Ülkü Uluırmak’ın, Edip Cansever’in şair ve yazar arkadaşlarıyla, dostlarıyla, aile fertleriyle yapmış olduğu söyleşilerin ses kayıtlarının çözümünden oluşturulan “Edip’in Lastik Topu”(1) adlı esere ilişkin dördüncü ve son yazımda, Şair Edip Cansever’in yaşamına tanıklık eden dostlarının ve şairin aile fertlerinin anlattıklarını sizlere aktarmaya devam edeceğim. Bu yazımda sözü Edip Cansever’e bırakıp yazıma şairin çok sevdiğim bir şiiriyle başlamak istiyorum.
Gelmiş Bulundum
Ben mişim -neymiş- su sesiymiş
Oymuş -cam kırıkları gibi gövdemi yakan-
Yanağında sardunya kokusuyla yazdan
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş
Bir yabancı mı, yoksa bir ermiş
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.
Güneş mi batarmış bir özel ismi bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.
Yıldızlar, büyülü ülke adımı unutturan
Bir kaya, bir ot, bir akarsu
Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu
Ki bütün ölüleri sığa çıkaran
Ve kenti bir ölüm derinliğine salan
Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.
Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum. (2)
Ülkü Uluırmak, Edip Cansever’in çoğu zaman şair-yazar dostlarıyla, kimi zaman da eşiyle yiyip içtiği bir mekan olan Asmalı Mescit’teki Yakup 2 Meyhanesi’nde 1987 yılında Yakup Aslan’la görüşüyor. Yakup Aslan, tanıdığı Edip Cansever’i anlatıyor:
“Abimizi kaybettik. İyi insandı. Öyle gönlü açık, kibar ve ağır. Yani anasını satayım, öyle kendini beğenmiş şeylere asla girmemiştir. Olay bu.
“…’Çağrılmayan Yakup’ diye bir kitabı vardı, imzaladı, aldım, evde. Ama bulur muyum bulamaz mıyım, bilmiyorum. Sonradan bizim için yazdığını söyledi ama hiçbir şey anlayamadım. “ (s.56)
Edip Cansever, Milliyet Sanat dergisinin 22 Ocak 1979 tarihli 307. sayısında ortağı Mösyö Jak’tan (Jak Salhoşfili) ve Mösyö Jak’ın kendisine yaptığı büyük iyilikten söz eder:
“1954 yılında çıkan büyük Kapalıçarşı yangınında dükkanım tamamen yandı. Sigortadan aldığım para, yeniden bir iş yeri açamayacak kadar azdı. Günler, haftalar geçti. Sonunda bir dükkan buldumsa da , dükkanın satış bedeli elimdeki paranın hemen hemen iki katıydı. Kendime bir ortak aradım. Buldum da. Her neyse, küçük bir anaparayla dükkanı açtık. Yeniden bir geçim yolu tutturmak önemliydi elbette. Ama daha önemlisi şuydu: Birkaç ay sonra ortağım bana, alım satımla kendisinin uğraşabileceğini, benimse yukarıdaki asma katta istediğim gibi çalışabileceğimi, saatlerimin de kısıtlı olmadığını müjdeledi. İşte, kitaplarımdan dokuzunu bu asma katta yazdım. Tam yirmi yıl. Bugün düşünüyorum da ,ya o yangın olmasaydı?”
Ülkü Uluırmak, Edip Cansever’in Kapalı Çarşı Sandal Bedesteni’ndeki antikacı dükkanını birlikte işlettiği ortağı Mösyö Jak ile görüşüp Edip Cansever hakkında bilgi alıyor. Edip Cansever’in dokuz şiir kitabını yazabilmesine ortam hazırlayan ve dolaylı yoldan da olsa vesile olan Mösyö Jak, Edip Cansever’le ortak oluşlarının hikayesini ve Edip Cansever’le ilgili düşüncelerini dile getiriyor:
“1954’teki Kapalıçarşı yangınından sonra. Bir gün babasına rastladım, Edip seni arıyor, dedi. Senin işe devam etmeye niyetin varsa ortak olalım, dükkan var, dedi. Aldık dükkanı, başladık çalışmaya.20 yıl sürdü,1975’e kadar. Bu süre içinde hiç kırmadık birbirimizi. İlk günler işe sarıldı ama ticareti sevmedi Edip. Antika eşyayı severdi.
