Güray Süngü’nün 2014 Necip Fazıl Kısakürek Öykü Ödülü’ne değer görülen kitabı “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi” yazarın ikinci hikâye kitabı. Yazar, uzun olmasına rağmen kitabının farklı ve çarpıcı adıyla da dikkat çekmeyi başarıyor. Kitabın adından başlayarak alışılmış olanı ve kalıpları reddeden yazar, kitaptaki hikâyelerin içeriklerine dair ipucu veriyor okurlarına. Güray Süngü, on bir hikâyenin her birini özenle, ince ince kurgulayıp anlatmak istediklerini ustaca ifade etmiş eserinde. Yazar, insanın benliğine, dünyasına derin kazılar yapıp insandaki cevheri ortaya çıkarmak istemiş hikâyelerini kurgularken.
Kitabın ilk hikâyesi “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin Birincisi”, hayatımızdaki olağan dışı durumları olağanmış gibi yansıtmasıyla yaratıyor etkisini. İnsanların duyarsızlaşmaları ve insan ilişkilerinin, insan sıcağından ve insanlıktan uzak bir hâl alması ustaca anlatılıyor hikâyede. Güray Süngü, öğrenci arkadaşları Serdar ve Selim’in evlerine uğrayan tıp fakültesi yedinci sınıf öğrencisinin gözünden öğrenci evlerinin sorunlu ortamını, öğrencilerin depresif ruh hâllerini,yaşadıkları maddi sıkıntıları başarıyla yansıtıyor.
“Suyu cümle içinde kullandıkça kirlenir su, cümle temizlenir ama su kirlenir. Bu hep böyle olur. Suyun mu kabahatidir, cümlenin mi kabahatidir?” (s. 17)
“… elleri ceplerinde ama çalacak bir ıslığı yok.” (s. 24)
“Biliyorum, hayat yeniler kendini…” adlı hikâye, gerçeğe oldukça yakın. Gerek baba adayı kahramanın yaşadığı bunalım gerek kendine yabancılaşma hâli başarıyla anlatılmış hikâyede. Bu hikâyesinde de yaşananların olağanlığına vurgu yapan yazar, olağan olmayanı olağan kılarak okuyucunun vicdanına sesleniyor ve okuyucuyu sarsıyor. Hikâyede, kendi olamayan birinin yapılmaması gereken bir şeyi yaparak kendi olmasının, olabilmesinin trajikliği anlatılıyor. İnsan, kendi olmaktan kaçamaz. Kaçsa bile benliği bir şekilde kişiyi bulur.
“Çember”, “Inception” ve “Deja Vu” filmlerini çağrıştıran bir hikâye. Hem trajik hem de kara mizah içeren anlatıma başvurmuş yazar öyküsünü kurgularken. Hastalık hastası, durmadan aynı şeyleri yaşayan, yaşamında rüyayla gerçek iç içe geçen bir kahraman anlatılıyor hikâyede. Kâbus, insanı bunaltan bir durum ve yazar bu durumu, Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanına da gönderme yaparak anlatmış.
“Duvara bakan adama bakan adamlar” hikâyesinde, modern hayatta insanların birbirlerine ne kadar uzak olduklarını başarılı kurgusuyla anlatan yazar, okuru da kahramanları gibi ters köşe edip hikâyeye katıyor. Hikâyelerinin bir kısmında gördüğümüz kara mizahı bu hikâyesinde daha belirgin biçimde kullanmış Süngü. Kitle psikolojisi ve toplumsal önyargılar başarıyla yansıtılmış hikâyede.
Ayakkabı boyacısı bir çocuğun hikâyesi “İstanbul Hatırası-2009”, Yazar; bu hikâyesinde, ayakkabı boyacısı bir çocuğun bir gün boyunca yaşadıklarını, hayatındaki yokluk ve yoksunlukları anlatıyor. Boya sandığıyla şehre, her zaman ayakkabı boyadığı kahvenin önüne gider boyacı çocuk. Kahvedekilerden birinin boyadığı ayakkabısını verip yerine dönünce boya sandığının çalındığını fark eder. Hayatımızdaki maddi manevi çelişkileri, bir boyacı çocuğun yaşadıkları üzerinden, birtakım yargılara varmadan, reçeteler sunmadan anlatan yazar, boyacı çocuğun yaşadığı mağduriyeti gözler önüne seriyor hikâyesinde.
“Toprağın Üstünde” adlı hikâyede, yaşamımıza dair detaylar ve tespitler var. Türkiye’de, hemen hemen her erkek çocuk, hikâyede anlatılan travmayı ve çatışmayı yaşamıştır. Güray Süngü, dokununca resimdeki kişi canlanacakmış hissi veren resimler çizen usta ressamlar gibi, öykülerini gerçeğe çok yakın kurmaca metinler olarak kaleme almayı başarabilen yazarlardan. Murat Menteş, bir söyleşisinde, “Kurmaca metinler, insanların gerçek hayatta anlatamadıkları gerçekleri anlatmalarının bir aracıdır.” diyor. Güray Süngü’nün hikâyeleri de insanların gerçek hayatta anlatamadıkları gerçekleri anlatan hikâyeler.
“… Hayatını eskimiş bir eşya gibi bir yerlerde bırakıp gidemezsin. Bunu yapamazsın. Denersin ama olmaz…” (s.57)
“Kılık” hikâyesinde, takım elbiseli kahramanın çalışanından aldığı ders oldukça etkileyici.
