Kemal Varol’un 2020 Attilâ İlhan Roman Ödülü’ne layık görülen “Âşıklar Bayramı” romanı, ana hikâyesi bir baba-oğul ilişkisi üzerinden ilerlese de konu zenginliğiyle okuyuculara farklı okuma olanakları sunuyor. Kemal Varol, 19 Ekim 2019 tarihinde, Trabzon’da gerçekleştirilen “11. Uluslararası Sanat Günleri”nde, Serkan Türk’ün moderatörlüğünde yapılan söyleşide, romanın yazılış sürecine ilişkin bilgi veriyor. Yazar; romanını, çok acı çektiği bir dönemde, rahatlamak için, içinden geldiği gibi, çok kısa sürede yazdığını ifade ediyor. Varol; romanında, özelde baba-oğul, genelde aile bireyleri arasında suskunlukla, imalarla, davranışlarla sürdürülmeye çalışılan iletişime dikkat çekmeyi amaçladığını belirtiyor.
Sekiz yıllık tedavi sürecinde babasıyla ilgilendiğini sözlerine ekleyen Varol, “Âşıklar Bayramı”nı, romanın yazım sürecinde vefat eden babasına ithaf etmiş.
Âşıklar Bayramı’nda; ana hikâyenin on üç bölümü, romanın ana izleği olan baba-oğul ilişkisini, baba ve oğlunun duygu ve düşünce dünyalarını, yaşamı algılayış biçimlerini gözler önüne seren bölümler. Varol; bu bölümler arasında yer verdiği, Yusuf’un eski sevgilisi Aylın’ a yazdığı üç mektup ve Yusuf’un babası Âşık Heves Ali’nin iki türküsüyle, duygu yüklü, şiirsel anlatımlı bir roman kaleme almış.
Babasını on beş yaşına kadarki anılarıyla hatırlayan Yusuf; gecenin bir vakti, vücudundaki sondaya takılı idrar torbasıyla, hasta vaziyette kapısını çalan babasını görüp şaşırır. Yaşadığı kararsızlığa ve ona duyduğu öfkeye rağmen, hastalıktan zayıf düşmüş babasını evine davet eder. Heves Ali, oğlu Yusuf’a annesinin mezarını ziyaret ettiğini ve Kars’taki Âşıklar Bayramı’na gitmeden önce kendisiyle helalleşmeye geldiğini belirtir. Yusuf, ertesi gün Kars’a yolcu etme düşüncesiyle evinde misafir ettiği babasının ceket ceplerini, o uyurken merakla karıştırır. Ceketin ceplerinden birinde bulduğu tahlil sonucundan, babasının prostat kanseri olduğunu öğrenir.
Âşık Heves Ali’nin on beş yaşında annesine bıraktığı oğlunun kapısına, yirmi beş yıl sonra, üç telli bağlaması, tahta valiziyle hasta vaziyette gelişiyle başlayan olaylar, Yusuf’un duygu, düşünce ve izlenimleriyle farklı boyutlar kazanır. Romanın ilerleyen sayfalarında, hayatı boyunca babasının yokluğunu yaşamış oğulun kendisiyle ve babasıyla hesaplaşmasına; birkaç gün ömrü kalmış babanın da hem oğluyla hem kendi geçmişiyle yüzleşmesine şahit oluruz. Romandaki bu hesaplaşmalar, yoğun duygusallıkla ve sözden çok kahramanların davranışlarının , yaşantılarının bize anlattığıyla gerçekleşir.
“…Babam uzaklardayken, yıllar yılı kayıpken, nerede sefa sürdüğünü, yaşayıp yaşamadığını bile bilmezken, varı yoğu belirsiz bir türküden ibaretken daha güzel kavga ediyordum onunla. Çünkü bir babanın kendisiyle değil, hatırasıyla kavga etmek her zaman daha kolaydı, belki de daha zor, kim bilir…” (s. 49)
Yusuf’un Diyarbakır’da hali vakti yerinde bir avukatken bir gece, birdenbire hayatına dahil olan babasından, yirmi beş yıl babasız yaşamanın da verdiği öfkeyle, kimseye hatta sevgililerine bile söz etmediğini öğreniriz. Yusuf, annesini ve kendisini sevmediğini, önemsemediğini, bu nedenle terk ettiğini düşündüğü babasına duyduğu nefret nedeniyle, onu hayatından tamamen çıkarmıştır.