Edip düşüncesiyle eylemi birbirine uyan iyi bir insandı, sevgi doluydu. Sevgisini kelimelerle anlatamazdı. Sevgisi klasik anlamda değildi. Karşısındakini kırmamaya çok dikkat ederdi. Karşısındaki onu kırsa bile sevgisini esirgemezdi. Sevdiği yakın arkadaşlarını kaybetmesi onda bir çöküntü yaratmıştı son zamanlarda.
Edip ince, dürüst, yapmacıksız bir insandı.”(s.57)
Ülkü Uluırmak Edip Cansever’in kızı Nuran Birol’la 22 Ekim 1987 tarihinde, kızının Etiler Ulus Mahallesi’ndeki evinde görüşüyor. Bu görüşmeye Edip Cansever’in eşi Mefharet Cansever, ablası Edibe Aykaç ve kardeşi Ayten Böke de katılıyor. Nuran Birol, babası hakkındaki duygu ve düşüncelerini ve izlenimlerini Ülkü Uluırmak’a anlatıyor:
“Her şeyden önce dürüstlüğünden söz etmek istiyorum babamın. Gerçekten çok dürüst bir insandı, çok doğrucuydu. Yani o kadar ki bindiği dalı kesmek vardır ya, bazen öyleydi. Hiçbir zaman menfaati uğruna doğruyu söylemekten kaçınmadı. Kişiliğinin en belirgin özelliği budur. Hatta çok insanı kırmıştır konuşmalarında. Her zaman düşündüğünü söylerdi, kendisine doğru gelen şeyi söylerdi, karşısındakini incitmek pahasına da olsa. Bu birinci özelliği. Benim için çok önemli. Çünkü gerçekten, yalan söylememeyi, dürüst olmayı babamdan öğrendim, çocukluğumdan beri. Küçük hesapları yoktu, hiçbir zaman da olmadı.
İkinci özelliği olarak tertipli düzenli olmasını söyleyebilirim. Çalışmaya oturacağı zaman tertemiz giyinirdi, masası hiçbir zaman dağınık olmadı. Savruk bir insan değildi yani .Daima beyaz kağıt kullanırdı, hiçbir zaman saman kağıdı kullanmadı. Şiirlerini önce el yazısıyla yazar sonra daktiloya çekerdi. Hep beyaz kağıt kullandığı için takılırdık; kağıt pahalılaştı, saman kağıdına yaz, diye. Hayır derdi, ben ancak beyaz kağıda yazabilirim.”(s.58)
Cansever’in kızı Nuran Birol, babasının şairliğine ilişkin izlenimlerini anlatmayı sürdürüyor. Kızı Nuran Birol’un anlattıkları sayesinde, şairin şiir yazmayla ilgili bir özelliğini ve bazı hassasiyetlerini öğreniyoruz:
“Bu arada havayla ilgili bir özelliği vardı, gri ve puslu havaları severdi. daima kapalı ve puslu. Öyle havada çok çalışma isteği geliyor, derdi…
Bir de tabii şair olmasının getirdiği bir şey var: Ayrıntı konusu. Mesela siz surdaki sardunyayı beğenirsiniz, a ne kadar güzel dersiniz. Babam değişik bakardı. Gider oradaki en olmadık dikeni görürdü. Herkes bu gül ne kadar güzel derken, o oturduğu yerden kıyıdaki köşedeki dikeni görürdü. Yani tamamen apayrı bir şeye, ayrıntıya dikkat ederdi. Tabii o ayrıntılar, şiirde çok güzel bir şey olurdu.”(s.58-59)
Nuran Birol, babasının Dostoyevski’ye hayran oluşundan, felsefeye olan yoğun ilgi ve sevgisinden söz ediyor. Babasının şiirlerinin ilk eleştirmeninin annesi olduğunu ifade edip anlatmaya devam ediyor:
“Anneme çok önem verirdi. Şiirini yazardı, anneme okurdu ilk defa. Annem şurası olmamış dediği zaman, bak ben de orayı sevmedim derdi ve annemin görüşüne katılırdı. Ona bu konuda çok inanırdı. Annem edebiyatla uğraşan bir insan değil, sadece bir okuyucu, o kadar. Ama işte annemin eleştirilerine önem verirdi.”(s.59-60)
“Çalışırken çocuk sesi sevmezdi. Mesela evin yanında loş bir arsa var, yüz tane kamyon gelsin geçsin gürültü yapsın, ona aldırmaz ama çocuk sesi olduğu zaman yazamazdı. Hatta annem rica ederdi. Çocuklar biraz başka yerde oynayın, çalışıyor, derdi. Bir şiiri tamamlayıp da kendisi de çok sevdikten sonra acayip mutluluk duyardı. Dediğim gibi önce anneme okurdu. Gözünde sevinç ışığını görebilirdiniz o anda.”(s.63)
Nuran Birol’un Etiler Ulus Mahallesi’ndeki evinde sözü Edip Cansever’in ablası Edibe Aykaç alıyor ve kardeşini anlatıyor Ülkü Uluırmak’a:
“Edip çok hassas bir insandı, ufacık bir söze kırılırdı.