“… Herkes kazanamaz biliyorum ama adaletsizliğe karşı çıkmamak onu kabul etmektir …” (s. 65)
Hikâyedeki lacivert takım elbiseli kahraman, yıllarca aynı takımı giyiyor. Bu, statükonun ve bünyeye dar gelen kalıpların anlatımı için güçlü bir metafor. Yazarın hassas konulardaki ince ve başarılı metaforları da hikâyeleri daha çağrışıma açık ve estetik kılıyor. Süngü, olumsuz durumları da estetize etmeyi başarıyor. Yazarın hikâyelerindeki bir başarısı da bu. Daha içeriden ve diğer hikâyelere göre daha kişisel bir hikâye “Kılık ”.
“Yara Kabuğu”, üniversite yıllarında Hande adlı güzel bir kıza âşık olan biri şairliğiyle diğeri yakışıklılığıyla bilinen iki aşığın hikâyesi. Yıllar sonra bir şehir içi otobüsünde yolları kesişen iki aşığın geçmişte yaşamlarının da kesiştiğini öğreniriz hikâye ilerledikçe. Yakışıklı âşık, üniversite yıllarında, sevgilisini çirkin bile olsa sevebileceğini belirtip onunda aynı şeyi yapıp yapamayacağını sınamak için bir bıçakla yüzünü parçalar. Bunu yapmasına sebep, şair aşığın sevgilisine şiir yazdığını öğrenmesidir biraz da. Şair âşık, yüzü parçalanmış aşığın hafızasını yitirmiş olduğunu fark edip onun geçmişe ilişkin öğrenmek istediklerinin tamamını anlatıp kabuk bağlamış aşk yarasının kabuğunu kaldırmaz.
Kitabın umut veren, umutlu bir sonla biten tek hikâyesi “Rüzgargülü”. Nâzım Hikmet’in, “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler” şiirindeki, “Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir.” mısrası geldi aklıma bu hikâyenin sonunda. Bu hikâyenin biri sıska diğeri iri kıyım kahramanı da bir bakıma tutunamayanlar. İntihar girişimleri başarısız olan, yapmak istedikleri protesto eylemi için belirledikleri tarihi okulun kapalı olduğu bir zamana denk gelen ismi belirtilmeyen kahramanla arkadaşı Mahmut’un hikâyesi “Rüzgargülü”
“İçimdeki daim sızı gülmeme engel olmuyordu neyse ki. Gülmek güzeldi. Çimlere uzanmak güzeldi.” (s.90)
Epigrafı, savaşların ve katliamların bir kısır döngü olduğunu anlatan “Chad Gadya” adlı Yahudi halk şarkısının nakaratı olan lirik bir hikâye “En güzel yüzün”. Hikâyede, kendi olma çabası içindeki acılı bir gencin herkesin birbirine benzediği, yaşanan acılara yabancılaştığı dünyada, acısı yüzüne yansımış bir kızı üniversite kantininde gördükten sonra yaşadıkları anlatılıyor. “Serbest Bölge” adlı filmin açılış sahnesinde, Natalie Portman’ın canlandırdığı Rebecca’nın, fonda Chad Gadya adlı şarkı eşliğinde, Ağlama Duvarı’nın önündeki etkileyici ağlama sahnesi’nden de söz ediyor hikâyenin erkek kahramanı. İnsanların duygusuzlaşmalarına ve acı hissedebilen insanları da kendilerine benzetip duygusuzlaştırmaya çalışmalarına duyulan tepkinin hikâyesi “En güzel yüzün.”
“Acısının sebebi hayata yenik düşecek ve unutulup gidecek ama içindeki ağıl acı hep kalacak orada, kalbinin tam ortasında ve yüzünde, en anlamlı bakışında.” (s.97)
(K…), İnsanlarımıza yaşatılan kardeş kavgasını ve bu kavgayı yaratanları ustalıkla anlatıyor. Ferit Edgü’ nün “Hakkâri’ de Bir Mevsim” adlı eserini hatırlattı bana bu hikâye. Zorunluluklar içinde sürdürülmeye çalışılan yaşamlar, yaşanmamışlıklar, yarım kalmışlıklar… Yazar; hikâyedeki gerilimi azaltmadan, yaşanan çelişkiyi ve kaybolan hayalleri, hayatları ustaca anlatmış. Süngü, trajik bir olayı oldukça dengeli bir anlatımla hikâyeleştirmiş. Ülkemizde yaşanan sorunların özünü yansıtabilen bir hikâye (K…). Hikâyede, Zeytinburnu’ ndaki bir binanın dairelerinden birinde patlayıcı yapan örgüt üyesiyle karşı binadaki dairede olaylarla hiçbir alakası olmayan bir gencin durumları bütüncül bir bakışla, sebep sonuç ilişkisi içinde işlenmiş.
“… İnsan ruhu acıyla şekillenir. Ya da insan acıları reddeder ve ruhu şekillenmez, çiğ kalır. İnsan çiğ kalınca yaşam konusunda becerikli denir ona, çünkü gerçekten öyledir artık. Yaşayabilmek, böyle bir şeydir…” (s.110)
Güray Süngü, hayatın dinamiklerini sezip yazdıklarına çok başarılı bir biçimde yansıtmış. Kitaptaki hikâyeler, yaşamımızdaki incelikleri ustaca yansıtmaları bakımından da oldukça başarılı. Güray Süngü’ nün özenli kelime seçimi ve argo ifadelerden özenle kaçınması da hikâyelerde dikkat çeken bir başka özellik. İpek bir eldiven içindeki çelik yumruk gibi yazarın anlatımı. Yazar, en hassas konuları bile abartısız ve naif anlatabilmiş.
Yazar, ironi yapıp kitabına “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi” ismini verse de yaşama, yaşadığımız hayata, insana dair pek çok şey anlatıyor. Güray Süngü’nün içinde birbirinden özgün ve güzel öykülerin yer aldığı kitabını okumanızı öneririm.
Güray Süngü, Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisi, Okur Kitaplığı, İstanbul, Eylül, 2017