Oscar Wilde’in Dorian Gray’in Portresi romanına kibrin, bencilliğin, narsistliğin/Narkissosluğun ve son tahlilde pişmanlığın romanı demek de mümkün. “Hafif kıvrımlı kıpkırmızı dudakları, içten mavi gözleri, altın sarısı kıvırcık saçlarıyla kesinlikle müthiş yakışıklı” olarak tasvir edilen; “oğlansı” güzelliğine hemcinsleri dâhil herkesin hayran olduğu (“Dorian’da herkesi cezbeden bir şey vardı. Onu görmek bile bir zevkti” s. 147); genç, canlı ve sıra dışı bir karakter Dorian Gray. Onu; fiziğinin kusursuz güzelliğiyle ruhunun iflah olmaz kirliliği arasında uzlaşmaz bir çatışma olan bir mağlup olarak tanımlamak mümkün. Bu mağlup, romanın sonlarına doğru, “nasır kalpli, kötülük yapmaya odaklanmış, zihni lekelenmiş ve ruhu isyan için aç olan Dorian Gray”; “güzel bir yüz uğruna kendini şeytana satan” gibi nitelemelerle de ifade edilecektir (s. 223, 226).
Bir Keşke
Basil, Dorian Gray’e homoseksüel bir arzuyla âşıktır ve bu portre onun sanatının zirvesidir (“benim bütün sanatım artık o”); hâliyle Basil, sanatını Gray’e borçludur. Basil’in çizmiş olduğu portreyi gören Dorian Gray, bir dilekte bulunur: “‘Ne kadar üzücü!’ diye mırıldandı Dorain Gray, gözlerini portesinden ayırmadan. ‘Ne kadar üzücü! Yaşlanacağım, çirkin, ürkütücü bir şey hâline geleceğim. Ama bu tablo her zaman genç kalacak. Asla bu Haziran gününden daha yaşlı olmayacak… Keşke diğer türlü olsaydı! Keşke her zaman genç kalacak olan ben olsaydım da yaşlanacak olan bu tablo olsaydı!’” (s. 39)
Portreyi kıskanan Gray, “benim kaybedeceğim şeyi o niye koruyabiliyor ki? Geçen her an benden bir şey alıp, ona bir şeyler veriyor. Ah, keşke diğer türlü olsaydı! Keşke tablo değişebilseydi de ben her zaman şimdi neysem öyle kalabilseydim!” cümlelerini ifade eder (s. 40).
Bu dilek, bir keşkeyle ifade edilir ancak gerçekleştikten çok sonra Gray’e bin vah (!) ettirir. “Yaşlandığımı anladığım gün, kendimi öldüreceğim” cümlesini zikreden Gray’e göre bu hayatta sahip olmaya değer tek şey gençliktir. Gençlik ve beraberinde güzellik… Gray, güzelliği kıskanır. Onun dileği kabul olur: Çevresindeki herkes yaşlanır, yalnızca Gray yaşlanmaz, genç ve güzel kalır.
Portreyi Çirkinleştiren İlk Günah
Gray, oyunculuğuna âşık olduğu sevgilisi Sibyl’nin ona olan aşkının tesiriyle iyi oynayamaması üzerine (“seni tanımadan önce hayatımın tek gerçeği oyunculuktu. Ben sadece tiyatroda yaşıyordum. Tiyayronun tamamen gerçek olduğunu sanıyordum. (…) Sen çıkageldin -ah benim güzel aşkım!- ve ruhumu zindandan kurtardın. Sen bana gerçekliğin gerçekte ne olduğunu öğrettin. (…) Hissetmediğim bir duyguyu taklit edebilirim, ama beni ateş gibi yakıp kavuran bir duyguyu taklit edemem. (…) Becerebilseydim bile, âşıkken oynamak benim için bir kutsalın çiğnenmesi olurdu.” s. 108-9), âşığı Sibyl’i terk ederek (“sen sanatın olmadan bir hiçsin.” s. 109) onun intihar ederek ölmesine sebebiyet verir. Sibyl, aşkın gerçekliğini görünce kötü performans sergiler; aşkın gerçek olmadığını fark ettiğindeyse hayat sahnesinden çekilip ölmeyi tercih eder. Anlatıcıya göre bu (Gray’in aşkı), “gerçek olmayan ve bencil” bir aşktır (s. 119).
