Herman Hesse’nin Klein ve Wagner adlı anlatısı, anlatının başkişisi Friedrich Klein özelinde insan ruhunun ve psikolojisinin odağa alındığı seksen sekiz sayfalık yoğun bir metin… Kitap, sayfa sayısından katbekat fazla bir derinliği bünyesinde barındırmasıyla dikkat çekmektedir.
Roman, Friedrich Klein’in bir tren yolculuğuyla Güneye/İtalya’ya seyahat etmesiyle başlangıç gösterir. Çalıştığı bankada evrakta sahtecilik yaparak zimmetine para geçiren Klein, evini ve ailesini terk ederek -evinden ve ailesinden kaçarak- başka bir hayatın ardına düşer. Onun fizikî olarak trenle çıktığı bu yolculuk manevî anlamda trenden inip otele yerleştiğinde de -yaşamına son verene dek- devam eder. Bu süreçte Teresina adında dansçı bir kadınla aşk yaşarken, zihni daima ölüm meselesiyle meşgul olur. Romanın sonunda ise bu meşguliyetin bir neticesi olarak kendisini suya bırakır ve Tanrı’ya kavuşarak evrendeki döngüye dâhil olur.
Anlatıda öne çıkan hususlar şu şekildedir:
İnsan Ruhundaki Uzlaşmaz Çatışma: Antagonizm
Kitabın adında yer alan Wagner ismi, müzisyen Richard Wagner’e de atıf yapılarak anlatılsa da esas olarak anlatıda yer alan bir cinayet dolayısıyladır. Bu, Klein’i derinden etkileyen ve bilinçaltına işleyen bir cinayettir. Güney Almanya’daki bir okulda öğretmen olan Wagner, bütün ailesini kanlı bir şekilde boğazlar ve ardından kendisini öldürür. Bunu öğrenen Klein ise iki uçlu bir çatışma yaşar. O, kızıp köpürerek bu cinayete tepki gösterir; ancak bu tepki, onun yüreğinin sesini darkafalılık ve riyakârlıkla susturma çabası olarak nitelendirilir (s. 19). Klein’in, eşini katleden öğretmene layık gördüğü ceza ve işkenceler, gerçekleştirdiği eyleme dair ağzından öfkeyle çıkan aşağılayıcı sözler esasında “onun kendi kendisine, kendi içinde tohum halinde yatan cinayet isteğine karşı yöneltilmişti. Söz konusu cinayet tohumu daha o konuşma sırasında içinde yatıyordu kuşkusuz. Kapıldığı büyük öfke ve buna yol açan neden, gerçekte, kendi kendisini hapiste yatıyor ve kanlı eylemi işlemekle suçlanıyor görmesindendi, her türlü suçlamayı ve her türlü ağır yargıyı kendisine reva görerek vicdanını rahatlatmak istemesinden kaynaklanıyordu. Sanki kendi kendisine ateş püskürerek içinde gizlice yaşayan cinayet eğilimini cezalandırmak ya da susturmak istemişti.” (s. 19)
Dördüncü bölümün ilk cümlesi, “Klein, ruhundaki iblisle mutsuzluk içinde boğuşup duruyordu.” (s. 61) şeklindedir. Klein’in ruhundaki iblis, Wagner’dir. Onun Wagner’in işlediği cinayete dair olumsuz düşünceleri yüreğinin değil, aklının dışavurumudur. Yüreği, cinayeti anlayışla karşılayıp onaylar.
Burada Klein’in yaşadığı duygu durumu, aklımıza felsefedeki antagonizm kavramını getirmektedir. Antagonizm, insan ruhundaki uzlaşmaz çatışmayı imler. Buna göre, her insanın içinde iyilik ve kötülük, cömertlik ve cimrilik, sevgi ve nefret gibi tezat unsurların tohumları yer alır ve bu tohumlar sürekli bir şekilde birbirleriyle çatışır. Bu bağlamda anlatıcı-yazar, Klein için “peki, ne buldu kendi içinde? Karmaşa ve uyumsuzluk!” (s. 29) ifadelerini sarf eder. O, bir yandan söz konusu cinayeti ayıplarken, diğer yandan da içindeki Wagner’in, yani öldürme arzusunun bu cinayeti onayladığını fark eder. Bu çatışma, antagonist dengenin zıt kutuplarının simgesidir. Klein özelinde tasvir edilen bu durum, insanın yaratılışında çekirdek hâlinde bulunan normal bir durumdur. Yeraltı edebiyatında yer alan sapkın durum ve olayların insan ruhunda meydana getirdiği katharsis etki de yabancı saydığımız bu tohumların beslenmesiyle ilişkilidir.
Özü Kamufle Eden Bir Maske: Persona
Jung’un öğrencisi Lang’dan psikanaliz tedavisi gördüğü ve daha sonra onunla dost olduğu bilinen Herman Hesse, eserlerinde ruh biliminden faydalanır. Bu anlatısında da Klein’in sevgilisi Teresina sürekli olarak onun farklı farklı yüzlere büründüğünden, söz eder: “Bir saat içinde nasıl birbirinden apayrı iki yüz takınabildiniz?” (s. 45); “Yüzünüz bir maskeyi andırıyordu, alabildiğine mahzun ya da alabildiğine ilgisiz…” (s. 46) “… her defasında bir başka yüzle görüyorum sizi. Bugün de yüzünüz yine bir başka, morfinman değilsiniz umarım?” (s. 66) Anlatıcı-yazar da Klein’in efendi adam maskesinin ardında başka bir adamın yer aldığını vurgular: “Efendi bir adamdı ve efendiliğinin gerisinde rezillik ve yüz karasından başka bir şey saklı değildi.” (s. 22) Görünen ve görünenin ardındaki iki ayrı Klein, “öteden beri iki ayrı Friedrich Klein var olagelmişti, biri gözle görülen, öbürü gizli, biri memur, öteki katil, biri aile babası, öteki cani Klein.” (s. 23) cümleleriyle ifade edilir.
