“Boş Zamanlar”, Cemil Kavukçu’nun eşine ithaf ettiği son öykü kitabı. Altı öykünün yer aldığı kitapta, Peter Esterhazy’ nin “Gerçek hikâyeler sadece uydurulan hikâyelerdir.” sözü karşılıyor okuru. Kavukçu, Peter Esterhazy’nin bu sözüyle kendi ustalığını da ifade ediyor. Yazarın ustaca kurguladığı öyküler, okuyucuda gerçeklik hissi uyandırıyor ve kurgu okuyucunun zihninde gerçeğe dönüşüyor. Fethi Naci’nin “Eli neye değse öykü oluyor.” dediği Cemil Kavukçu, bu kitabında da elini değdirdiği her şeyi öyküye dönüştürüyor.
Kitabın “Tahta Kuruları” adlı ilk öyküsünde, bir ailenin fertleri arasındaki ilişkileri,
eski bir iskemlede açtıkları deliklerde yaşayan tahta kurularından yola çıkarak, bir çocuğun gözünden anlatıyor Cemil Kavukçu. Annesinin baba evine bırakıp gittiği çocuğun, annesinin kendisini neden bırakıp gittiğini anlama çabasını; dedesi, anneannesi ve dayısının giriştiği tahtakurusu avı sırasında depreşen anne özlemini, ustaca anlatmış yazar.
Cemil Kavukçu, her iki öyküde de yetişkinlerin dünyalarını çocukların içten ve doğal gözlemleriyle gözler önüne sermiş. Her iki öykü de çocukların ve yetişkinlerin hayata, yaşananlara bakışları ve olaylara yaklaşımlarındaki zıtlıklardan doğan gerilimlerle, çatışmalarla gelişip ilerliyor. Yazar, hayvanları da öykülerine kahraman yapmayı ihmal etmiyor.
“Boş Zamanlar”, kendisinden sonraki öykülerle bağlantılı, birbirini tamamlayan, iç içe geçmiş öykülerden ilki. Enis Çabiç adlı içe dönük, alkolik kahramanın anlatımıyla gelişen öykü, kahramanın kendisiyle ve eşiyle problemlerini aşma çabası üzerine şekillenmiş. Cemil Kavukçu’nun öykülerinin bir kısmında ele aldığı alkol bağımlılığı, uyumsuzluk, varoluşsal bunalım, resim tutkusu, geçmişe özlem gibi konular bu öyküde ve sonraki öykülerde de karşımıza çıkıyor. Enis, bir yandan eşiyle ilişkisindeki ve kendi yaşamındaki sorunları aşmak için çabalarken bir yandan da içindeki karmaşayı dindirmenin yollarını arar. Alkolü bırakmak ve kafasını toparlamak için günlük tutmaya çalışan Enis, kendine karşı dürüst olmak adına günlük yazmaktan vazgeçer. Çakal Nazmi adlı arkadaşının elli yıl önce çizdiği yağlı boya tabloyu yaşadığı apartmanın deposunda görünce, on yedi on sekiz yaşlarında toy bir gençken, tutkuyla resim yaptığı ve ressam olmak istediği günleri anımsar. Sorunlarına çözüm olacağını düşündüğü geçmiş günleri anımsamak için yolculuk etmeyi kafasına koyar. Bu arada, Eşiyle arasındaki çatışmalara dair, öyküye benzer absürd iki metin yazar. Yazdıkları da sıkıntılarına derman olmayan Enis, kendini çıkmak istediği yolculuğa hazırlar.
Stefan Zweig’in, “Her sanatçı çoğunlukla yaşamadıklarıyla, daima elinden kaçırdıklarıyla yaratır.” sözüyle başlayan “Fayık ve Diğerleri” başlıklı bölümde, koca bir sürüyü, İpek adlı bir konsomatris yüzünden Bursa pavyonlarında yiyip bitiren Çoban Fayık’ın daha fazla para harcamamak için Amca İhsan’ın verdiği akıllarla, yaşadığı kasabada pavyon açma öyküsünü üç farklı şekilde okuruz.