Yukarıda, Gray’in yaşlanmadığını belirtmiştik. Gray’in yerine portresi saat saat, gün gün yaşlanır, fakat ruhunun kirliliğini de yansıtarak… Nitekim bu portre canlıdır ve Gray’in ruhunun bütün çürümüşlüğünü yansıtır. Sibyl’i tek etmesinin ardından portresine bakan Gray, resimde bir değişiklik olduğunu fark eder. Ağızda bir tutam gaddarlık ifadesi vardır: “Titrek, parlak güneş ışığı ona ağzın çevresindeki gaddarlığın çizgilerini sanki korkunç bir şey yaptıktan sonra aynaya bakıyormuş kadar açık bir şekilde gösteriyordu.” (s. 112-13) Bu kısmın ardından Gray, daha önceki dileğini hatırlar: “Evet çok iyi hatırlıyordu. Keşke bu portre yaşlansa da ben genç kalabilsem diye çılgın bir dilekte bulunmuştu; kendi güzelliği lekelenmeseydi ve tutkularının ve günahlarının yükünü tuvaldeki yüz taşıyabilseydi; acıların ve düşüncenin çizgileri bu çizilmiş surette mühürlenebilse ve daha yeni bilincine vardığı delikanlılığının baharını ve sevimliliğini tümüyle koruyabilseydi. Yoksa bu dileği gerçekleşmiş miydi?” (s. 113)
Burada tanrı bilici anlatıcının sorusu mühimdir: “Resim ona kendi güzelliğini sevmeyi öğretmişti. Kendi ruhundan tiksinmeyi de öğretecek miydi?” (s. 114) Gray, portresini seyrederken, portresi de “o gaddar tebessümüyle” onu seyreder. Bundan sonra, portredeki Gray’in altın sarısı saçları ağaracak, işlediği her günaha karşılık portrede bir leke belirecek ve resmin güzelliğini mahvedecektir. Portre, Gray için vicdanın görünür simgesi olacaktır (s. 114).
“Ruhunun yüzü” olarak gördüğü portreden rahatsızlık duyan Gray, ilk olarak portrenin önüne büyük bir perde çeker, onu (esasında ruhunu) kimseye göstermek istemez. İlerleyen süreçte portrenin üzerine kıymetli ve mor bir örtü serer. Daha da sonrasında portreyi evinin üst katındaki bir odaya yerleştirip kapısını kilitler: “Bu korkunç şeye bir daha asla bakmayacaktı. Başka hiçbir göz onun utancını görmeyecekti.” (s. 150) [Söz konusu portreyi çizen ressam Basil de kendi ruhunu açığa vuracağı için bu tabloyu sergilemek istemez; bu önemli bir ayrıntı: “… onun üzerinde çalışırken renklerin her tabakası ve tonu bana sırrımı söylüyor görünüyordu. Dünyanın benim taparcasına sevgimden haberdar olacağından korkar oldum. (…) İşte o zaman, resmin sergilenmesine asla müsaade etmemeye karar verdim.” s. 140]. Zaman zaman tabloda değişiklik olup olmadığını kontrol eder. Ancak onun için “aynaların en sihirlisi” olan bu portre, “utancının yükünü” taşımaya, bedeniyle birlikte “ruhunu da ayan beyan göstermeye” devam eder. İşlediği günahlar, portrenin güzelliğine leke sürer ve onu utanç verici hâle getirir (s. 145). Kendi ruhu tuvalden ona bakar ve onu hesap vermeye çağırır (s. 146)
Portreyi Daha da Çirkinleştiren İkinci Günah
İlerleyen süreçte Gray, portreyi Basil’e gösterir. Karşılaştığı manzaraya hayret eden Basil, kendi yaptığı bu portrede bir iblisin gözlerini görür. Gray’e çok taptığını, Gray’in de kendine çok fazla taptığını, bundan ötürü cezalandırıldıklarını ifade eder (s. 187). Gray, resme bakar ve bir anda Basil’e karşı dizginlenemeyen bir nefret duyar; ‘delilik’ hâliyle, “bütün sefaletinin müsebbibi olan ölümcül portreyi yapmış olan” Basil’i bıçaklar: “Dorian onun üzerine atladı ve bıçağı kulağının arkasındaki büyük damara sapladı, sonra adamın kafasını masaya bastırıp bir daha, bir daha bıçakladı.” (s. 188) Daha sonra eski bir arkadaşı olan Campbell’e ceseti kimyasal yollarla yok ettirir. Devamında bir bunalım evresine girer, “düşünmeye hapsolur”. Belleği ruhunu yiyip kemirir. Zaman zaman Basil’in gözlerinin ona baktığını görür gibi olur; kendinden kaçmak ister. Romanın sonlarında “iyi” olmaya karar verir. Delikanlılık çağının lekelenmemiş saflığına özlem duyar.