“‘Baban mı,’ dedi Salim, ‘ama soyadınız farklı?’ Şaşırmıştı. O zamana kadar Aylın ve Yıldız dahil, kimseye babamdan söz etmemiştim. Hem gereği de yoktu bunun. Kendime bile anlatamadığım, kim olduğunu bir türlü kavrayamadığım, ruhunda hangi fırtınaların koptuğunu bilemediğim, hiçbir paye biçemediğim, en ufak bir mertebe yakıştıramadığım, ömrünü bir bağlamanın peşinde oradan oraya sürüp duran bir babayı başkalarına serinkanlılıkla nasıl anlatacaktım ki!” (s. 48)
Yusuf; içinde ona karşı beslediği öfkeye ve onunla ilgili olumsuz düşüncelerine rağmen, hasta babasını, Kars’taki “Âşıklar Bayramı”na tek başına göndermek istemez. Bir müvekkiliyle görüşmek üzere Erzurum’a giderken babasını da yanına alıp Kars’a bırakmak üzere yola çıkar. Babasına duyduğu öfke nedeniyle isteksizce başladığı yolculukta, Yusuf, son günlerini yaşayan ve hâlâ pek iyi tanımadığı babasını daha yakından tanıma, onun kendisini ve annesini neden bırakıp gittiğini daha iyi anlama şansına erişir.
Kahramanların kendilerine, aşklarına ve Kars’a varmaya çalıştıkları bir yol ve yolculuk kitabı olarak da okunabilir “Âşıklar Bayramı”. Uçuş korkusu nedeniyle çoğu zaman kara yolunu tercih eden yazarın romandaki yol ve manzara betimlemelerindeki yetkinliğini, ülke gerçeklerini ve insanlarımızı anlatmaktaki ustalığını, biraz da bu uzun yolculuklara ve Varol’un ülkemiz insanlarını iyi tanımasına bağlayabiliriz.
Yusuf’un arabasıyla, Elazığ üzerinden Kars’a gitmek üzere Diyarbakır’dan yola çıkan baba ve oğul, Arkanya’da (Ergani) bir benzinliğe girerler. Oğlundan habersiz benzinlikten ayrılan Heves Ali’yi arayan Yusuf; babasını, Arkanya mezarlığındaki bir mezarın başında bulur. Yusuf, bir mezar başında gördüğü babasını bu son yolculuğa çıkaranın sevdikleriyle, eski aşklarıyla helalleşme isteği olduğunu fark eder. Âşık Heves Ali, yolculuk boyunca Elazığ, Bingöl ve Erzurum’da da eski aşklarıyla görüşüp helalleşecek, Kars’ ta halk ozanı arkadaşlarını görüp bu dünyaya veda edecektir.
“‘… Ağzımda sağa sola dönen, kimi söylenir söylenmez sönen kimi yıllar yılı gönül gezen, kimini ziyadesiyle fazla kimini yoksul aşı gibi azar azar söylediğim, kimini eksik kimini döne dolaşa tellendirdiğim; kimini yutup kimini dilime sürdüğüm, gizli dertlerim saklayan, beni rezil rüsva etmeyen; sır tutan, kin tutan, kan tutan tüm kelimeler günün birinde kapkara bir bulut gibi toprağımın başına dikildiğinde…
Kani Karaca gelsin, Çekiç Ali gelsin, Tenekeci Mahmut ve Ruhsatî gelsin; Fekiyê Teyran, Evdalê Zeynikê, Egidê Cimo ve Şakiro gelsin; Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Hafız Kemâl, Neşet, Mahsuni , Sümmânî gelsin; Pir Sultan, Karac’oğlan, Kul Nesimî ve Yunus gelsin; yörükler, göçerler, koçerler gelsin; gevendeler, abdallar, mırtıplar,domlar, dengbêjler gelsin; hafızlar, gazelhanlar, mevlithanlar gelsin, başımda durup bana veda, bana sena, bana helal etsinler!’” (s.116)
Aşkın, âşıklığın baba ve oğul açısından ele alındığı romanda, Âşık Heves Ali’nin aşkı ve âşıklığı yaşayışı, oğlunun gözünden anlatılır. Pek çok güzel sevse de Âşık Heves Ali’nin gönlü Kemal Varol’un “Ucunda Ölüm Var” romanının kahramanı Ağıtçı Kadın’dadır. Heves Ali onun öldüğü yere, Arguvan’a gömülmek istediğini belirtir oğluna. Ağıtçı Kadın, rüyasına girip “Öleceğim. Gel ağıdımı yak. “diyen, elli yıldır görmediği aşkı Heves Ali’yi bulmak, onun ağıtını yakmak için yollara düşen kadındır.
