Ercan y Yılmaz’ın yeni romanı Altı Üstü İstanbul, alt alta üst üste iki âlemin, iki İstanbul’un hikâyesini anlatıyor. Sen dilinin imkânlarından yararlanılarak ve kendine özgü işaret sistemiyle inşa edilen roman, şehrin son yıllarını gözler önüne sermekle kalmıyor, toplumsal olaylara değinerek kolektif hafızayı da canlı tutuyor. Hem görünen hem görünmeyen İstanbul’dan haber veriyor Yılmaz, kurmacayla gerçeği bir kez daha oyunun merkezine koyuyor – denemekten sakınmayarak.
Çürüme
Cem Kalender
Doğan Kitap
Başüstü Mahallesi’nin içine kapalı, ağırbaşlı, yüzünü Tanrı’ya dönmüş Ongun Apartmanı’na içgüveyi olarak gelen Sıddık her şeyi geri dönülmez bir biçimde değiştirecektir. Bütün aile, hatta bütün mahalle bu karanlık, gizemli adamın günaha çağrısının peşinden gidecektir. İnsanlar büyülenmişçesine Sıddık’a itaat edip onun kurduğu dünyada hazzın, günahın, suçun, tövbenin, inkârın iç içe geçtiği bir hayat sürdürürken, mahallenin genç imamı İsmail de her yeri saran çürümüşlüğün ve yıkımın kaynağını bulmaya çalışacaktır. Bu sofuca günahkârlığa bir son veren de kutsal kitapların kurban hikâyesini tersine çeviren oğul İshak olacaktır.
Cem Kalender, Palu ailesinden yola çıkarak yazdığı bu romanda toplumun ve bireyin çürümüşlüğünü gözler önüne seriyor.
Hıdır Murat Doğan,
Gergedanları Kimsenin Umursadığı Yok
Red Kitap
‘’Sovyetler de yıkılıyor sonra. Yıkılsın da zaten! Bir gün babamı televizyonda görüyorum. Yaşlı mavi gözleri tıpkı eskisi gibi parıldıyor. Adamın biri babamın ceketinin sol yakasına Rus Devlet Nişanı’nı takıyor. Fezaya bakıp gülümsüyorum. İnsanların kötü olduklarını gizlemeleri ne zor şey olmalı. Cankurtaranın ışıkları pencereye vuruyor. Gülümsüyorum.
Delilik dünyaya dayanma biçimlerinden yalnızca biri. Bir kanamadan bulaşan herhangi bir hastalık gibi, yaralı bir hayvanın sağrısına dokunur gibi… Delilik, dünyanın en büyük salgını…’’
Başkalarının Tanrısı
Mine Söğüt
CAN YAYINLARI
Her biri kendi zorlu sorularıyla baş etmeye çalışan ve kucaklarındaki kimsesiz bebekle şehrin sokaklarında kendilerine barınacak bir delik arayan bu dört insan, bilinmeze doğru sürüklenen hayatlarıyla en sert gerçeklere işaret eden uçurumların kıyısında dolanıyor.
Onlar her şeye karşın ayakta kalmakta inat edip şehri kuranların ve yıkanların kimliğini sorgularken, okuru da kendi kimliğiyle yüzleştiren sorular denizine açılmaya davet ediyor.
Başkalarının Tanrısı’yla Mine Söğüt biri bebek beş sokak insanının yarı hayal yarı gerçekçi hikâyesiyle, yanından geçip gittiğimiz ve görmezden geldiğimiz insanların tanrısına, dolayısıyla da sözümona medeniyetimizin temellerine dair acımasız bir sorgulamaya girişiyor.
Latife Tekin
Zamansız
Can Yayınları
Anlat bana sevgilim, imgeler ülkesine doğru giden bir arabadayız, direksiyon çok hafif, her an savrulabiliriz göğün içine, anlat, yan koltukta zamanı aşmış çılgın bir dinleyicin var, bırak direksiyonu, uçsun arabamız.
Çağdaş edebiyatın büyük yazarlarından Latife Tekin karantina sürecinde yazmaya başladığı bu sürpriz kitabında zamansız, zeminsiz, tanımsız ve insan varoluşunun ötesinde her türden dönüşüme, başkalaşıma açık kadim bir aşk duygusunun izinden gidiyor.
Beden, ten ve zihinde kayıtlı hafıza şiirle titreşip yeryüzünün hafızasıyla birleşirken gölün kalbinden yepyeni bir anlatı doğar: Gelincik ve Yılanbalığı suretinde açan sadece yeni bir hikâye değil kalp çarpıntısının kaydıdır. Göle ve oradan da okuruna akseden prizmatik savruluş.