“N’apıcaz Fayık” başlıklı alt bölümde, Çoban Fayık’ın merkezinde olduğu, kasabada pavyon açma süreci öğrenilen geçmiş zamanda anlatılır. Bir yandan Çoban Fayık’ın pavyon açma girişimi anlatılırken, bu fikri Fayık’ın kafasına sokan esrarkeş Amca İhsan’ı da tanırız. Fayık, Hafız Cahit’in eskiden at ahırı olan tütün deposunu kiralayıp restore eder. Pavyon orkestrası için gelen teklife balıklama atlayan belediye bandosunun sıkı trompetçisi Kurbağa lakaplı Muzaffer, solist ve gitarist Çakal Nazmi ve mehter tokmakçısı, sıkı darbukacı, davulcu Hilmi ile kasaba düğünlerinin vazgeçilmez üçlüsüyken, birden Fayık Pavyon’un orkestrası oluverirler. Fayık, İpek ismini verdiği pavyonuna konsomatrisler bulur. Hazırlıklar tamamlanınca pavyonu açar. Pavyon’un açılışında ve sonrasında sorunların aşılmasını sağlayıp akıl hocalığı yapan Amca İhsan eşlik eder Fayık’a. Bu bölümü bir meddahtan halk hikâyesi dinler gibi okuruz. “Derler ki…” ifadesiyle öyküyü anlatmaya başlayan anlatıcı, ara ara bu ifadeyi tekrarlayarak devam eder Çoban Fayık’ın hikâyesini anlatmaya. Çoban Fayık’ın hikâyesinin anlatıldığı öykülerde, kahramanların kullandığı argo ifadeler de öykü atmosferinin oluşmasına ve öykü gerçekliğine ustaca hizmet eder. Bu öyküde Cemil Kavukçu’nun dil ve anlatım ustalığına bir kez daha şahit oluruz.
“Kurbağa” başlıklı bölümde, en son on yıl önce amcasının ölümünde geldiği kasabaya on yıl sonra yeniden gelen ve kasabayı çok değişmiş halde bulan Ömer; Sülo, Enis, Çakal Nazmi ve Cemil’in eskiden resim atölyesi olarak kullandıkları harabenin yerinde şimdilerde beş katlı apartman yükseldiğini görerek, bu arkadaşların resim tutkuları ve şimdiki durumları hakkında düşünür.
“Tesadüflerin mantığı yoktur derler, ya da başka birileri tam tersini söyler; hem bir mantığı vardır hem de ince ince hesaplanmış, matematiği güçlü kurgulardır der. Benim kafam ikincisine daha çok yatar. Yatar da, kim tarafından kurgulanmıştır?Orası belli değildir.Bunu düzenleyen, kişinin kendisi de olabilir ama denklem o kadar karmaşıktır ki, bunun farkında değildir…” (s.51 )
Ömer kasabada gezinirken, seksenlerindeki kurbağa lakaplı Muzaffer, Ömer’i tanır. Birlikte, bisiklet tamircisi Mesut’un dükkânına giderler. Ömer, Mesut’un dükkânında koyulaşan sohbette Muzaffer’e ve Mesut’a geçmişe dair sorular sorar. “N’apıcaz Fayık” başlıklı bölümde anlatılanları, bir kez de Muzaffer ve Mesut’un gözünden okuruz. Cemil Kavukçu, kurmaca içinde kurmacalar yaratarak her bölümde okuyucuyu şaşırtıp önceki bölümde anlatılan hikâyeyi kahramanlarına farklı bir kurguyla anlattırır. Gerçeğin hiç de göründüğü ya da kimi zaman anlatıldığı gibi olmadığını bir kere daha fark etmemizi sağlar yazar. Yaşananlar her anlatılışlarında yeni bir kurguya kavuşur, herkes yeni bir hikâye anlatır.
Bu bölümle, “Fayık ve Diğerleri” başlıklı öykü sona erer.