Bin Eyvah
Romanın sonu, başlıkta belirttiğimiz “bin eyvah”ın ağırlığını ihtiva eden kısmıdır: “Ah! Nasıl korkunç bir kibir ve tutku ânında portre günlerimin yükünü taşısın, ben de ölümsüz gençliğin lekelenmemiş ihtişamını koruyabileyim diye yakarmıştı! Bütün fiyaskolarının sebebi boydu.” (s. 258) Gray, bu aşamada kendi güzelliğine lanet eder. Nitekim, onun mahvına yol açan, güzelliği ve uğruna Tanrı’ya yakardığı gençliğidir (s. 258). “Güzelliği onun için bir maskeden, gençliğiyse bir alaydan ibaretti”r. İyi olmaya karar verdiği bu demde, son bir umutla, portreye bir daha vakar. Ancak hiçbir değişiklik göremez; “gözlerde kurnaz bir bakış, ağızdaysa bir ikiyüzlülüğün kıvrımlı kırışıklığı vardı”r. Portredeki kırmızı leke eskisinden daha büyüktür. El ve ayak kısımlarında kan vardır. Etrafına bakar, Basil’i öldürdüğü bıçağı görür ve eline alır. Basil’i öldürdüğü gibi, Basil’in çizmiş olduğu bu portreyi de yok etmek/öldürmek ister. Portrenin yok olmasının ardından özgür olacağını umut eder. Bıçağı resme saplar ve bir çığlık duyulur. Portre değil, Dorian Gray’in kendisi ölür. Portredeki yaşlılık ve çökkünlük, Dorian Gray’in kendisine; Dorian Gray’daki gençlik ve güzellik portreye geçer: “İçeri girdiklerinde duvarda efendilerinin harikulade bir portresini gördüler, son gördükleri haliyle, muhteşem gençliğinin ve güzelliğinin bütün mucizelerini barındıran bir portreydi. Yerdeyse ölü bir adam vardı, smokinliydi, kalbine bıçak saplanmıştı. Yüzü solmuş, cildi kırış kırıştı ve çehresi mide bulandırıcıydı. Ancak yüzüklerine bakınca kim olduğunu anlayabildiler.” (s. 262)
Bıçak, portreye değil Gray’in kalbine saplanmıştır. Gray, esasında portredeki ruhunu, yani kendisini öldürür. Böylece güzelliği ve gençliğini portrede bırakarak, çirkin bir ruh ve yaşlı bir bedenle hayata veda eder. Ondan geriye; cezasını çekip arınamadığı ve kimseye itiraf edemediği suçu ve Joseph K.-vari ‘utancı’ kalır…
Kaynak
Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi, Çev. Ferit Burak Aydar, Turkuvaz Kitap, İstanbul 2019.
Sayın hocamın roman analizinin biz okuyucular için gerçekten yeni bir macera, yeni bir roman hissi vermesi gerçekten büyük emeğin getirisi gibi görmekteyim.
Emeğinize sağlık, eserin beyaz perdeye uyarlamasını tavsiye ederim.