“Bozkır her şeyin sonu değildir. Ki çölde ne ormanlar gizli…” (s.52)
Faruk Duman, sözlü geleneğin anlatıyı her defa yeniden oluşturabilme özelliğini yazılı metinlere taşımaya çalışan, bunu yaparken hem Doğu’ nun hem de Batı’ nın kaynaklarından yararlanıp senteze ulaşmayı amaçlayan bir yazar.
Her okunduğunda yeniden yorumlanabilen ve farklı boyutları keşfedilen eserler kaleme alan yazar, Kırk’ ta da aynı tutumunu sürdürmüş.
Yazarın her eserinde kahramanlardan biri olarak yer verdiği doğa ve doğadaki canlılar, bu eserde de bir çocuğun gözünden, masalsı bir atmosferde karşımıza çıkıyor . Açık uçlu anlatımların çok olduğu roman, dört bölümden oluşuyor.
“Geçiş” adlı ilk bölümde, romanda bahsi geçen yerleşim yerinin toptancı halinde hamallık yapan Demir adlı gencin yaşamından kesitler, romanın ilerleyen sayfalarında adının Hasan olduğunu öğreneceğimiz kahraman anlatıcının çocukluk anıları olarak anlatılıyor.
Demir, topal annesiyle yaşayan, babası ölmüş bir gençtir. Hamallık yapmadığı zamanlarda mahallede gezer, çocuklarla şakalaşır. Bir gün, söğüt dalından düdük yapar ve yaptığı bu düdük nedeniyle subay olduğu sezilen eli kırbaçlı tek gözlü trenci tarafından trene bindirilir ve ağır işkencelere maruz kalır.
“…tren hareket edince cezacı düdüğü Demir’ in kıçına sokmuş. Acayip kan gelmiş. Tren uzaklaştıkça bu kan traverslere damlıyormuş. Kırbaç Demir’ in sırtında şaklıyor, böylece trenden ovaya tatlı melodiler yayılıyormuş.” (s.14)
“…Dert her şeyden ağırdır; hele bağırıp çağırmıyorsa, o zaman başlı başına bir ceza olur da. Sessizliğin içinde böylesine ağır bir cezayı çekmek- Bunu kim bilebir?…” (s.35)
Yazar,”Süleyman’ ın Kuşları” adlı ikinci bölümde, Süleyman Peygamber kıssasından yola çıkarak 12 Eylül döneminin halka zulmeden cunta yönetimine göndermeler yapıyor. Kuşların dilini öğrenen Süleyman Peygamber’ in dönemin hükümdarının ve onun sağ kolu cezacılar başı Aciz’ in halka zulmettiklerini kuşlardan öğrenmesi, aslan gibi yırtıcı bir hayvana dönüşüp zalim hükümdara karşı mücadele etmesi anlatılıyor bu bölümde.
“…İki kıyıdan biri her zaman zulümhanedir. Tıpkı cennet ve cehennem gibi. Ama bir kıyıdan baktığımızda öbür tarafı da görürüz, diyeceksen. Göremeyiz.Zulmü içimize kurarlar çünkü. Ama dur da sana senin anladığın şeyi, kurulmuş bir zulüm ülkesini anlatayım…” (s.54)
Romanda, bahsi geçen ülkenin raporlar ülkesi olduğundan söz edilerek Ceza Kurumu, Kireç Bakanlığı, Kabza İşleri Genel Müdürlüğü, Ceset Torbası Müsteşarlığı, Rapor İşleri Müdürlüğü, Rapor Tasarruf Kurumu gibi devlet kurumlarının ne işe yaradığı anlatılıyor. Yine, Üst Analiz Komutanlığı’ nın komutanı İriburun’ un zalim hükümdara sunduğu “iyi” kelimesinden oluşan bir kelimelik raporundan da bahsedilerek 12 Eylül döneminin baskıcı, statükocu resmi anlayışı, imgesel bir anlatımla, göndermelerle ustaca hicvediliyor.
“General’ in Papağanı” başlıklı son bölümde, günlerini ülkemizin güneyindeki bir sahil kentinde geçiren, keyif süren, resim yapan bir generalin, albay adlı papağanı ve hizmetçisi Hasan ile ilişkisi çeşitli çağrışımlarla anlatılıyor. Yazar; romanın bu bölümünde, ülkemizdeki edebiyat ortamına, yazarlara, dile, okuyucuya ilişkin eleştirilerine ve düşüncelerine de ustalıkla yer veriyor.
“ …Evet, bu ebleh yazarın yazılarını, kendisi değil de, masası yazar.O bu görkemli masanın başında tepinip durur, işi budur onun.Gerçekte elbette önemli bir iş yapar, ne de olsa ders kitaplarında yer alacak göz alıcı parçalara ihtiyaç vardır, öğretmenin ihtiyacı biter mi? Yazarın öğretmene hançer üretmesi gerekir…” (s. 86 )
Generalin yaşadığı kasabada, kıyıya yakın bir küçük evde oturan Selma, kocası ölünce geçim derdine düşüp generalin kapısını çalar ve generalin evinde yemek yapmaya başlar. Generalin Hasan’ a hediye ettiği altın yaldızlı çerçeve evin deposundan çalınır. Hasan, başta buna anlam veremez ve evde eksilen eşyalardan evin aşçısı Selma’ yı sorumlu tutar , ondan şüphelenir.Bu olayın ardından Selma da kayıplara karışır.
Faruk Duman; 12 Eylül dönemini, dönemin karanlık ve kasvetli havasını yansıtan bir atmosferle, anlattığı eserinde, okuyucuya her şeyi hazır sunmuyor.Yazar; açık uçlu, parçalı ve çağrışıma açık anlatımıyla , bıraktığı boşlukları okurun tamamlamasını ve metni zihninde kendince bütünleyip anlamlandırmasını istiyor.
“… Kahraman, okuyucunun yanılgısıdır. Onu daha önce de sözünü ettiğim harf larvalarından başka nedir ki var eden? Bu, başlangıçta kulağa hoş gelen bir-iki sesten başka bir şey değildir. Hoş sesler, kahramanlara yol açar. Bu sesler, önünde bir kılavuz gibi yürür kahramanın. Nasıl ki bet sesler kötülüğün önünde yürürse. Bu yüzden kahraman, bir meyvedir de, meyve okuyucunun yanılgısıdır. Kimi ebleh yazarların da yanılgısıdır…” (s.85)
Faruk Duman’ın özgün ve katmanlı romanı Kırk’ı okumanızı tavsiye ederim.
Faruk Duman, Kırk, Can Yayınları, İstanbul, 2006.
12 Eylül’ün postal izini hatırlatan her metin, o dönemin karanlığını göreni yeniden yaralasa da daha çok yazılmalı, okunmalı. Bu da bir tür sağaltım biçimi galiba.
Elinize sağlık.
Teşekkürler.