“Onat Kutlar’ın ilk hikâye kitabı olan “İshak” yeniliği ile ilgi uyandırdır. Bu yenilik, yazarın konusu ile kaynaşmasından, kişilerini, eşyayı, olayları, bire indirgemesinden geliyor.” (Melih Cevdet Anday, 1959) “Onat Kutlar, ağacını iyiden iyiye salladıktan sonra, çürüklerini bozuklarını atıp sunuyor olmalı meyvelerini.” (Vedat Günyol, 1960) “İshak, üstünde durulması, anlaşılmaya çalışılması gereken, yepyeni; güzel bir sanat yapıtı. Son yılların en önemli lütfu bence. Ona yaklaşırken kendi hikâye anlayışımızı unutmamız, Onat’ı bizi çağırdığı havaya girmemiz gerekiyor. (Yusuf Atılgan, 1960) “İshak, ‘uzakta bir başına’ duruyor bir ada gibi, (…) Dokuz hikâyesi ile yaşayan başka bir hikâyeci anımsıyor musunuz?” (Fethi Naci, 1995) “Onat Kutlar’ın İshak’ı 1950’lerin sonunda şiirimizdeki İkinci Yeni akımının öykü dalındaki bir yansıması, benzeridir.” (Konur Ertop, 1997) “İshak, varlığı düpedüz söylenceye dönüşen kitaplardan.” (Semih Gümüş, 2005)
İlk kitap için oldukça başarılı ve özgün öykülerden oluşan bir eser İshak.1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’ nü alan ilk kitabıyla ustaların ve eleştirmenlerin beğenisini kazanmak da Onat Kutlar’ın başarısı.
İshak’ın ilk öyküsü “Horoz”, üç kuşağın öyküsü. Bir çocuk ile annesi, babası, babaannesi arasındaki ilişki ve diyaloglar; çocuğun anne ve babasının bunadığını düşündükleri babaannesiyle ilişkileri anlatılıyor öyküde. Yazar, yetişkinlerin dünyasıyla bir çocuğun dünyası arasındaki farkları, bunamış babaannenin kendini var etme çabasını çocuk kahramanın gözünden anlatıyor. Ramazan ayında geçen öyküde, yazar ayrıntıları ustalıkla kullanıyor.
“Hadi”; bir kedinin; giysileri yırtık, saçları tozlu, kurbağa gözlü bir kızın; annesinin ve annesinin sevgilisinin öyküsü. Annesinin eve aldığı sevgilisiyle sohbetini ve yaşadıklarını girdiği kanepenin altından izleyen kurbağa gözlü çocuğun gözünden anlatılıyor “Hadi” adlı öykü. Yaşananları bir oyun gibi düşünen küçük çocuk, her şeyi önceden biliyormuş, annesiyle sevgilisinin davranışlarını ve söylediklerini yönlendiriyormuş gibi ikilinin iletişimlerinin kritik anlarında “Hadi!” der ve olaylar beklenmedik noktalara kadar varır. Hayatımızın tesadüflerle, öğrenilmiş çaresizliklerle şekillendiğini anlatan bir öykü olması açısından da ilginç “Hadi”. Öyküde kullanılan zar ve tombala metaforları hayatın bir oyun olduğunu çağrıştırıyor.Yine küçük kızın gözlerinin kurbağa gözüne benzetilmesi kızın down sendromlu olabileceğini düşündürdü bana. Onat Kutlar, bu öyküsünü de özgün ayrıntılarla kurguluyor.Yazar, nesneler ve varlıklar üzerinden anlatım geliştirmeyi seviyor ve bunu öykülerinde sıkça kullanıyor.
“Yunus” öyküsü, Yunus adlı hasta, ölümün içini oyduğu amcasıyla dedesinin arasındaki geçimsizliğe şahit olan bir çocuğun arada kalmışlığını anlatıyor. Öyküde, yetişkinlerin yaşamlarını, davranışlarının nedenlerini anlamaya, sezmeye çalışan bir çocuğun ölüme ilişkin sorgulamalarına, çıkarımlarına şahit oluyoruz. Onat Kutlar, öykülerinde her şeyi anlatmayan, okuyucuya oldukça geniş bir alan bırakan bir yazar. Bu öyküde de yazarın bize sunduğu parçalarla bütünlemeye çalışıyoruz öyküyü.
