“Sputnik”
4 Ekim 1957’de Sovyetler Birliği, Kazakistan’daki Bay- konur Uzay Üssü’nden dünyanın ilk yapay uydusu Sputnik 1’i uzaya fırlattı. Çapı 58 santimetre, ağırlığı 83,6 kilogramdı; dünyanın çevresini 96 dakika 12 saniyede dolandı. Ertesi ay Laika adındaki köpeğin bindirildiği Sputnik 2 de başarıyla fırlatıldı. Laika, uzaya gönderilen ilk canlıydı; uydu geri dönmedi ve Laika, uzaydaki biyolojik çalışmaların ilk kurbanı oldu.”
Chronicle of the World,Kodansha
Haruki Murakami’nin “Sputnik Sevgilim” adlı romanı, bu bilgilendirme ile başlıyor ve aslında uzay çalışmalarında canlıların kurban edilmesinden yazarın duyduğu rahatsızlık da hissediliyor bu alıntıda. Aynı zamanda, Sputnik kelimesi “yol arkadaşı” anlamına da geliyor. Romanı düşündüğümüzde, yazar bu kelimeyle ironi de yapmış oluyor.
Roman, Sumire üzerine yoğunlaşsa da aslında yolları bir nedenle kesişen ve aralarında çapraşık bir ilişki gelişen üç insanı,” Anlatıcı, Sumire, Myu” konu ediniyor ve bu üç insanın yaşamına yoğunlaşıyor. Kitabın bölümlerinde, bu üç insanın geçmiş yaşantılarından kaynaklı geliştirdikleri hassasiyetler, hayattan beklentileri, yaşadıkları hayal kırıklıkları ve travmalar, çeşitli uğraşlarla yaşama tutunma çabaları, bu çabaları sırasında yaşadıkları başarısızlıklar çok naif ve etkileyici bir şekilde anlatılmaya çalışılıyor.
Romanda beni en çok etkileyen şey, insanların bir aradayken bile yaşadıkları yalnızlık ve her anlamda tatminsizlik. İşin dramatik tarafı, insanların birbirleriyle iletişim halindeyken ve ilişki yaşarken bile yalnızlıklarını aşamamaları ve içlerindeki büyük boşluğu dolduramamaları. Yazar, bence yalnızlık duygusunu çok güzel ve güçlü bir şekilde anlatabilmiş romanında.
“Bu kadın (Myu) Sumire’ye âşıktı. Ancak ona karşı cinsel istek duymuyordu. Sumire bu kadına âşıktı, dahası ona karşı cinsel istek de besliyordu. Ben Sumire’ye âşıktım, ona cinsel açıdan ilgi duyuyordum. Sumire beni seviyordu ama bana âşık olmadığı gibi bana karşı cinsel istek de duymuyordu. Ben, adını gizlediğim bir kadına cinsel istek duyuyordum. Ancak ona âşık değildim.”
Romanda, kabaca yukarıdaki gibi açıklanabilecek bir denklem üzerinden, ilişkilerde aşk, sevgi ve cinselliğin ne olduğu; aşkın, sevginin ve cinselliğin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini de sorguluyoruz. Bu sorgulamada, kahramanlarımızın aralarındaki ilişkilerin ne kadar dengeli ve olgun biçimde geliştiğini, bu dengeli ve olgun şekilde sürüp giden ilişkiler yumağında içten içe bir çaresizliğin de etkili olduğunu fark ediyoruz.
Anlatıcı, Sumire ile aynı fakültede ondan iki sınıf üstte olan, farklı bölümde okuyan bir genç. Mayıs ayındaki tatilin bitimindeki pazartesi günü, üniversitenin ana girişinin önündeki otobüs durağında Paul Nizan’ın romanını okuyarak beklerken, yanında dikilmekte olan Sumire’nin anlatıcının kitabına başını uzatıp günümüzde nasıl olup da hala Nizan gibi bir yazarı okuyabildiğini sormasıyla anlatıcı ve Sumire tanışıyorlar. Her ikisi de okumayı sevdikleri için, aralarında bir ilişki başlıyor. Anlatıcımız, Sumire’ye aşık oluyor ama Sumire anlatıcımıza karşı herhangi bir şey hissetmiyor.Anlatıcı, Sumire’ye aşık olmasına rağmen roman boyunca başka kadınlarla birlikte olmaktan geri durmuyor. Birbirlerinden habersiz birden çok kadınla ilişki yaşıyor anlatıcı ve Sumire’yle tanışmasından sonra, yaşanan olayları kimi zaman yaşayarak kimi zaman da tanıklıklarıyla anlatıyor.
