Daha Önce Şebnem İşigüzel’in “Hanene Ay Doğacak” ve “Kirpiklerimin Gölgesi” adlı eserlerini okudum. Şebnem İşigüzel, önceki eserlerinde bu eserindeki kadar çok konuya değinmemişti ama daha önce okuduğum eserlerinde de pek çok insanı eserlerin kahramanlarının yaşantıları içerisinde anlatmıştı .
“Evren süreçtir. Gerçek olan yalnızca değişimdir. “ (s.176)
Yaşanan hayatlar yaşandıktan sonra, gerek kişinin kendisi gerek diğer insanlar tarafından sürekli değiştirilip farklılaştırılarak algılanır, yorumlanır. Bu durum, romanda Şef Şefik Karacan’ın dilinden de ifade ediliyor “bilardo oyunu” ekseninde. Romanın ilk bölümü, Leyla ve Yıldız’ın hikayeleri ile şekilleniyor. Roman, satranç oyunundan esinlenilerek şekillendiği için, Leyla (leyl) satranç tahtasındaki siyah taşları, yeraltını ve çöplüğü; Yıldız (karanlıktaki ışık ) ise beyaz taşları, ev hayatını ve elit hayatı simgeliyor diye düşündüm.
“Yaşadıklarımız geçici dünyadan resimlerdir. Her şeyin geçmiş olacağını bilen bir bilge gibi durmalı hayatta. O zaman daha az acı çeker insan.” (s.212)
Romanda tek sayılı bölümler Leyla’nın, çift sayılı bölümler Yıldız’ın hayatını anlatıyor. Leyla da Yıldız da görebileceğiniz en kötü annelerin elinde büyümüş iki insan. Leyla, alkolik ve hastalıklı bir anneye sahip. Yıldız’ın annesi ise, kızını öldürmek isteyen ve ona sürekli ceza veren bir başka kötü anne. Leyla ve Yıldız’ın travmatik yaşantılarının yansımaları düşüncelerini ve yaptıklarını etkiliyor.
Leyla, çocukluk yıllarında Rusya’da çok önemli bir satranç okuluna devam ederken ve çok başarılı bir satranç kariyeri yapabilecekken, ailesini bir trafik kazasında kaybedip Türkiye’ye dönmek zorunda kalıyor. Ailesini kaybettikten sonra, Leyla’nın hayatı oldukça olumsuz bir seyir izliyor. Leyla, bir alkolik olan Haluk’la evleniyor ve Haluk’un hırslı, kötü kalpli ebeveyninin dünyasına giriyor. Özal hükümetinde bakanlık isteyen kayınpederi, Leyla’yı bir satranç müsabakası için gideceği Rejyavik yolundan döndürüyor.
Cumhuriyet gazetesinin satranç köşesi yazarının (Abidin İşigüzel ) Leyla’nın Satranç Ustası Kasparov’la küçükken bir müsabakada karşılaşması ile ilgili yazdığı bir gazete yazısı, Leyla’nın roman boyunca yanında taşıdığı kırmızı çantanın içindeki en değerli eşyası oluyor. Romanın bu kısmını okurken, Leyla’nın kırmızısı çantası bana Leyla’nın gönlünü ve gönlünün muradını çağrıştırdı.
“Ev, başımızı sokacak bir delik değildir ki. Dünya deliklerle doluyken hiç değildir. Ev, sevdiklerimizle huzur içinde yaşadığımız yerdir.”(s.258)
Leyla, istemeyerek yaşadığı hayattan kaçıyor ve sokaklarda yaşamaya başlıyor. Sokakta çok sert bir hayat süren Leyla, Kama tarafından Kurt’un elinden kurtarılmasının ardından çöplüğün kraliçesi olup çöplükteki komün hayatına katılıyor.
“Ama siz de biliyorsunuz ki hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilen değil, insanlar arasında acı çekendir.” (s.34)
Romanın diğer baş kahramanı Yıldız, bir müzik bilimci, akademisyen. Ayrıldığı eşi Akira Muşaka ise bir böcek bilimci. Yıldızın annesi, kızını öldürmemek için kendini sokağa atıyor. Sokakta yaşarken Fesat adını alan Yıldız’ın annesi, yeraltında yaşamaya başlıyor, ölü hayvanları diriltiyor, bir organ mafyası lideri ve Jivago adlı cerrah ile garip bir hayata ortak oluyor.
Yıldız, yer üstünde, annesinin hayaleti sürekli peşindeyken, romanda Şef olarak ifade edilen Orkestra Şefi Eşref Şefik Karacan’ın biyografisi üzerinde çalışıyor. Romanda, farklı kişilerin farklı anlatımlarıyla tanıdığımız orkestra şefinin ortadan kaybolması üzerine, Yıldız’ın hayatı daha da garipleşiyor. Şef’in biyografisini yazmak isteyen Yazar İpek Tüter’le giriştiği “Şefin biyografisini kim önce yazacak?” yarışıyla Yıldız daha da karmaşık durumların içine giriyor.
