Şairlerine ve şairlerinin eserlerine, anılarına çok vefalı olabilmiş/olabilen bir toplum olmadığımız gerçeğinden yola çıkarak başlıyorum yazıma. Toplumumuzda, şairlere ve eserlerine değer verme ve şairleri gerçek anlamda sahiplenme bilinci yeni yeni filizlenmeye başlamış olsa da şairlerin ve şiirlerinin hak ettikleri değeri görmedikleri kanısındayım. Köklü bir şiir geçmişi olan ve pek çok değerli şair yetiştirmiş toplumumuzun şairlere ve şiire gereken ilgiyi gerçek anlamda gösterecekleri günlerin yakın olması umudunu canlı tutup şairlerin eserleri ve hayatları ile ilgili incelemelerle avunuyoruz. Ülkü Uluırmak’ ın “Edip’in Lastik Topu” adlı kitabı da değerli şairlerimizden biri olan Edip Cansever’i daha iyi tanımamıza, şairin şiirlerine biraz daha yaklaşmamıza vesile olacak kitaplardan biri. Çünkü zamanla sınanıp geleceğe kalabilen şairlerin hayatları da şiirlerine dahil. Son sözü kuşkusuz şairlerin şiirleri söyler ama şairler şiirlerinden çok daha fazlasıdırlar.
Ülkü Uluırmak’ın Edip’in Lastik Topu (Dostlarının ve ailesinin anlatımıyla Edip Cansever) adlı kitabı, otuzuncu ölüm yıldönümünde, Edip Cansever’i; kişiliğini, alışkanlıklarını, dostluklarını ve ilginç yönlerini anlatan bir kitapla anmak amacıyla, Murat Yalçın’ın editörlüğünde Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmış.
Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında, Ülkü Uluırmak’ ın arşivinden çıkan “Edip’in Lastik Topu”, başta bugün hiçbiri hayatta olmayan Vedat Günyol, Cemal Süreya, Fethi Naci, Memet Baydur, Selçuk Baran gibi yazarlar olmak üzere, şairin Merih Sezen, Yalçın Yalın, Yakup Arslan gibi dostlarının; antikacı ortağı Mösyö Jak’ ın; kızı Nuran Birol, ablası Edibe Aykaç, kız kardeşi Ayten Böke ve eşi Mefharet Cansever’in ses kayıtlarının çözümünden oluştuğu” bilgisi veriliyor.
Yazar Ülkü Uluırmak, kitabı proje aşamasındayken hep olumsuzluklarla karşılaşmadığını, kimi güzel olaylar da yaşadığını belirtiyor kitabının önsözünde. Ülkü Uluırmak , kitabı için konuştuğu Cemal Süreya’ nın Edip Cansever’den büyük bir sevgiyle söz etmesinin yüreğini ısıttığını ifade ediyor. Cemal Süreya, Edip Cansever’le ilgili söyleşilerinde Ülkü Uluırmak’ a, “Benim şiirimi sevmiyor musun?” diye sormuş ve günlüklerinden birinde Ülkü Uluırmak hakkında, ”En Sevdiği şair Edip.” diye yazmış.
Ülkü Uluırmak, kitabına yazdığı önsözde, Selçuk Baran, Mefharet Cansever ve kendisi; artık hayatta olmadığını ifade ettiği bir öykücüyle Asmalı Mescit’ te buluşup yiyip içip sohbet ederken, kendisinin Edip Canseverle ilgili projesinden bahsetmesinin ardından, artık hayatta olmayan öykücünün aldığı alkolün de etkisiyle kendisine, ” Sen kim oluyorsun da Edip’le ilgili bir kitap yazmaya kalkışıyorsun?” diye çıkıştığını belirtiyor. Yazar Ülkü Uluırmak, yaşadığı bu olayın kendisinde yarattığı burukluktan da söz ediyor kitaba yazdığı önsözde.
