Belleğin Yalancısı Tony Webster’in Romanı: Bir Son Duygusu
“Böyle oyunlar oynar adama bellek.”
(Samuel Beckett, Godot’yu Beklerken)
Serdar Rifat Kırkoğlu’nun İngilizceden çevirisiyle Türk okuyucuna sunulan Bir Son Duygusu, 2011 yılında yazarı Julian Barnes’e Man Booker Ödülü’nü kazandıran romanıdır.
Bu kitaba anımsama ve yanılsamanın romanı, demek yanlış olmayacaktır. Burada anımsayan, romanın başkişisi ve anlatıcısı olan Tony Webster’dir. Onu yanıltan ise belleğidir. Henüz romanın başlarında Tony, “sonunda anımsadığımız şeyler tanık olduklarımızla her zaman aynı olmuyor” (s. 10) cümlesini sarf eder. Söz konusu cümle, romanın gidişatı açısından önem arz eder. Flashbacklerle geçmişini sunan/sunmaya çalışan Tony, geçmişi ne kadar doğru hatırlamaktadır? Belleğin oynadığı oyunun cazibesi bu sorunun bünyesindedir.
Tony, geçmişini anlatırken sıfır çizgisi olarak kolejde okuduğu yılları belirler. Bu aşamadan başlayarak hayatını, anlatma zamanındaki ‘bugün’üne doğru anlatmaya başlar. Böylece vaka zamanıyla anlatma zamanını birleştirmeye koyulur. O, her ne kadar kendi hayatını/hikâyesini anlatacak olsa da belleğinin yanıltıcılığını hesaba katarak, anlatacaklarının bir kesinliğinin olmadığını henüz romanın başında ifade eder ve kendini temize çıkarır: “Gerçek olaylardan artık emin olamıyorsam da en azından, bu olguların bıraktığı izlenimlere sadık kalabilirim. Elimden gelen en iyi şey bu.” (s. 10)
Vaka Zamanının Sıfır Çizgisi: Tony’nin Kolej Yılları
Tony’nin geçmişini/hikâyesini anlatması, “biz üç kişiydik ve şimdi o dördüncüyü oluşturuyordu” cümlesiyle başlangıç gösterir. O, kolej günlerindeki arkadaş grubunu tanıtarak okuyucuyu hikâyesine hazırlar: “Colin, Alex, ben” ve dördüncü olarak Adrian Finn… Anlatıcı her ne kadar bir arkadaş grubundan söz etse de burada esas olarak Adrian Finn’i öne çıkarır. Finn, yaşının üstünde bir zekâya sahip ve olgun bir insan olarak tanıtılır. Söz konusu üç arkadaşın (Tony, Colin ve Alex), kol saatlerini, yüzü bileklerinin içine dönük gelecek şekilde takmaları dikkat çeker. Tony bunun için “zamanı kişisel, hatta gizli bir şey gibi duyumsamamızı sağlıyordu.” (s. 12) izahatını yapar. Romanın sonlarına doğru Tony anılan saate tekrar atıf yapacaktır: “Ben şu kadarını biliyorum: nesnel zaman ama aynı zamanda öznel zaman olduğunu; bileğinin iç tarafına, nabzın bulunduğu yere bitişik taktığın saatin zamanı. Gerçek zaman olan bu kişisel zaman, bellekle ilişkisi içinde ölçülür.” (s. 130) Tony’nin mezkûr açıklamaları, Tanpınar’ın “ikinci zaman” olarak ifade ettiği sezgisel/iç zamanı, öznel olan zamanı aklımıza getirmektedir.
Geçmişte çevresinde gerçekleşen diyalogları hatırlarken Tony, “konuşmaları tamı tamına böyle mi gerçekleşmişti? Neredeyse kesinlikle böyle gerçekleşmemişti. Ancak, ben, konuşmalarının böyle olduğunu çok iyi anımsıyorum.” cümlesiyle belleğin oyununa vurgu yaparak nesnel zaman-öznel zaman çatışmasını öne çıkarır.