Unutmadığım bir anısı vardır. İlkokul beşte veya orta birdeydi. Annem Bursa’ya gitmişti. Annemi çok özlemiş, onun için bir şiir yazmış, bana okudu. Bir çocuk dergisine yollamış, orada çıktı. Biz çok sevindik, hopladık zıpladık filan. Ah, kardeşim şair olmuş diye ben ona sarılmıştım. Yıllar sonra gerçekten değerli bir şair olunca, zaman zaman boynuma atardı elini, sen bana böyle söylemiştin abla diye.
Çocukken kimseye zarar vermezdi arkadaşları arasında. Çok usluydu. Çoğunlukla arkadaşları oyun oynarken o zamanının büyük kısmını kütüphanede geçirirdi. O zaman Fatih’teydik. Fatih Kütüphanesi vardır. Edip okuldan çıkınca oraya koşar, okurdu. Okumayı severdi. Çok da iyi bir öğrenciydi, hiç sınıfta kalmadı.
Edip Cansever’in ablası Edibe Aykaç Cansever’in şairliğinde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın etkisi olup olmadığını değerlendiriyor ve babalarının da şiirle az da olsa ilgili olduğundan dem vuruyor:
“ Edip’e şiir konusunda Tanpınar’ın etkisinden söz edilir ama ben sanmıyorum. Tanpınar da, kardeşi Kenan Bey de komşumuzdu. Tanpınar çok kültürlü, Edip’in de çok değer verdiği bir insandı. Belki kitap falan almıştır ondan. Öyle yararlanmıştır. Birkaç defa konuşmaları olmuş, Edip’in şiirlerini falan almış. Sonra Fatih’e taşındık. Gene komşuyduk, O zaman milletvekili olmuştu Hamdi ağabey. Pek beraber olamıyorduk.
Babam da okumayı çok severdi. Hatta bir gün İzmir’e gitmişti de, gelirken” İzmir Yollarında” diye bir şiir yazmıştı. Babamda vardı öyle ilgiler. Edip’te de, Allah vergisi mi derler, varmış yetenek. Hep çok okudu, çok çalıştı.” (s.65)
Ülkü Uluırmak’ın Nuran Birol’un Etiler Ulus Mahallesi’ndeki evinde yaptığı söyleşiye katılan Edip Cansever’in kız kardeşi Ayten Böke de abisi Cansever’i anlatıyor Ülkü Uluırmak’a:
“Ağabeyim denizi çok severdi, şiirlerinde hep deniz vardı. Beni de alırdı, bir de arkadaşı Cevat, üçümüz her akşamüstü Caddebostan’a giderdik. O zaman kayıklar vardı, onlara binerdik. Denize bakar, düşünür, hep düşünürdü…Babam, Fatih’te oturduğumuz zamanlar, yazları ağabeyimi Kapalıçarşı’daki dükkanına götürmek isterdi. Ama ağabeyim hiç sevmemiştir ticareti…
Ağabeyim tiyatroya düşkündü, devamlı giderdi.O zamanlar Tepebaşı’nda Belediye Tiyatrosu vardı, Ses Opereti vardı.Çoğu zaman, haftada bir filan, beni de götürürdü. Çok zevk alırdım onunla gezmelerden. “ (s.65-66.)