Nurhan Suerdem
Duyuyor musun?
İletişim Yayınları
Nurhan Suerdem, yaşamı tüm yönleriyle kucaklayan insanların öykülerini anlatıyor. Bu insanlar, bazen varlığının bile farkında olmayanların yüzlerinde mutlu bir an yaratmaya çalışıyorlar; bazen mutsuzluklarıyla etrafı boğmamak için kendi kendilerini telkin ediyorlar, bazen de zamanımızın yıkıcı ruhuna karşı direnmeye çağırıyorlar. Bir bakıma, ilişkilerin acımasızlığının ve politikanın gündelik hayata dokunduğu yerde var olan hoyratlığının izlerini yok etmeye çalışıyorlar. Üstelik bunu geçici bir çözüm olarak değil, hayatımızdan yok olmaları şevkiyle yapıyorlar.
Duyuyor musun?, evlerin dört duvarları; sokağın, caddelerin tek düze kalabalıkları ve zihnimizin korkuları arasında sıkışıp kalmış duyguları açığa çıkarmak için sorulan bir soru…
Elif Daldeniz-Baysan
Kavramların Yolculuğu Çeviribilimsel Perspektiften Bir Bakış
Metis Yayınları
Elif Daldeniz-Baysan’ın ––bir bölümü Nihal Ekin Erkan’la ortak çalışmanın ürünü olan–– incelemelerini bir araya getiren bu seçki, Türkiye’de sınırlı ölçüde ilgi odağı olan kavram tarihi araştırmaları içinde özel bir yerde duruyor. Kavram tarihi yöntemini çeviri(bilim) perspektifiyle ele alan bu yazılar, Türkiye’deki kültürel değişimi yansıtan belli bazı kavramların izini sürüyor. Diller ve kültürler arasında kavramlara ilişkin aktarım sorunsalının temel izlek olarak tekrarlandığı çalışmalarda; kültür ve millet kavramlarının Osmanlı / Türk düşünce coğrafyasına aktarılışı, patent metinlerinin çevirisi, şehircilik kavramlarının uluslararası düzlemden yerel politikalara girişi gibi konulara uzanılıyor.
Bu çalışmalar düşünce dünyamıza genel anlamda katkıda bulunmanın yanı sıra, çeviri ve dil alanına özel bir araştırma perspektifi de sunuyor.
Azimet Avcu
Denenmiş Şeyler
Epona Kitap
Azimet Avcu’nun yaşadığı bu dönemin notlarını tutarak deneyimlediği olayları, kişileri ve nesneleri bir araya getirdiği şiirlerinden oluşan yeni şiir kitabı Denenmiş Şeyler, Epona Yayınları’nın Terrarium dizinden yayımladı.
Şiirleri; Parende, Kafagöz, Petroleus, Kirpi Şiir, Natama, Buzdokuz, Lahitteki Baykuş ve Banliyö gibi dergilerde yayımlanan güncel şiirin yeni isimlerinden Avcu. Bu kitapta son yıllarda dergilerde yayımlanan ve daha önce hiç yayımlanmamış politik etkiyi de içine alan post modern şiirlerini bir araya getirdi.
Aslı Perker
Sufle
Epsilon
Aslı Perker’in en sevilen romanlarından Sufle, Epsilon logolu yeni kapak tasarımı ve yazarın bu baskıya özel olarak kaleme aldığı sonsöz ile raflarda! Perker’in şimdiye dek yirmi üç dile çevrilip on binlerce okura ulaşan güçlü romanı Sufle, New York, Paris ve İstanbul üçgeninde üç farklı yaşamı benzer acılar ve benzer bir iyileşme çabasıyla birbirine bağlıyor.
Epsilon’un yeniden edebiyatseverlerle buluşturduğu Sufle’nin yeni baskısı için kaleme aldığı sonsözde romanla ilgili hislerini tüm açıklığıyla paylaşan Aslı Perker, romanı daha da zenginleştirecek bir dokunuşunu da okurlarla paylaşıyor.