Anlatıda bütün karşıtlıklara bir reddiye söz konusudur. Anlatıcı-yazar, bütün karşıtlıkların tek bir vahdetin parçaları olduğunu, her şeyin özünde bir olduğunu, karşıtlıkların aklın bir kurgusu olduğunu ifade eder. Bu bağlamda her şeyin Tanrı’dan geldiğini ve Tanrı’ya bağlandığını dile getirir: “Oysa her şey ne kadar basitti, ne kadar iyi, ne kadar anlamlı, yeter ki dıştan değil, içten bakılsındı, yeter ki her şeyin arkasında o varlığın dikildiği, onun, Tanrının dikildiği görülsündü.” (s. 52); “Yalnızca bir tek bilgelik vardı, yalnızca bir tek inanç, tek bir düşünüş: İçimizdeki Tanrı bilgisi.” (s. 53) Her şeyin merkezinde Tanrı’yı görme, sanat noktasında da dile getirilir: “Sanat, insanın Tanrı inayetine, Tanrı nuruna kavuştuğu anlarda dünyayı temaşasından başka şey değildi. Sanat, her şeyin arkasında Tanrının varlığını göstermekti.” (s. 53);“Biliyordu ki insana acı veren, budalaca, kötü her şey tersine dönüşebilirdi, yeter ki Tanrı olarak algılanabilsindi hepsi, yeter ki en dipteki kökleri, tüm acı ve tatlının tüm iyi ve kötünün hayli ötesine uzanan kökleri aranıp bulmaya çalışılsındı.” (s. 61-62)
Ölümü Hafifleştirme Arzusu
Anlatıda ölüm, doğumdan ve yaşamdan farklı bir durum olarak düşünülmez. Nitekim hayata gelişin de hayattan gidişin de merkezinde Tanrı yer alır. Romanda bu durum Tanrı’nın nefes alış-verişi olarak yorumlanır: “Gerek Tanrı tarafından soğurulup emilen, gerek ters yönde Tanrının nefes verişleriyle dışarı saldığı karşıt varlıkların evrensel ırmağı giderek daha çok kabardı.” (s. 87)
Doğum nasıl ki Tanrı’nın lütfuysa ölüm de yine onun lütfudur. Dolayısıyla insanın yapması gereken tek şey kendisini ‘düşmeye bırakmak’tır. Nitekim söz konusu olan yalnızca Tanrı’nın istemine uymaktır: “Tek şey vardı, sonsuz, sonsuz, görkemli, kutsal nefes veriş ve nefes alış, biçimlendirme ve çözülüp dağılma, doğum ve ölüm, göçüp gitme ve diriliş, aralıksız, bitmek bilmeyen. Ve bu yüzden tek bir sanat vardı, bir öğreti, bir tek giz yalnızca: Kendini düşmeye bırakmak, Tanrının istemine karşı duramamak, iyi olsun kötü olsun, hiçbir şeye bir daha bırakmayacakmış gibi sarılmamak. Ancak o zaman esenliğe kavuşurdu insan, o zaman acıdan da, korkudan da yakasını kurtarırdı, ancak o zaman.” (s. 85)
Romanın sonunda Klein’in intiharı şöyle betimlenir: “Sandalın kenarına oturdu, ayaklarını suya sarkıttı. Usul usul öne doğru eğildi, öne doğru eğildi, derken sandal esnek bir oynayışla altından kayıp gitti. Evrenin koynunda buldu kendini.” (s. 83) Bu esnada bellek ön plana çıkarılır: “Bundan sonra ölünceye kadar geçen az sayıdaki anların içine, aynı hedefe ulaşmak için şimdiye kadar yollarda geçirdiği kırk yıla sığdırdığından daha çok yaşantı gelip sıkıştı.” (s. 83)
Burada çizginin diğer tarafına geçilince, yani ölüme erişince, onun korkulacak bir şey olmadığı fark edilir. “Arzulanan bir şeydi, güzel bir şey, memnunlukla karşılanacak bir şey, ama ille de zorunlu değildi artık.” (s. 83); “… katıksız bir teslimiyetle kendini kayığın bordasından suya bıraktığı, annenin kucağına, Tanrının kollarına bıraktığı -o andan bu yana ölmek hiçbir anlam taşımaz olmuştu.” (s. 83) Ölümün karşı konulmaz bir gerçek olduğu ve yaşamaktan farksız olduğu anlatının sonunda “Kendini düşmeye bırak! Karşı koyma! Öl seve seve! Yaşa seve seve!” (s. 85) cümleleriyle âdeta bir motto olarak dile getirilir.
Netice
Sonuç olarak Herman Hesse, Klein ve Wagner adlı anlatısında felsefe ve psikoloji disiplinlerinden faydalanarak insan ruhunun çatışmalarını işler. Ölümün de doğum kadar doğal olduğunun altını çizer. Evrene panteist bir adeseden bakarak hayattaki her şeyin -ve beraberinde sanatın- merkezinde Tanrı’nın olduğunu ifade eder. Bu bağlamda romanın sonunda yer verilen Klein’in intiharı üzerinde durulması gerekir. Nitekim o kendisini suya bırakarak, yekûnu Tanrı’yı oluşturan bir ırmağın zerreleri arasına karışır, geldiği yere ‘geri’ döner…