Ülkü Uluırmak, Edip Cansever’in eşi Mefharet Cansever’le geliştirdikleri dostluktan ; önce Nahit Hanım’ın evinde görüşmelerinden, Etilerdeki evlerinde Mefharet Cansever’le görüşmelerinden; ardından Edip Cansever’in ölüm yıldönümü olan her 28 Mayıs’ta önce Rumelihisarı mezarlığında, sonra Etiler’deki evlerinde bir arada oluşlarından, Cansever’in mezarı başında şiirlerini okuyuşlarından söz ediyor. Ülkü Uluırmak, Edip Cansever’in eşi Mefharet Cansever hakkındaki görüşlerini ekliyor sözlerine:
“…Edip Cansever’e karşı son derece anlayışlı ve fedakar bir eş, güzel ve sevimli bir insan. Bütün bunlara şairimizin ilk okuru olduğunu da eklemeli. Etiler’deki eve her gidişimde Edip Cansever’in ölümünden sonra, olduğu gibi bırakılmış çalışma odasına bir mabede girer gibi saygıyla yaklaşır, kapıdan bakardım. Bıraktığı gibi düzenli, temiz bir oda. Her sabah işine gider gibi girdiği oda ve işinin başına oturduğu masa. Her sabah işine gider gibi şiirine giden bir başka şair var mıdır acaba?
Gariptir, çoğu İkinci Yeni şairinin aramızdan ayrıldığı yaşta o da gitti. Gençti daha. Henüz 58 yaşındaydı…” (s.10)
Kitaba yazdığı önsözden sonra, sözü Edip Cansever’in şair-yazar dostlarına, iş arkadaşına, aile fertlerine bırakıyor Ülkü Uluırmak.
İlk sözü,20 Ekim 1987 tarihinde Bostancı’daki evinde Ülkü Uluırmak’la Edip Cansever üzerine söyleşi yapan Yazar Vedat Günyol alıyor:
“Cansever İkinci Yeni’nin içinde değildi. Onu nereye oturtacaklarını bilemediler, bir yere yamadılar. İnce bir adamdı, çatmasında bile bir terbiyeli tarafı vardı. Mehmet Fuat onu çok tuttu, şiirlerini sürekli yayımladı. Ben onun şiirini çok seviyordum. Öyle hınzır, öyle incelikler buluyor ki, müthiş bir şey.” (s.11)
Sonra, sözü Şair Cemal Süreya alıyor ve Kasım 1988 tarihinde, Kadıköy’deki Olimpiyat Restoran’da Ülkü Uluırmak’a Şair Dostu Edip Cansever’i anlatıyor sıcacık tavrıyla ve ona duyduğu sevgiyle:
“ Edip’le ilk orada karşılaştık, Yeditepe’ de. O sıralar Fatih’te oturuyordu. Ben de Fatih’te, Malta’da bir ev tutmuştum. İlişkimiz birden bire sıkı bir arkadaşlığa dönüştü. Edip O sırada daha çok Dirlik düzenlikteki şiirlerinde biraz Melih Cevdet’in etkisi altındaydı ya da ona paralel şiir yazıyordu. Beni tanıdığı zaman Ankara’da “Pazar Postası” çıkmaya başlamıştı. Benim adımı biliyordu, beni önemsiyordu; bir iki kişi söz etmiş olacak. Ankara’daki harekete karşıydı çünkü başka türlü bir şiir yazıyordu. Ben o dergide yazanlarla onun arasında bir bağlantı oldum. Edip’i tanıdım ve sanırım Edip’te bir değişim oldu. Yani orada yazanlara meyletmeye başladı. Öyle sanıyorum ki “Yerçekimli Karanfil” şiiri ve kitabı orayla birleşmesinden çıktı. Önce çok karşıydı. Hatta Pazar Postası’ nda yapılan bir konuşmada ya da ankette hepsini karşısına aldı bu genç şairlerin. Çünkü Edip Cansever, bizden önce ortaya çıkmış ve biraz başka türlü bir şiir yazan ve adı da edilen bir iki genç sanatçıdan biriydi.”(s.12)