Tony, -arkadaş gruplarına ‘dördüncü’ olarak Adrian Finn’i dâhil etseler de- Finn’in onlardan çok farklı bir mizaca sahip olduğunun farkındadır. Romanın başlarında “çekingen” olarak tasvir edilen Finn; kendisini, kız kardeşi ve babasını terk edip giden bir annenin travmasını bünyesinde barındırmasına rağmen yaşının üzerinde bir zekâya sahiptir. Hocaları ve arkadaşları onun zekâsının ve olgunluğunun farkındadır. Derste hocaları Joe Hunt, “tarih nedir?” diye sorduğunda Tony, “tarih, zafer kazananların yalanlarıdır”; Colin, “tarih, içinde çiğ soğan olan bir sandviçtir” cümleleriyle yüzeysel ve ciddiyeti (derinliği) olmayan cevaplar verirler. Finn ise belleğin kaypaklığına vurgu yaparak “tarih, belleğin kusurlarının, belgelemenin yetersizlikleriyle buluştuğu noktada üretilen kesinliktir” cümlesini sarf eder (s. 23).
Söz konusu farklılığı Tony “biz temelde, ciddi olduğumuz zamanlar dışında matrak geçiyorduk. O ise temelde, matrak geçtiği zamanlar dışında ciddiydi. Bunu anlamamız bir süremizi aldı.” cümlesiyle ifade eder. Tony’nin ifade ettiği bu fark, esaslı bir ayrıma işaret eder. Tony ve arkadaşları hayatı ve çevredeki aktiviteleri ciddiye almazken, Finn onların tam tersi bir şekilde hareket eder. Tony, okudukları yazarlar hakkında bilgi verirken Finn’in Camus ile Nietzsche’yi okuduğu bilgisini verir (s. 16). Finn’in okuduğu yazarlar, onun eylemlerine de etki edecektir. Romanın yine bu aşamasında “Camus, intiharın gerçek tek felsefi mesele olduğunu söyledi” cümlesi geçmektedir (s. 20). Söz konusu cümle, romanın gidişatını belirleyen cümlelerdendir. Nitekim birkaç sayfa öncesinde kendisi ve arkadaşlarının okuduğu yazarlardan söz eden Tony, Adrian’ın Camus okuduğunu belirtir.
Tony ve arkadaşları okulu bitirirler ve kendi yollarına gitmek üzere ayrılırlar: Adrian, Cambridge’e burs kazanır; Tony, Bristol’da tarih okur; Colin, Sussex’e gider; Alex ise babasının işini sürdürür (s. 25). Böylece birinci anlatı evresi son bulur.
Okulun bitiminin ardından Tony, Veronica (Mary Elizabeth Ford) adlı bir kadınla iki yıl süreyle sevgili olur. Vaka zamanında İspanyolca öğretimi görmekte olan Veronica, şiirden ve müzikten hoşlanan bir genç kızdır. Tony’e üstten baktığı fark edilen (ettirilen) Veronica, Tony’den yalnızca beş ay büyük olmasına rağmen bu ay farkı, Tony’e beş yıl gibi gelmektedir (s. 32). Tony, Verconica’nın ailesiyle tanışır. Daha sonra Veronica’yı arkadaşlarıyla (Colin, Alex, Adrian) tanıştırır. Devamında Veronica ile ayrılırlar ve ayrıldıktan sonra birlikte olurlar. İlerleyen süreçte Veronica’nın annesi Saraf Ford’dan Tony’e bir mektup gelir. Ford, kızı ile ayrıldıklarını duyduğu için üzgün olduğunu ve Tony’nin daha iyi birisini bulacağından emin olduğunu belirtmektedir. Bu mektubun ertesinde, Adrian Finn, Veronica’yla flört etme izni istemek için Tony’e yazar.
