayı soluyacağımız, soluduğumuz bir yer. İşte “gündelik hayatın sıradan kaşılaşmaları”nı bu havanın içinde düşünmeliyiz. Sana bunları anlatırken Arif (Damar) Abi geldi gözlerimin önüne. Gecenin ilerleyen bir saati ve ben “Tülin (eşi) tiyatroya gitti, ben de hazır o yokken meyhaneye gidiyorum…” diyen Arif Abi’ye rastlıyorum. Halil İbrahim Bahar’ı kaç defa gördüysem, Mühürdar Caddesi’nde gördüm ve cebinde katlanmış Cumhuriyet Gazetesi ve de kahverengi kadife takım elbisesiyle gördüm. Bilenler bilir Halil İbrahim Bahar, şairliğinin yanı sıra, uzun yıllar yönettiği Soyut dergisiyle de öne çıkan bir isimdi. Kadıköy sokakları, Kadıköy meyhaneleriyle birlikte düşünülmeli elbette; ama o fasla hiç girmeyelim, iş uzar.
KADİR AYDEMİR: Haklısınız, hem de çok uzar. Kadıköy ve (uzun) yürüyüşlere geçebiliriz…
YAVUZ ÖZDEM: Bu yürüyüşlerin en genç olan katılımcısı ve tanığı da sendin, senden başlayabiliriz. Sonra Metin Cengiz, Turgay Kantürk ve Salih Bolat’la yaptığım yürüyüşler… Bu yürüyüşler için kitapta şiirler de var biliyorsun. Gerçi Metin’le Romanya’da, Tuna kıyısındaki yürüyüşümüz; Turgay’la da Mersin’deki yürüyüşlerimiz şiire taşındı; ama temeller Kadıköy’de atılmıştır. Salih’i anmadan geçmemeliyim. Salih’le evlerimiz elli-yüz metre mesafedeydi ve sabah yürüyüşlerimiz yıllarca sürüdü. Onun, “Yarın sekizde bekliyorum Yavuz’cuğum,” diye seslenmesi hâlâ kulaklarımdadır.
KADİR AYDEMİR: Kadıköy, sokaklar, yürüyüşler tamam; ama bir ‘acı şiir’de “Sonra annemden sonrasıdır” diyorsunuz … Şiir gelip yakalıyor insanı orada. Anne, şairin kaybolduğu sokak belki de. Sizin şiirinizde anne ve çocuk iki ayrı zamanı ve kırılmayı işaret ediyor; bu iki sözcük şiir evreninizde nasıl bir yer kaplıyor?
Hepimizin bir “sonra, anneden sonrasıdır”ı olur, vardır. Ben “gökten düşen elma” şiirinde. “bir ayak sesi vardı/ sürüterek yürürdü terlikleri” demişim, belli ki bu ayak sesi kalacak, sonra “sonra leylak kokuları, yaz ikindileriyle…” demişim ve leylak kokuları da kalacak; ama bende kalacak…
KADİR AYDEMİR: “Evden Çıkıp Yürüdüm” için teknik olarak ölüm korkusu ve kaybedişlerden ziyade; hayatı seven bir şairin özenle koruduğu düşlerle, anılarla, yaşam tanıklıklarıyla işlenmiş diyebilir miyiz? Zira kitaptaki şiirleri okuyup son sayfayı çevirdiğimizde bitmeyen, içimizde süren bir duygu kalıyor bize; ancak hayatı savunan ve çok seven bir şairin sözleri bunu gerçekleştirebilir…
YAVUZ ÖZDEM: Ölümle ilgili aşırı korku ve kaygıları bir kenara koyacak olursak; ölüm, varoluşsal bir mesele ve hep onun gölgesinde yaşıyoruz, yaşamaktayız. Çetin bir mesele olduğu muhakkak.
Sanıldığı gibi ilerleyen yaşlarda değil de, çocuk yaşlarda da baskın olabilir, neden olmasın çocuk hem kendi ölümünü; hem de anne babasının ölümünü düşündüğü için. Belki de altmışlı, yetmişli yaşlardan sonra korku azalmıştır da, yaşama sevinci öne çıkmıştır. Zira o yaşlarda insan her şeyin veya bir şeyin içindedir artık. Sen şiirlerden sızan yaşamdan yana tavrı görmüşsün, ne mutlu; benim fazladan bir şeyler söylemem güç. Belki kitaptan bir dize, daha doğrusu bir savlı söz alabilirim: “uzun yaşanmalı ölümden.”
KADİR AYDEMİR: Yavuz Özdem şiirinde ince, narin akan bir sözcükler ırmağı var. Sizin dile, Türkçeye verdiğiniz önemi ve özeni de biliyoruz. Bu hassasiyet dilinize her zaman yansıyor. Olgunluk çağınızın sesi olan “Evden Çıkıp Yürüdüm”deki şiirler kaç yılda bir araya geldi? Ayrıca şiir kadar, poetika üzerinde de düşünen-üreten bir şairsiniz, “Evden Çıkıp Yürüdüm” bir süre durduracak mı sizi, yoksa varoluşuyla birlikte sizde daha fazla yazma isteği uyandırdı mı?
YAVUZ ÖZDEM: Bu güzel cümlelerine teşekkür ederim, eksik olma. Evden Çıkıp Yürüdüm, benim 10. şiir kitabım. Bir önceki şiir kitabım Unutmama İmgesi 2018’de yayımlandığını için 6-7 yıllık bir sürede biçimlenip ortaya çıkmış. Denebilir ki artık her tarafımızdan şiir fışkıran zamanları geride bıraktık, ama şiir yazma meselesi devam eder, etmeli…
KADİR AYDEMİR: Söyleşi için Yavuz Özdem’e teşekkürler…
YAVUZ ÖZDEM: Ben de teşekkür ederim.