Yıldız Ramazanoğlu
Papağanlar Panayırlar Hasatlar
İz Yayıncılık
Yazmak, Yaşamak ve Ölmek ile başlar Papağanlar Panayırlar Hasatlar. Biri diğerinin kapısını tıklatır, eşiğinden atlar, sofrasına kurulur, türküsünü söyler. Umarsızca birbirlerinin sınırlarını aşıp var olur. Yaşamak, bir yazar için yazmakla başlarsa, ölmek bir insan için yaşamakla başlar. Bu üçgenin ortasına “Nasıl?” sorusunu yazar insan. Nasıl yaşar, nasıl yazar, nasıl ölürsün? Yıldız Ramazanoğlu, o üçgenin ortasına şu soruyu yazıyor: “Nasıl Flaubert’in Felicite’i gibi saf ve masum olursun?” Ramazanoğlu, bu kitabında kendi üçgenin içinden çıkanları açıyor, nasılları soruyor, nedenleri ve nedeni olmayanları anlatıyor.
Oya Uysal
Yolu Yalnızlığıma Düşmedi
Sia Kitap
Bir kırmızı gül. Bekliyor, yeni güne aralayıp perdeyi. Bilse ki bir kalpten ötekine en kısa yol ayrılık… Biri söylese dinlemez, yaşayarak öğrenecek.
Ah neyin ne olduğunu daha bilmeyen masum çocuk!
Balkondan seyrettiğin bu şehrin içinde geziniyor kötülük bu boynuna doladığı atkıdan bile korkar olan şehrin, cinnet geçiren sokaklarının köşe başlarında cinayet ve senin ipi kopmuş bir uçurtmanın peşinden koşan gözlerin senin henüz ölüm görmemiş gözlerin; sarkma, düşersin.
Nilgün Emre
Solo
The Poet House
“İnsandan insana yapılan bir solo” olarak tabir ediyor Nilgün Emre yeni şiir kitabını. Hatta yeni olan tüm şiir kitaplarının bir solo olduğunu iddia ediyor. Kısaca solosuzluğun şairaneye aykırı olduğunu anlıyoruz Nilgün Emre’nin Solo’suyla.
Lirik ironizmin melonkolisi, dişil mitosların şarabi cazibesi, monotondan marjinale evrilişin alaylı ifadesi sunuluyor Solo’da, deneysel bir k/atılımla.
Algan Sezgintüredi-Mesut Demirbilek
Kavgaz: Çantacı!
April Yayıncılık
April Yayıncılık yeni ayı, yepyeni bir polisiye serinin ilk romanıyla karşılıyor. Polisiye edebiyatın güçlü sesi, çevirmen ve yazar Algan Sezgintüredi, suç araştırmaları uzmanı ve emekli emniyet müdürü Mesut Demirbilek ile bir araya geldi, Mutlu Kavgaz’ı başrole alarak özgün bir dönem polisiyesine imza attı: Kavgaz: Çantacı!
Ortada kesik bir el var. DNA analizi yok, bilgisayar yok, cep telefonu yok, internet yok, olay yerinde eldiven kullanmak hiç yok… Çaba var, zekâ var, hatalar gırla, azim başrolde. Şans topaç misali, döndükçe dönüyor.
Sahneye Adanmış Bir Ömür: Metin Akpınar
Zeynep Miraç
Can Yayınları-Mundi
Aksaray’da kalabalık bir konakta doğan, etrafı gözleyerek büyüyen, her duyduğunu zihnine kaydeden bir çocuk… Daha lisedeyken öğretmenine, “Sen en iyisi tiyatrocu ol oğlum,” dedirtecek kadar mayasını belli eden, gizli cevher bir genç… Eşiyle altmış iki yıl aynı yastığa baş koyacak kadar derin bir âşık… Türkiye’de kabare kültürünü başlatan, yüzlerce temsilde yer alan, Yeşilçam’da da birbirinden unutulmaz karakterlere hayat vermiş bir oyuncu… Karşınızda her yönüyle Metin Akpınar. Zeynep Miraç, muhatabını nasıl konuşturacağını biliyor, hem ince hem dikkatli sorular sormayı başarıyor ve Metin Akpınar’ı bir zaman tüneline sokarak onun tiyatro tutkusunu, en yakını Zeki Alasya’yla olan dostluklarını, eşi Göksel Akpınar’la olan aşkını, Anadolu’daki turnelerini, Ulvi Uraz’dan Haldun Taner’e “hoca”larını bir bir anlatıyor bize. Üstelik karşımızdaki manzara yalnızca Metin Akpınar’ın hayatı değil, aynı zamanda bir Türkiye tarihi kesiti; muhtıralar, ihtilaller, sansürler, davalarla belki örselenen, ama asla tutkusundan vazgeçmeyen tüm sanat emekçilerinin çok iyi bildiği bir direnme hikâyesi bu anlatılan. Ne de olsa Metin Akpınar’ın hayatı, sahneye adanmış bir ömür…
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.