“Arkadaş olduk, Hiçbir zaman çok büyük arkadaş olamadık. Ama her zaman, herkesten daha iyi arkadaş olduk. Beni sevdiğini biliyorum. Ben de onun şiire bu kadar bağlılığını takdir ederdim. Edip için nelere mal olmuştur şiir: Bir kere, şiir yüzünden evini, mutluluğunu çok uzun bir süre düşünmemiştir, aklına gelmemiştir. Şiire evinin uymasını istemiştir. Sonra, iş bakımından …Edip varlıklı bir aileden geliyordu. Bu Büyük varlık içinde şiir yüzünden hep sömürülmüştür. İşiyle uğraşmamıştır, başkalarının eline bırakmıştır onu, ne verdilerse kabul etmiştir. Bedesten’ de, Kapalıçarşı’daki dükkanda, üst kata çekilirdi. Zaten işe biraz geç gelir, saat dörtte de çıkar. Şu sözcüğü, şu cümleyi söyleyerek çıkacaktır: ‘Bir masanın örtüsü üzerinde beyaz bir şey….’ Bu hayalle çıkacaktır…”(s.13)
Açıklamalarının devamında, Edip Cansever’in zenginliğinden utandığından bahsediyor Cemal Süreya. Edip Cansever’in resim sanatına olan yatkınlığından, klasik batı müziği hayranlığından, Alaturka’ daki ustalığından söz açıp devam ediyor anlatmaya:
“Bir şairin hazırlığı için gerekli bir sürü malzeme vardı onun elinde. Anadolu’ nun çeşitli yerlerinde söylenmiş bütün açık saçık türküleri bilirdi. Açık saçık derken, argo meselesi…Yani Küfür etmeyi de bilirdi. Dilin en temiz en kirli noktalarını tanımıştı.”(s.13)
Cemal Süreya , Özdemir Nutku’nun ve Aslan Ebiri’ nin T.S Eliot çevirilerinden söz ediyor. Edip Cansever’in kendini Eliot’la özdeşleştirdiğini, Eliot’ un Türkçeye çevrilmiş şiirlerini önüne alıp uzun zaman onlara baktığını, Edip Cansever’i en çok Eliot’ un şiirlerinin çektiğini belirtiyor.
Edip Cansever’in dostlarıyla içtiği mekanlar konusundaki minimal tavrından da söz ediyor Cemal Süreya. Ve ardından ekliyor:
“Bir alaturka yanı vardı, o hep ağır bastı yaşam biçiminde. Seçtiği meyhaneler de öyledir, bir kere de git bilmem nereye. Hayır, gitmezdi, ille oraya gidecek. Orada birtakım kişilere rastlamak özleminden miydi bu? Onlarla var, yani sanat çevresiyle var. Tek başına kendini yok sayan bir adam…Bir de şunu söyleyeyim, kendine bakardı aslında. söz gelimi evine gider, gece yemeğini yerdi. Buzdolabını açar vitaminlerini filan alırdı. Oysa sözgelimi Turgut Uyar kendine bakmazdı. Bense zaten o zaman içmeyi pek bilmiyordum.” (s.14)
Dostu Edip’in hiç kimsede olmayacak kadar güzel lepiska saçlarından söz ediyor Ülkü Uluırmak’a Cemal Süreya ve dostunun saçlarının çok kısa sürede inanılmaz biçimde döküldüğünden. Devam ediyor dostunu anlatmaya:
“Aslında çok temiz kalpli bir insandı, bir çocuk diyebiliriz ama bazı şeylere fazla kızardı. O geçer, utanır onun geçmesinden, yine de onu sürdüreyim isterdi. Gençliğinde çok kavgacıydı, münakaşacıydı ama sonra giderek bir bilgelik aldı onun yerini.”(s.14-15.)