Ülkü Uluırmak’ın Edip’in Lastik Top’u adlı eserinde söz sözü Edip Cansever’in eşi Mefharet Cansever alıyor ve Cansever’i anlatıyor Ülkü Uluırmak’a :
“Kardeşlerinin hepsi mükemmel insanlardır. Ailenin birbirine olan sevgisi çok yoğun. Bütün aile birbirini severek yaşamış hep. Ama Edip herkes gibi değil, zor bir insan. En azından bir şair. Farklı özellikleri, tepkileri var. Ne bileyim, mesela bayramda filan annesinin elini öpmeye nadiren gider. Orada içki içemiyordu. O zaman kızardı annesi babası. O anlayışı göstermezlerdi. Bu durumun getirdiği sıkıntıları belki içinde saklardı. Mesela biz ailece oturup çoluk çocuk içki içebilirdik, ama orada öyle bir şey imkansızdı.
Anne babasının tahsilleri ne kadardır bilemiyorum. Baba şiir bile okur. Kitapları var. Eski kitaplar ama belki de kitap sevgisi babadan geliyor. Ama daha sonra okulda edinilen, kendi içindeki dürtüyle geliştirdiği bir şey. Bir çocuğun harçlığını kitaba yatırması ender görülen bir şeydir. Gider şeker, alır, çikolata alır, ama dergi almaz. Edip’te bu çocuklukta başlıyor…
Bir defa ne olursa olsun hayatında, hep güven ,hep sevgiyle yaşadık. Bana hep güvendi, bunu da kendi adıma iftiharla söyleyeceğim…
“İnsanı anlatmak çok zor.Bakın bunca yıllık evliyiz, en yakınıyım, ben bile Edip’i anlatamam…”(s.67-68)
Ülkü Uluırmak’ın, Edip Cansever’in şair ve yazar arkadaşlarıyla, dostlarıyla, aile fertleriyle yapmış olduğu söyleşilerin ses kayıtlarının çözümünden oluşturulan “Edip’in Lastik Topu” adlı eserin sonunda Cansever’in aile fotoğraflarına; eşiyle, şair-yazar dostlarıyla çeşitli zaman ve mekanlarda çekildiği fotoğraflara yer verilerek söyleşilerde şair-yazar arkadaşları, dostları ve anlatılanlar görsel olarak da pekiştiriliyor .
Ülkü Uluırmak’ın bu güzel eserine ilişkin yazımı Edip Cansever’in “Sonrası Kalır “ şiiriyle bitiriyorum. Çünkü son sözü hep şairler söyler ve Cansever’in dostu Cemal Süreya’nın da dediği gibi, ”Şairin hayatı şiire dahil.”
Sonrası Kalır
On kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran..
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.
Ne kalır ne kalır
Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan
Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır
Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır
On çizik, on çentik, on dudak izi
Bir çay bardağında on dudak izi
Aşklardan sevgilerden
Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi
Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem
Bir de bu kalır.
Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır
Asıl bu kalır.
On yerde adam geçse geçmese
Dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm,
anlaşılır.
Akşam olur, bir günden dibe çökerim
Su içer,dibe çökerim
İyimser bir duvarcıyım, her gün bir tuğla
düşürürüm elimden
Bu yüzden gecikirim
Size bu sıkıntı kalır.
Ne kalır
Kahvelerde kalın kalın kayısı vakti
Dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti
Dişleri hiç kesmeyenden
Gün geçer, kendi kalır
Kahvelerde kayısı.
Gezginim, açık denizlerden yanayım
Biraz da Akdenizliyim, bu işte böyle kalır
Akdenizli herkes konuşur duyarlığını
Başka ne kalır
Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.
Ben buyum, dersin, arkadaş
Sevgilim, ben buyum
Yüreğim vurgun, dişlerim altın
Ceketim sol omzumda
Vakit vakit incelen vakit. (3)
- Ülkü Uluırmak, Edip’in Lastik Topu- Dostlarının ve ailesinin anlatımıyla Edip Cansever, YKY, İstanbul, Eylül, 2016
- Edip Cansever, Gelmiş Bulundum, Sonrası Kalır-Bütün Şiirleri II, YKY, İstanbul, Mayıs, 2007, s.223
- Edip Cansever, Sonrası Kalır, Sonrası Kalır-Bütün Şiirleri I, YKY, İstanbul, Mayıs, 2007,s.641