Sumire, annesini üç yaşındayken kaybeder ,yakışıklı bir diş doktoru olan babası, annesinin ölümünden üç yıl sonra yeniden evlenir ve babasının evlenmesinden iki yıl sonra Sumire’nin bir erkek kardeşi olur. Sumire yazar olmaya oldukça istekli olup yazar olmak için var gücüyle çalışan, Beatnik kuşağı yazarlarına özenen, onlar gibi yaşamaya ve davranmaya çalışan, yazmaya başladığı ilk dönemlerde idolü Jack Kerouac olan yirmi iki yaşında bir genç kızdır. Kanavaga eyaletinde bir devlet lisesinden mezun olduktan sonra Tokyo’nun uzak bir köşesindeki küçük bir özel üniversitenin edebiyat-sanat bölümüne girer ama okulunda istediği ortamı bulamaz ve okulun ikinci sınıfını bitirdikten sonra okulla ilgisini keser. Sumire, üvey annesinin ve babasının yirmi sekiz yaşına kadar kendisine destek olacakları sözüyle ailesinden ayrılıp kendi evinde yaşamaya başlar.
Myu, Sumire’nin aşık olduğu Koreli bir kadındır .Myu bu kadının takma adıdır. Myu Japonya’da doğup büyümüş, Fransa’da müzik akademisinde öğrenim görmüş olduğundan Japoncadan başka İngilizceyi de akıcı bir şekilde konuşan, göz alacak kadar güzel giyinen, minik ve pahalı mücevherler takan, 12 silindirli, koyu lacivert bir Jaguar’ı olan otuz dokuz yaşında bir kadındır.
Sumire ile Myu, Akasaka’daki lüks bir otelde, Sumire’nin kuzenin düğünü sırasında tanışırlar. Myu, Sumire’nin kuzenine piyano dersi veren ve kuzenini müzik akademisi sınavlarına hazırlayan hocası olduğu için düğüne davet edilmiştir. Sumire, kuzeninin düğününde Myu ile yan yana otururken onunla tanışıp müzik ve edebiyatla ilgili sohbet eder. Ona Jack Kerouac’tan ve yazarın eserlerinden söz eder. Myu, Kerouac’in Beatnik akımı yazarlarından biri olduğunu ifade edecekken yanlışlıkla Sputnik ifadesini kullanır. Sumire Myu’nun yanlışını düzeltir. Bunun üzerine Myu Sumire’nin saçlarına dokunur ve Smure Myu’ya aşık olur.
“Ben âşık oldum. Şüphe yok. Buz soğuktur, gül kırmızı. Ve bu aşk beni sürükleyip bir yerlere götürmeye çalışıyor; öyle güçlü bir akıntı ki ondan kendimi korumam neredeyse olanaksız. Ama artık dönüş yok.
Kendimi bu akıntıya bırakmak dışında bir şey yapamam. Yanıp kül olsam da, yok olup gitsem de.”
Myu da tanışmaları sırasında Sumire’den etkilenir. Sumire’ye şarap ithalatı ve müzik organizasyonlarıyla uğraştığını, Japonya ile Avrupa arasında gidip gelerek iş bağlantıları kurduğunu, eğer isterse kendisinin sekreterliğini yapabileceğini, bu sayede yazmaya da zaman bulabileceğini ifade eder ve iş teklifinde bulunur. Başlarda, Myu yurt dışına çıkarken Sumire Myu’nun islerini takip eder. Bir sure sonra, Myu iş seyahatlerine Sumire’yi de götürmeye başlar. İş seyahatleri sırasında, Myu ile Sumire arasında cinsel ve duygusal bir yakınlık doğar. Myu Sumire’yi işe aldıktan bir süre sonra evlenir ve Sumire ile aralarındaki ilişkinin süremeyeceğini ifade eder. Myu ile Sumire’nin Avrupa’ya yaptıkları bir iş seyahati sırasında, tesadüfen tanıştıkları bir İngiliz beyin Myu’ya ismi romanda belirtilmeyen bir Yunan adasındaki küçük yazlığında tatil yapma teklifini Myu’nun kabul etmesi üzerine, birlikte tatil yapacakları Yunan adasına giderler. Sumire ve Myu İngiliz beyin Yunan adasındaki yazlığında tatillerini sürdürürken, Sumire kaybolur. Sumire’yi bulamayan Myu Tokyo’da öğretmenlik yapan anlatıcıyı yardıma çağırır. Myu ve Sumire’nin tatil yaptıkları Yunan adasına gelen anlatıcımız, Myu’ya Sumire’yi bulması için yardım eder. Anlatıcı, Myu’yla Sumire’yi ararken yazlıkta Sumire’nin bilgisayarındaki iki dosyaya ulaşır ve Sumire’ye ilişkin bilmediği şeyleri öğrenir. Anlatıcı ve Myu , Sumire’yi ararken birbirlerinden etkilenirler ve aralarında bir duygusal bağ oluşur. Roman, anlatıcı ve Myu’nun Sumire’yi aramaya devam etmeleriyle sürer. Acaba anlatıcı ve Myu Sumire’yi bulabilecekler midir?