Cemal Süreya, Edip Cansever’in şiirinin gelişim aşamalarının en yakın tanığı olarak şairin şiir anlayışının ve şiirlerinin geçirdiği aşamaları, şairin özgünlüğünün kaynaklarını anlatıyor bütün ayrıntılarıyla:
“ Şiire hiç kimse o kadar bağlı olmamıştır. Çok fazla bağlanış. Hayatta herkes kendini bir iki noktadan bağlar; sevgilisi vardır, oğlu vardır. O kendisini şiirle bağladı hayata. Bunun yararlarını ve zararlarını gördü bence. Şiir dışında neler okurdu? İlk sıralarda daha çok sol literatürü okurdu. Resimleri alır, resim altlarından bir şeyler çözmeye çalışırdı. Bu şiirini açıklar sanıyorum. Sonunda bu onu, şiirini bir tiyatro gibi görmesine götürdü. Daha doğrusu kaynağı tiyatro da değil. Gerçi “Nerde Antigone” den beri var bu ama ilerde daha fazla oldu, ”Ben Ruhi Bey Nasılım” falan. Önceleri salt istif şiiri yazıyordu.” Dirlik Düzenlik” teki gibi. Hani fiil çeker gibi. O onun kedisi, o onun kedisi, onun kedisi… Sonraları bunu bıraktı, bir çeşit düz yazıya daldı; kuruluşlar önemli oldu onun için, bir şeyin kuruluşu. Esinlendiği kaynaklardan , daha çok öyle yararlandı sanıyorum. Sözgelimi “kedi iç yapıyor” dedi. Kıvrılıyor ya kedi, onun içini düşünüyor. İyice formel bir şey. Kedi kıvrılmış demiyor, yani kuruluşlardan bir şey getiriyor. Ama o “kedi iç yapıyor” u, birinin, bir filozofun bir lafından getirmesi vardır mutlaka, bir gönderme vardır bir yere. Benim katkım da bu demek istiyor. Öyle bir şey oldu ki hem bir elit şiiri yazmak hem halk şiiri(halk şiiri demeyeyim, Edip’e o uzak) halka yakın şiir yazmak, bu ikisi arasında gitti geldi. Sonunda kendisinin ayrık bir kişi olduğunu gördü. Öyle değerlendirildiğini de gördü. Önce buna kızdı, sonra kabul etti. Tıpkı şunun gibi: Sartre diyor ki ben varoluşçu filan değildim, varoluşçusun , varoluşçusun, dediler kırk kez, ben de varoluşçu oldum. Yani Edip’te biraz bu var. Ancak sonunda kendine gitti. Rimbaud’ nun bir sözü vardır: ”Ben başkasıdır.” Ben şiirimde başkalarını da anlatmıyorsam, o zaman benim kendimi koymamın ne anlamı var ki. Edip bu planda fazla ileri gitti.
Edip fiilen son on yılında adamakıllı rantiye oldu. Daha çok faiz geliriyle geçimini sağlamaya başladı. Ondan önce öyle değildi. Bir de Edip’te şöyle bir şey vardı: Şiir onun için bir çalışmaydı. Çok tuhaf bir şey. Hiçbir şair, saat dokuzda kalkıp şiir yazmak için masaya oturmaz. Edip otururdu. Yani bir yerde rantiyeliğini onunla telafi ediyordu. Şiir onun hem işiydi, hem belasıydı, hem başarısıydı, hem aşkıydı. Ne bileyim, hayatla bağlantılı neyi varsa oydu. Bütün arkadaşları, şiirden edindiği arkadaşlardı. Tamamen küçük bir edebi çevrede çalışan ve meyhanesini sırtında taşıyan bir adamdı, bir derviş. Merkez Efendi gibi bir adam.(s.15-16.)
Cemal Süreya, Edip Cansever ile ilgili açıklamalarına devam ederken Edip Cansever’in arkadaşlarının Cemal Süreya’ nın çevresiyle Orhan Kemal’in çevresinden olduğunu ifade ediyor. Edip Cansever’in bu arkadaşlarının,” Fethi Naci, Balıkçı Nuri, Arap Talat, Muzaffer Buyrukçu, Agop Arad, Orhan Kemal olduğunu belirtiyor ve ekliyor:
“Bir de Patriyot Hayati (Hayati Tözün).Edip’in hayatında bir renk, önemli bir şeydi Patriyot Hayati. Mihri Belli’lerle 1951 tevkifatında içeri girmiş, Trakya kökenli bir ailenin çocuğu. Prens Hayati olarak da anılır, çok ilginç bir adamdır.”(s.17.)