İlerleyen sayfalarda Tony, arkadaşı Alex’den gelen bir notla Adrian’ın bileklerini keserek intihar ettiğini ve yaşamını yitirdiğini öğrenir (s. 55). Adrian, geride bıraktığı mektupta intiharını romanın başında örnek verilen Camus’a paralel bir biçimde izah eder: “yaşamın istenmeden bağışlanmış bir armağan olduğunu, düşünen insanın hem yaşamın doğasını hem de bu doğanın birlikte geldiği koşulları incelemek için felsefi bir görevi olduğunu ve eğer bu kişi hiç kimsenin istememiş olduğu bu armağandan vazgeçmeye karar verirse, o kararın sonuçları üzerinde hareket etmenin ahlaki ve insani bir görev olduğunu söylüyordu” (s. 56-57)
İlerleyen süreçte Tony, Margaret adında bir kadınla evlenir, Susie adında bir kızı olur. Yaklaşık on yıl kadar sonra Margaret onu aldatır, boşanırlar ve dost kalırlar; arada görüşürler. Tony emekliye ayrılır, yerel tarih derneğinin üyesi olur, yerel hastanedeki kütüphanenin yöneticiliğini yapmaya gönüllü olur.
Artık ihtiyar bir adam olan Tony, bir avukatlık firmasından mektup alır; üzerinde “Bayan Sarah Ford’un (müteveffa) mülkü konusunda” yazmaktadır. Tony’den adresini onaylaması ve pasaportunun bir fotokopisini vermesi istenir. Ona beş yüz sterlin ve iki belge bırakıldığı bilgisi yazmaktadır. Belgenin birincisi Veronica’nın annesinin vasiyet mahiyetindeki mektubudur. İkincisi de Adrian Finn’in güncesidir. Ancak bu günce Tony’e ulaşmaz; Veronica’nın elindedir.
Bu kısımda da belleğe atıf yapılır: “Bir teşekkür ya da ödüle değer gözükebilecek herhangi bir anı, olayı ya da sözü araştırmaya koyuldum. Ne var ki belleğim gitgide, görünüşte gerçeği barındıran verileri küçük varyasyonlarla yineleyen bir mekanizmaya dönüştü. Dikkatimi geçmişe yönelttim, bekledim, belleğimi hileyle farklı bir yola sokmaya uğraştım…” (s. 72)
Tony, uzunca bir süre Veronica’dan günceyi almaya çalışır. Onunla kimi zaman e-mail yoluyla kimi zaman da buluşarak iletişim kurar. Tony, romanın sonlarında Adrian’ın oğluna rastlar. Annesinin Veronica olduğunu düşündüğü bu çocuğun kendisinden kaçtığını fark eder. Bir süre sonra ise bir barda otururken masasına Terry adında bir adam gelir. Adrian Finn’in oğlunun adının Adrian olduğunu, annesinin Veronica olmadığını, bilakis Veronica ile Adrian’ın kardeş olduklarını ifade eder. Bu ifadelerin manası, çocuğun (Adrian’ın) annesinin, Veronica’nın annesi Saraf Ford olduğudur.
Roman alışıldık bir sonla bitmez. Yukarıda andığımız şaşırtıcı durumu romanın sonu olarak değerlendirmek mümkündür. Kitabın son cümleleri ise şöyledir: “Birikim var. Sorumluluk var. Ve bunların ötesinde, kargaşa var. Büyük kargaşa var”(s. 159). Tony’nin, daha doğrusu onun belleğinin roman boyunca sunduğu tablo da tam anlamıyla bir kargaşadır.
Sonuç olarak, Tony bizlere hayatını değil, hayatı hakkındaki hikâyesini anlatır. Bu hikâyenin ne kadarı Tony’nin bilmemekteyiz. Nitekim Tony de belleğinin yalancısıdır. Godot’yu Beklerken’de Vladimir’in belirttiği üzere “böyle oyunlar oynar adama bellek”!
Kaynak
Julian Barnes (2018), Bir Son Duygusu, çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.