Roman, üç yüz yetmiş altı sayfa. Son yüz sayfa, yazarın romanda adı geçen yan karakterler ile yaptığı hayali röportajlardan oluşuyor. Bu röportajlarda, yazar romanında karanlıkta kalan noktaları karakterlere soruyor ve roman kahramanları romandaki olaylar ve kahramanlar hakkında kendi düşüncelerini, duygularını dile getirirken, yazara da ağır eleştirilerde bulunuyorlar.
“Romanlar öylesine yazılır ama gelin görün ki okuyucu sayfayı çevirircesine kolaylıkla her şeyi tersyüz eder, altında hep bir şey arar.” (s.294)
Yazar, son röportajı Kıbrıslı Savcı ile yapıyor.” Kıbrıslı Savcı ” karakteri yazarın “Sarmaşık” adlı romanında yer alan ve Sarmaşık adlı romanda yaşanan olayların gizini çözen karakter. Çöplük romanının Kıbrıslı Savcı ile söyleşi yapılan kısmında, Kıbrıslı Savcı, yazarın aile ve yazarlık geçmişi bilgilerine vakıf olduğunu ifade ederek, yazara,1989 yılının Kasım ayında “Varlık ” dergisinde yayımlanan “Satranççı Kızın Ölümü ” adlı öyküsünü hatırlatıyor. Öyküyü okuyunca yepyeni bir kurguyla, belki de romanın omurgası diyebileceğimiz, romanın üzerine inşa edildiği olaylarla karşılaşıyoruz. Okuduğumuz roman yepyeni bir hâl alıyor.
Şebnem İşigüzel’ in romanında, devletin faşizminden sokaktaki faşizme; çöplükteki faşizmden evlerdeki faşizme; insan ilişkilerindeki faşizmden ailenin birey üzerindeki faşizmine kadar faşizmin türlü halleri romanın kurgusu içinde irdelenip anlatılıyor.
“Tarih, insanlık, evlerin içi, sokaklar, ruhların karanlık yüzleri görseniz bile inanmayacağınız şeyleri saklarlar.”(s.95)
Romanda, ülkemizin kültürel ve entelektüel yaşamındaki kalitesizliklerden ; sağlık alanındaki ilkesizliklere, insanların yasadıkları maddi manevi tecavüzlerden psikolojik tecavüzlere; kişilerin maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalara kadar yaşamımızın her alanına ilişkin metaforlar, göndermeler ve çağrışımlar söz konusu.
Şebnem İşigüzel, eserinde ülkemizin yakın geçmişinde yer alan çeşitli siyasi anlayışları da çeşitli göndermeler ve sembollerle yoğun bir şekilde irdeleyip eleştiriyor. Bütün bu bahsi geçen konular ve yaşantılar postmodernizmin anlatım teknikleri kullanılarak (üst kurmaca, metinler arasılık, parodi) okuyucuya aktarılmış ve her bölümde yazarın metni ele alış, irdeleyiş şekline göre farklılaşmış bir eserle karşı karşıya bırakıyor bizi yazar Şebnem İşigüzel.
Yazar, eserinde postmodern romanın tekniklerinden parodiyi kullanarak Tolstoy’un “Anna Karanina” adlı eserine, John Fowles’in “Koleksiyoncu” adlı eserine, Alexandr Dumas’ın” Üç Silahşörler ” adlı eserine dolaylı göndermelerde bulunuyor. Yine Leyla’nın kraliçesi olduğu çöplükte oluşturulan kütüphanede bulunan eserlerle de pek çok yazarı anıyor Şebnem İşigüzel. Hatta roman kahramanlarından birinin adı Tolstoy. Bu vesileyle yazarın Tolstoy sevgisini de öğrenmiş oluyoruz. Romanda, Gustav Flaubert’ten alıntılara da yer vererek Fransız yazara da bir selam gönderiyor Şebnem İşigüzel.
Değerlendirmemi, Kama’nın çöplükteki evinin çöplerden toplanan kitaplarla oluşturulmuş kütüphanesinde “Üç Silahşörler “ adlı romanı görünce Leyla’nın söylediği sözle bitirmek istiyorum.
“Üç Silahşörler’ de şöyle der: İçinden geldiği gibi yaz. Ama satranca uymaz bu.” (s.59)
Şebnem İşigüzel’in bu okuması biraz çaba isteyen çok katmanlı, zengin içerikli, keyifli romanını okumanızı öneririm.