Tonio Kröger[1], kendisi de bir burjuva olan Thomas Mann’in otobiyografik izler taşıyan bir novellasıdır. Küçük yaşlarından itibaren gözlerini kendi içine çeviren, sözün gücüne inanıp şiirler kaleme alan ve bir gün şiirleriyle ünlü olmayı hedefleyen evrensel bir karakterdir Tonio Kröger. Onun hassas yaratılışı, şair olma hayali ve melankolik ruhu Mai ve Siyah’ın Ahmet Cemil’ini anımsatır bizlere.
Tonio ömrünce sevilmeye hasret yaşasa da mutludur. Nitekim ona göre mutluluk, sevilmek demek değildir. “Sevilmek, kendini beğenmişliğe yarayan, tiksintiyle karışık bir doyumdur yalnızca.” Mutluluk, “sevmek ve belki de sevginin nesnesine doğru küçük, yanıltıcı adımlar atıp kaçıvermektir” (s. 28). Fedakâr ve şairâne bir mutluk anlayışıdır onunkisi.
Küçük yaşlarından itibaren dizeler yazan, yazdıkça ‘normal’ insanlardan ayrılan bir şairdir Kröger. Yazdıkça insanlardan ayrılır, zira kendisinin de “aklı bir karış havadalık” ve “uyumsuzluk” olarak gördüğü şiir yazma işi, “ayrıksı bir çaba”dır (s.12). Sanatçının/şairin ayrıksılığa paralel olarak Kröger’in adı da dışarlıklı ve duyulmamış bir isimdir. Çok sevdiği Hans, başkalarının yanında onu soyadıyla -Kröger olarak- çağırır, Tonio adını “saçma sapan” bulur ve “ad bile değil ki bu” cümlesini sarf eder. Kröger de bunu kabullenir: “‘Evet, aptalca bir isim, adım keşke Heinrich ya da Wilhelm olsaydı diyorum, inanın. Ama annemin erkek kardeşinin adı Antonio, beni de onun adıyla vaftiz etmişler, nedeni bu; annem ta şeyden geliyor da…’ dedi.” (s. 17) Anlatıcı-yazara göre, Kröger istese de istemese de onda hep garip bir şeyler, garip bir yan vardır ve o hep yalnızdır. Her ne kadar bir çingene olmayıp Kröger ailesine mensup olsa da Tonio, adıyla olağan’ın alışılagelmiş’in dışına fırlatılmıştır (s. 18).
Kröger, kimi zaman “neden böyle farklı, herkese ters düşen biriyim; öğretmenlerimle neden anlaşmazlık içindeyim, öbür oğlanlara yabancıyım?” (s. 13) diyerek kendini sorgulasa da başkalarından farklı olmaktan hoşnuttur: “Kendim gibi, olduğum gibi olmam, kendimi değiştirmeyecek ve değiştiremeyecek olmam, başıboş, dikbaşlı, başkalarının kafa yormadığı şeylere kafa yoruyor olmam yeter de artar bile.” (s. 13)
Mann’a göre sağlıkla sanatçılık birbirine ters orantılıdır.[2] Romanda Tonio Kröger’in “sağlığı zayıfladığı ölçüde sanatçılığı bilen”ir; “gitgide seçici, seçkinci, çıtkırıldım, incelikli, bayağılıktan çok çabuk etkilenen, kibarlık ve zevk konularında son derece duyarlı bir adam ol”ur (s. 32). Korkunç acılar içinde benzersiz eserler verir. Bu bağlamda yazar, Tonio’ya şunları söyletir: “Aklı başında, sağlıklı, namuslu bir insan” hiçbir zaman yazı yazamaz, rol yapamaz, müzik besteleyemez; dolayısıyla sanatçı olamaz (s. 39).
Sanatçı normal insanlardan farklı düşünür, farklı konuşur ve farklı yaşar. Mann, Tonio Kröger için “işte, hep aynı şey, onu anlamayacaklar, söylediği şeye yabancı kalarak kulak vereceklerdi. Çünkü onların dili kendi dili değildi” (s. 81) cümlelerini sarf eder.