“Şiiri de giderek, çoğulluktan tekilliğe doğru gidiyordu zaten. Yani bireyin sıkıntısını, bireyin bunalımını anlatmaya başladı. Onu da tiyatroyla vermeye çalıştı, yani birtakım jestlerle, birtakım insancıl karşı koyuşlarla kendi gerçeğini anlattı.”(s.17.)
Edip Cansever’in siyasi duruşundan ve siyasetle ilişkisinden söz eden Cemal Süreya, şairin zenginliği nedeniyle sol çevrelerden dışlandığını belirtiyor. Sol siyasette fraksiyonların ortaya çıkmasının, sol fraksiyonların cinayet işlemelerinin , Mao ve Sovyetler Birliği arasındaki çelişkilerin Edip Cansever’i, bir kuşkuculuğa götürdüğünü ve Edip Cansever’in gittikçe yalnızlaştığını ifade ediyor Ülkü Uluırmak’a Cemal Süreya. Ardından Edip Cansever’in geçmişte kendisine anlattığı bir kompleksinden söz ediyor Cemal Süreya:
“Edip’in bir de kompleksi vardı, bana anlatmıştı; bunu burada anlatmakta bir sakınca görmüyorum. Fatih Camii avlusunda top oynanırmış. İkinci Dünya Savaşı yılları,o zaman lastik top diye bir şey yok, bez topla oynanır. Edip’in lastik topu var ve Edip’i lastik topu olduğu için takıma alıyorlar, aslında kötü bir oyuncu. Bu insanda nasıl bir iz bırakır? Edip’te? Bu bir gerçek, babası zengin esnaf. O sırada fazla zengin olmasa da sonradan oldu. Ama lastik topu olan bir çocuk edip, bunun için onu takıma alıyorlar. Bu edipte kompleks yaratmıştır. Kendisi söyledi bunu, ben nereden bileyim. Burda bir hüzün var. Edip o hüznü sevdi. Aslında şiirimizdeki durumu da budur, hep ona lastik topu var gibi bakıldı. Oysa şairdi, alalım bir sürü şairi, çoğundan iyiydi. Ama o duyguyu hep içinde taşıdı.”(s.18)
Cemal Süreya, Edip Cansever’in hangi şairleri sevdiğine değiniyor Ülkü Uluırmak’la sohbetinin bir yerinde:
“Nazım’a hayrandı ama Nazım’ın kötü şiirleri de vardı, belki ona karşı çıkmıştır. Benim aklımda kalan Nazım hayranıydı. Orhan Veliyi de sever, Oktay Rıfat’ı da sever. Ama Nazım için bir yerde bir şey söylemiş olması tümüyle onu bağlamaz, onun karakteri değil.”(s.20)
Cemal Süreya, Edip Cansever’le ilgili sözlerinin sonuna doğru şair arkadaşının başarısından, dramından, büyüklüğünden söz edip Edip Cansever’in şairliği hakkında değerlendirmede bulunuyor:
“Edip’in başarısı, dramı, büyüklüğü şurada: Edip, Türk edebiyatında, sonunda o yere geleceğini bilseydi, ne bileyim daha başka çalışmalar da yapardı… Hazırlıksız biri ama şunu da söyleyeyim, o kadar dikkatli ki. Hatta ne derler, çok sakınımlı bazı konularda. Araştırmasını yapmadı, her şair araştırmasını yapmalı. Geçmişini, Fuzuli’yi bilmek zorundadır. Kendi şiirimizi bilmek zorundayız. O çalışmayı yapmadı, onu yapsa ne büyük, daha büyük olacaktı.” (s.20)
Ülkü Uluırmak, Edip’in Lastik Topu- Dostlarının ve ailesinin anlatımıyla Edip Cansever, YKY, İstanbul, Eylül, 2016