“Zaten Gitme Diyen De Yok”, ismini Erkin Koray’ın şarkı sözünden alan, Enis Çabiç’in anlatımıyla şekillenen bir öykü. Enis, bir yandan alkolle mücadeleye devam ederken bir yandan Nazmi’nin “Kastello” adını verdiği, Sivri Hisar kayalıklarının resmini hatırlar. Annesinin ölümünden sonra, kasabadaki evin yüklüğünde duran, gençken yaptığı tabloları oturduğu apartmanın deposuna getiren Enis, tablolardan Nazmi’nin yaptığı Kastello’yu bir işaret olarak algılar. Enis; Cemil ve Sülo’yla ünlü birer ressam olma ve kaçak yollarla Paris’e gitme hayallerini, Kazancakis’in “Kardeş Kavgası” romanından esinlenerek Nazmi’nin “Kastello” adını verdiği tablosunu nasıl çizdiğini hatırlar. Sülo, Fayık’ın pavyonunu Moulin Rouge’a, kasabayı da küçük Paris’e benzetir. Fayık’ın pavyonundaki orkestraya solist ve gitarist olarak dahil oluşunu bir de Nazmi’nin anlatımıyla okuruz. Enis, bir işaret olarak gördüğü Nazmi’nin “Kastello” adlı tablosunun etkisiyle karar verdiği yolculuğa hazırlık yapmaya başlar.
“Kayalar”, kitabın son ve bence en etkileyici öyküsü. Enis, yola çıkıp daha önce görmediği ama Çakal Nazmi’nin bire bin katarak anlattığı sıkıcı günlerin ve karartarak anlattığı ortamın cazibesiyle geldiği Sivri Hisar’da, bir otel odası kiralar.
Otel odasından izlediği Çal Dağı’nın uzantıları kayalar, Enis’e babasıyla birlikte başından geçen bir çocukluk anısını hatırlatır. Otelden çıkıp şehri gezerken gördüğü kenar mahalleler, Enis’i çocukluğuna götürür.
“…Burası neden çok tanıdık geldi sana? Çocukluğunun ıssızlığını bulman ve unuttuğun kokuları duymandan olsa gerek. Evlerden birinde biber kızartılıyor, sokak aralarında çocuklar oynuyor, yaşlı kayalar ise acı çekiyordu…” (s.79)
Enis, yanına aldığı sırt çantasıyla cüzdanı, yakın gözlüğü ve tansiyon haplarıyla birlikte Kazancakis’in “Kardeş Kavgası” adlı romanını da getirmiştir yanında. Bu roman da Sülo ve Cemil’le geçmişte yaşadıkları günlere götürür Enis’i. Otele dönen Enis, on gündür kendisinden haber alamayan eşi Emel’in hakkında neler düşünebileceğini ve neler yapacağını geçirir aklından. “Kardeş Kavgası”nı okur. Sabah yapmak istediği, belki de kendisini Sivri Hisar’a getiren şeyi düşünür.
Enis’in çocukluk anılarını ve çocukluğunu hatırladığı son öykü, bana Edip Cansever’in “Bezik Oynayan Kadınlar” şiirindeki mısraları hatırlattı.
“…
Ben pencereden bakarken
Kimseler ölmemişti
Ölüm diye bir şey yoktu ki Hilmi Bey
Var mıydı?—
Yüzümden bir şeyler aktı aktı
İçim de menekşelendi Hilmi Bey
Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.”
Cemil Kavukçu’nun tutkular, varoluşsal bunalımlar, gerçeğin göreceli oluşu, hayaller ve gerçekler, yolculuklar, ikili ilişkilerdeki açmazlar gibi insana dair pek çok konuya yer verdiği, insanı farklı yönleriyle anlattığı öykülerden oluşan “Boş Zamanlar” adlı kitabını okuyup yazarın öykü evrenine katılmanızı öneririm.
Cemil Kavukçu, Boş Zamanlar, Can Sanat Yayınları, İstanbul, Ekim, 2022.