Kuru Otlar Üstüne, Erzurum’un Karayazı ilçesinde bulunan İncesu köyüne atanan bir resim öğretmeninin, Samet’in ve Samet’in gözündeki “realiteye teslim olmuş” insanın çok boyutlu hikâyesi… Kendi söylemiyle, buraya “geldiği ilk dakikadan beri aklında sadece gitmek olan”, herkesten uzak bir yerde hayatı, yaşamayı, yaşamın anlamını sorgulayan ‘bütün bu gürültünün ortasında’ yalnız biri Samet. İnsan bazen bütün ömrünce öğrenemediği ‘hayat gerçeklerini’ birkaç senede öğrenebiliyor. Bu, Samet için de öyle… İncesu’da geçirdiği dört senelik zaman bünyesinde deneyimledikleriyle insanı yeni baştan tanıyor ve konumlandırıyor algı dünyasında. Dört senenin sonunda artık algıları ve umutlarının bile yorulmaya başladığını belirtse ve kendisiyle hiç alakası olmayan bir yere ömrünün/gençliğinin dört senesini verdiğini düşünse de aslında ‘kendiliğine’ bu sayede varıyor Samet…
“Olan er ya da geç bitmekte…” Samet’in hikâyesi ve film de öyle. Filmin sonunda Samet, Nemrut’ta “kuru otların üzerinde “yürürken, “aylar boyunca karlar altında kalan, hayata küsüp yeşermeden sararmış gibi” olan ‘kuru otların üzerinde’n hayatının, insanın, “yaşama kapanmış kıpırtısız / kendi içine batmış coğrafya” olan İncesu’nun ve Sevim’in de (“Bizi birbirimizle buluşturan bu rastlantı bile ne akıl almaz bir bilmece…) muhasebesini yapıyor. Kendi hikâyesini ise “Bakmışsın ki ortalarına gelmişsin hayatın ve içindeki çölden başka hiçbir kazancın olmamış…” cümlesiyle özetliyor.
Hakkâri’de Bir Mevsim’le coğrafya, kış, entelektüel yalnızlık, öğretmenlik, taşranın ruhu hususlarında benzerlik gösteriyor bana göre Kuru Otlar Üstüne. Ancak orijinalite üslupta gösteriyor kendisini, Nuri Bilge Ceylan’ın adesesi, bildik olanı bambaşka bir dille koyuyor ortaya…