Tonio Kröger’e göre “edebiyat kesinlikle bir meslek değil, bir lanettir…” (s. 39) Bu lanete sanatçı çok erken zamanda bulaşır. Mimlenmiş olduğunu, ötekilerle, sıradan/aklı başında insanlarla bir karşıtlık içinde bulunduğunu hissetmeye başlar. Kendisini onlardan ayıran sırıtkanlık, inançsızlık, zıtlık, bilinç, duygu uçurumu giderek daha da derinleşir ve sonunda yalnız kalır. Alnındaki işareti hisseder ve herkesin aynı şeyin farkında olduğunu bilir, kişilik bilinci tutuşur (s. 39-40). Kröger’e göre, ekmek parası için sanatçılık yapanı değil de kaderi önceden belirlenmiş, lanetlenmiş bir sanatçıyı kalabalığın içinden seçip çıkarmak için biraz dikkat yeterlidir: “Yüzünde ayrılık ve ayrıksılık, tanınır ve izlenir olmanın bilinci, hem krallara yaraşır, hem de mahcup bir şey vardır.” (s. 40) Sanatçı başka kılığa bürünse, bir ataşe yahut bir muhafız alayı teğmeni gibi giyinse de gözlerini kaldırıp bir söz ettiğinde, herkes o anda onun bir insan değil, “yabancı, yabancılaşmış, yabancılaştırıcı” başka biri olduğunu anlayacaktır (s. 40).
“Ah, evet edebiyat yorar insanı, Lisabeta!” (s. 44) cümlesini sarf eden Tonio Kröger’in kendisi de çizgileri derin yüzüyle yaşından daha yaşlı gözükmektedir ve yorgun bir hâldedir. O, insanlardan yani ‘normal insan’lardan bir dostunun olmasını arzular. Ama ömrünce iblislerden, cinlerden, korkunç sapkınlardan ve hortlaklardan, yani edebiyatla uğraşanlardan dostu olmuştur. Onun normal olmayışı şairliğindendir ve şair oluşu normallerin arasına karışmaya imkân tanımamaktadır. Tonio Kröger’in mezkûr ayrıksılığı bizlere Fikret Ürgüp’ün “Öleceksem / Başka türlü görmekten, / Başka türlü duymaktan, / Başka türlü düşünmekten, / Başka türlü yaşamaktan, / Öleceğim.” mısralarını anımsatır.
Anlatının sonunda Kröger, “yaratmanın yangınları ve dondurucu soğuklarıyla yarı yarıya tükendiğini, aşırılıklar arasında durmadan, vicdan azaplarıyla gidip geldiğini, içini ısıtmayan, zoraki derlenmiş heyecanlardan yorgun düştüğünü, yoksullaştığını, iyice ‘inceldiğini’, yolunu şaşırdığını, yerle bir olduğunu, kafasının karmakarışık olduğunu, hasta düşündüğünü anla”r; pişmanlık ve özlemle hıçkırır (s. 84)
Arkadaşı Lisabeta İvanovna’ya göre Tonio, bilmediği yollarda kaybolmuş ve yolunu şaşırmış bir burjuvadır (s. 48). Tonio Kröger de anlatının sonunda kendisini “sanata dalıp yolunu şaşıran bir burjuva, çocuklukta aldığı terbiyenin özlemini çeken bir bohem, vicdanı rahatsız bir sanatçı” olarak niteler (s. 86). O, kendisini iki dünya arasında görür. Sanatçılara göre burjuvadır, burjuvalarsa onu tutuklamaya kalkmıştır (Tanpınar’ın sol ile sağın arasında kalmasına paralel bir pozisyondur bu). Onu hangisi daha çok incitmiştir, bilememektedir (s. 86). Ancak yine de ona göre, edebiyatla uğraşan birini gerçekten sanatçı yapacak olan bir şey varsa o da onun bir burjuva olarak insani, canlı ve sıradan olan her şeye karşı duyduğu sevgidir (s. 86). Yalnızca bu sevgiye dayanarak kişi hem bir insan hem de bir melek ağzıyla konuşabilir, bunun aksi bir durumda “boş bir testi ya da çıngır çıngır öten bir çıngırak olmaktan kurtulamaz” (s. 87).
Sonuç olarak şu kanıya varılabilir: Şair-yazar -daha geniş manasıyla sanatçı-, hassasiyeti olan ve bünyesinde bu hassasiyetin tetiklediği ruhsal sancıları taşıyan, böylelikle ‘öteki’lerden yani ‘normal’ insanlardan ayrılan ‘yalnız’, ‘ayrıksı’ ve ‘normal olmayan’ bir insandır.
[1] Metin içinde faydalandığımız kaynağın bibliyografik bilgisi şu şekildedir: Thomas Mann, Tonio Kröger, çev. Fatih Özgüven, Can Yayınları, İstanbul 2013.
[2] Bu bağlamda Prof. Dr. Ahmet Sarı’nın Thomas Bernard’ın biyografisi ve eserleri odağında sanatın normaldışılıkla ilişkisini ele aldığı Sanat ve Normaldışılık kitabına bakılmalıdır: Ahmet Sarı, Sanat ve Normaldışılık, Salkımsöğüt Yayınları, Erzurum 2006.
Edebiyat arayıl değil adayıştır.