Her şiir bir yolculuktur, şairin zihninden hayata, sevgiliye, anılara, kendine ve daha pek çok şeye. Mertcan Karacan, son kitabının adını, bir şiirinden hareketle “Seni Yanımda Götüremezdim” koymuş olsa da çıktığı şiir yolculuğunda yanına aldıklarını, geride bıraktıklarını; vardıklarını ve terk ettiklerini, terk edemediklerini yolculuğuna okuru da ortak ederek mısra mısra anlatıyor.
Kitap, şairin yaratıcı diliyle, dört bölümden değil dört ölümden oluşuyor. “birinci ölüm”ün başındaki epigrafta, İlhan Berk’in mısraları karşılıyor okuru. Ustadan el alan şairin “bir rüya için ikilikler” şiiri söyleyici âşığın bir rüyasını anlatıyor. Şüphesiz sevgili milattır âşık için. Sevgiliden önceki olağan dünya sevgiliden sonra şiire dönüşür.
“…
neyi aradımsa sende buldum, bahçeleri, pınarları
huzur yüklü bulutları yalnız senin göğünde
…”
“her teline saçının bir ad koydumsa bundan
öptümse bundan yüzünü, sevdimse bundan” (bir rüya için ikilikler/s.11)
“ikinci ölüm”ün girişindeki epigrafta, bir başka usta şair, küçük İskender’den mısralara yer vermiş şair. “ikinci ölüm”deki şiirlerde, söyleyici, sevgiliye serzenişte bulunan, sevgiliye duyduğu aşkla, umutla umutsuzluk arasında gidip gelen bir anlatıcı olarak çıkıyor karşımıza. Âşık, sevgiliyle geceleri yüzleşiyor, hem kendiyle hem sevgiliyle hem de dünyayla geceye ve sevgiliye dair şiirler aracılığıyla hesaplaşıyor. Karamsarlığının ve umutsuzluğunun panzehiri olarak sevgiliye sığınıyor. Hayatın ve sevgilisinin attığı düğümleri yine sevgilisiyle çözmeye çalışıyor. Söyleyici âşığın çözmeye çalıştıkları, kimi zaman kördüğüm olsa da şair bazen düğümleri özenle çözüyor bazen daha da sıkılaştırıyor.
“…
meğer her şey bir rüyaymış bir masal
yol bitmeden meğer bitivermiş yolculuk
…” (düğüm/s.22)
Şair, “kambur” adlı şiirini, Serkan Türk’ün “Ausgang” romanının kahramanı Hami Pazarlı’ ya ithaf etmiş. Hami Pazarlı’nın acısını ve yalnızlığını, bunalımlarını içtenlikle ve ustalıkla dile getirmiş.
“…
kaçtığında hep kendini buldun kendinden
bir ağaç bile sana boşluğunu haykırdı
dedin ki hatıra en bildik sözcüklerden
geçmiş kadar kadim, taşıması hayli zor
ah, bir elmasa benziyor, en keskininden
…” ( kambur/s.23 )
“ikinci ölüm”deki şiirlerde sorguladıklarıyla, kendisine ve sevgilisine sorduğu sorularla yaşadığı haksızlıklara, anlamsızlıklara, terk edilişine cevap arayan söyleyici, kimi zaman hırçın bir âşık oluyor kimi zaman bilge bir derviş.
“…
sevmezsin bir yokluğun ardınca konuşmayı
öyleyse dur sana seni anlatayım ama dur
…” (dur/s.25)
Ayrılık da şiirine dahil Mertcan Karacan’ın. Gelmeyeceği bilinen sevgiliyi, edilen mücadelelerle, yaşanmışlıklarla, mekânlarla, eşyalarla, anılarla, geçen zamanı ve ânı ıskalamadan yad ediyor âşık, şiirlerinde. “üçüncü ölüm”de çocuk ama bir o kadar da bilge Didem Madak karşılıyor okuru. Zarif ve içli mısralarıyla davet ediyor okuru, şairin şiirlerine.
“…
ihtiyar bir istasyon gibi hissediyorum kendimi, bundan mı
dönmüyor gidenlerim, bundan mı ya da
…” (giderayak/s.33)
Şair, geçmişe ve gidenlere özlemini dile getirirken zıtlıklardan ve çelişkilerden yararlanıyor. Zamanın elinden aldığı ve eksik bıraktığı ne varsa sözcüklerle geri getirmeye ya da tamamlamaya çalışıyor şiirlerinde. Geçmişe dair pişmanlıklar, ayrılıklar, özlemler, yarım kalmışlıklar şiire dönüşüyor.
“…
anılar, hani şu, içimden günaşırı
ölüler uğurlayan” (giderayak/s.35)
Mertcan Karacan, şiirlerinin çoğunu, söyleyicinin eşyalarla ve iç mekânlarla ilişkisi üzerinden kurguluyor. Pişmanlıklar ve hüzünler eşyalara ve mekânlara sinerek, onlarla özdeşleşiyor. Bir film sahnesi izler gibi zihnimizde canlanıyor âşığın mekânlardaki yalnızlığı ve çaresizliği. İçinde kopan fırtınaları, gelgitlerini söyleyiciyle birlikte yaşıyoruz.
“…
insan ölümün pençesinde yaşar da
yaşamak der ya adına yine de bunun
biliyorsun, öyle geldim
yani yiteceğimi bile bile bir aşkta
…” (aldanış/s.55)
Âşığın muradı bir aşkta yitmektir. Sevgiliye duyduğu aşk, varlığını teyit etmektir. Bu nedenle, ölümün pençesinde yaşasa da aşkla yaşadığı hayat, ölümsüzlüğün kapılarını aralar ona. Âşığın aradığı belki de budur.
Kitabın son bölümü olan “sonuncu ölüm”de ise Behçet Necatigil’in mısraları karşılıyor okuru. Şair, bu şiirinde, evleri ve odaları, sıkışıp kaldığımız döngüleri, zorundalıkları en iyi anlatan şair Behçet Necatigil’in mısralarını da tanık ediyor şiirine. Söyleyici, şairin hâlinden şair anlar misali, “şairin odası” başlıklı şiirinde, tüm şair ve yazarların sancılı hayatlarını şiirsel bir dille anlatıyor.
“…
şu kısacık ömrümün orta yerine böyle
şu kıç kadar evimin her santimine
bir çöktüler ki çöküşleri o çöküş
kalkmadılar bile yerlerinden bir tek gün
sormadılar bile, ey şair, iyi misin, hoş musun
oysa her biri için ne hikâyeler vardı bende
yüzlerce aşk, binlerce yara, yüz binlerce ölüm” (şairin odası/s.62)
Mertcan Karacan, son kitabındaki şiirlerle, yanında götüremediği her şeyi okuruna emanet ediyor. Okurunun dimağına, hüzünle sarmalanmış olsa da aşka, umuda, insana, şiire ve şairlere inancı yeşertecek tohumlar ekiyor.
Seni Yanımda Götüremezdim, Mertcan Karacan, Mahal Edebiyat, İstanbul, Nisan, 2025.