“‘Gözün kaderi görmek, kalbin kaderi yanmaktır evladım,’ dedi babam… ‘ Göz elli kişide kalp birinde kalır,’ dedi sonra.” (s.176)
Babasıyla çıktığı yolculuğu bildirmeyip sevgilisi Yıldız’ın kendisine ulaşma çabasını karşılıksız bırakan ve ondan kurtulmaya çalışan Yusuf, babasının tedavisi için uğradığı Kovancılar Devlet Hastanesi’nde gördüğü bir hemşireden etkilenir. Ona Instagram’dan takip isteği gönderip isteğinin kabul edilip edilmediğini takip eder. Yusuf, anlık ilişkiler peşinde koşarken on beş yıl önce bırakıp gittiği ama unutamadığı eski sevgilisi Aylın’ın e- posta adresine samimi duygu ve düşüncelerini, özlemini dile getiren üç mektup gönderir:
“… Al bu gönül yarası, hazan sarısı, zaman ağrısı sende kalsın, ben taşıyamadım.
Onca yıldan sonra, unutmamak için her seferinde başa sardığım, her gece sessizce gelip yanıma kıvrılan bütün bu anılardan, ağzımın içinde sessizce dolaşan kelimelerden başka hiçbir şeyim yok belki de.
Geceyle avuttuğum!
Adındaki noktayı düşürdüğüm!
Seni dünya üzerinde tek başına yankılanan boş bir ev gibi bırakıp gittiğimi unutmadım. ”
(s.207)
Babasının yaşadıklarının benzerini yaşayan Yusuf’un gözü elli kişide olsa da kalbi Aylın’ da kalmıştır. Aşk hayatında, Yusuf da babasıyla aynı kaderi paylaşır.
“’Ayrılıkla ölüm fena halde birbirine benziyor, biliyor musun? ‘ dedi babam. Yutkuna yutkuna tamamlamaya çalıştı cümlesini: ‘ İnsan öldüğü yaşta kalırmış. Yani kaç yaşında ölürsen geride kalanlar seni hep o yaşta hatırlarlarmış. Zannedersem insan birinden ayrılınca da aynı yaşta kalıyormuş.’ dedi.” ( s.174 )
Kemal Varol; 19 Ekim 2019 tarihinde, Trabzon’da gerçekleştirilen 11. Uluslararası Sanat Günleri’nde katıldığı söyleşide, eserlerini, başka yazarların romanlarından ve kendi romanlarından alıntılar yapıp metinlerarasılığı sıkça kullanarak kurguladığını belirtiyor. Bu romanında da Yusuf Atılgan ve Orhan Pamuk gibi kimi yazarların eserlerine göndermelerde bulunan Varol; “ Jar, Haw, Ucunda Ölüm Var” adlı romanlarındaki kahramanlara bu eserinde yer vererek hem okuyucular için bir oyun kurduğunu hem de her eserin bir parçası olduğu tek bir roman oluşturmaya çalıştığını ifade ediyor.
“…Tıpkı bazı hikayeler gibi, hayat da boşluklarla doluydu ve her ne olursa olsun tamamlanmıyordu…” (s. 113)
Roman boyunca Âşık Heves Ali’ ye bir kere bile baba diyemeyen Yusuf’un ve babası Âşık Heves Ali’nin tamamlamaya çalıştıkları hikâye, yaşanmamışlıklarla ve dolması neredeyse imkânsız boşluklarla son bulur.
“‘Ba…’ diyebildim sadece, ‘ba…’
Gerisini getiremedim.
Ağzımdan çıkmayan, geride kalan kardeşleriyle bir türlü yan yana getiremediğim, belki de dişlerimin arasında un ufak olan o iki ses yavaşça gözlerimden dökülmeye başladı o anda.
‘Kendini zorlama evlat,’ dedi Kul Yakup, ‘baba dediğin tamamlanmamış bir kelimedir zaten…’ ”
(s. 226)
Romana ilişkin yazımı bitirirken son sözü, Kars’ a yolculukları sırasında fenalaşan babası Âşık Heves Ali’yi Elazığ Devlet Hastanesi’ne götüren Yusuf’un acil servisin önünde beklerken görüp tanıdığı ama adını hatırlayamadığı “Küfran” şiirinin şairine bırakayım:
“…
artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan
yüzüne bakınca duydum ancak:
anneler erken
ölümlerine yakın sevilir babalar.”
Kemal Varol, Âşıklar Bayramı, İletişim Yayınları, 2019, İstanbul