Hayvanlar da çok yer alıyor Onat Kutlar’ın öykülerinde. Özellikle horoz, “Horozlar” öyküsüne ismini verirken “Yunus” öyküsünde öykünün sonunda yeniden karşımıza çıkıyor. Onat Kutlar’ın “Horozlar”, “Hadi” ve “Yunus” öykülerinde çocuklar çok aktif rol oynayan kahramanlar. Üç öykü de çocuk kahramanların gözünden anlatılıyor. Yazar öykülerini çocuklara anlattırarak anlatımın daha arı ve içten olduğu hissini yaşatıyor okuyucuya.
“…Koyu bulutlar toplanıyordu. Küçük saat çaldı. Rüzgar karanlık bir havayı perdelerle doldurdu. Gözlerimi kısıp dışarı bakınca evin büyük bir gemi gibi ağır ağır gittiğini gördüm. Birden, küçük bir sağanakla ürperdi hava. Saçaklara sesli, iri damlalar döküldü. Üşür gibi oldum. Yeni alınmış, bomboş, ak defterin ya da çıkmaya hazırlandığım bir yolculuğun o sevimli, kaygan dili geçti içimden. Hemen çekip gitmek, çekip gitmek, çekip gitmek… Kalktım, bir bardak su içtim.” (s.30 )
“Kediler” adlı öykü, yazarın kitaptaki bütün öykülerinde olduğu gibi, düşle gerçeğin; geçmişle şimdinin iç içe geçtiği bir öykü. Kafkaesk özellikler gösteren öyküde, İşinden kovulan anlatıcının geldiği şehirde yıllarca sürdürdüğü rutinin dışına çıkmasının ardından yaşadıkları anlatılıyor. Geçmişte merakla takip ettiği, izlediği Ermeni ud ustasının ev ve atölye olarak kullandığı mekâna ilişkin anıları ile kahramanın içinde bulunduğu zamanın birbirine karıştığı bir öykü. Kedilerine düşkün ud ustasının kedilerini kaybettikçe hayatla bağının kopması ile birlikte yaşananları, kahraman anlatıcının anılarla örülü anlatımıyla okuyoruz öyküde. Arkadaşını işkence ederek öldürdüğünü iddia edip kahraman anlatıcının peşine düşen, fötr şapkalı, kıl potur ve uzun konçlu postalları olan, bıyıkları kocaman, sırtında doksan üç harbinden kalma bir martinle gezen adam da öykünün gizemli kişilerinden biri olarak öyküde yerini alıyor.
“Dördüncü” öyküsünde , bir kahvede kumar oynamak için dördüncü kişi bekleyen üç kişinin kahveye dördüncü kişinin gelmesiyle yaşadıkları olaylar ve kumar oynadıkları için kahveciyle yaşadıkları çatışma anlatılıyor.Yazar, yine olağanla olağanüstünün sınırlarında gezinen bir öykü kaleme almış. Gerçeklerden kopmadan gerçeküstüye yakın bir kurgu şekillendirmiş. Kahvedekilerin dördüncü kişiyi beklemeleri ve dördüncü kişinin gelmesinden sonra kahvede yaşananlar, bize özgü olanın hem absürd hem de gerçeküstü şekilde anlatılması, yabancı olmadığımız yaşantıları garipsenecek bir hale sokuyor. Yazar, bu öyküsünde de sınırları, yerleşik kuralları ve yerleşik bakış açılarını kahvedeki kumarbazlarla zorluyor.
“At Cambazları” , kiraladığı tarladaki ekinini sel alan İcra Yazıcısı Topuz Efendi’ nin zararını gidermek için hayvanlarını satmaya karar vermesinin ardından yaşananları anlatıyor. Topuz Efendi’ nin hayvanlarını satmaya karar vermesinin ardından, fiyat araştırması yapmak üzere kasabadaki hayvan pazarına gidip at cambazlarından Civciv Memet’ le görüşen oğlunun hayvan pazarında yaşadıkları ve izlenimleri anlatılıyor bütün doğallığıyla.Onat Kutlar, her öyküsünde olduğu gibi bu öyküsünde de memleketinin kültürüne, yaşantısına ne kadar hakim olduğunu gözler önüne seriyor.
Kitaba ismini de veren “İshak”; karlı havada, arkadaşını bir yıkıntıya getirip onunla hissettiklerini, sezdiklerini paylaşan kahramanın arkadaşıyla yanlarındaki ağacın dalındaki İshak’la girdiği diyaloglarla şekillenen bir öykü. Konuşma ilerledikçe ve öykünün sonunda, gerçeklerin hiç de düşünüldüğü ve algılandığı gibi olmadığı ortaya çıkıyor.
“…Tuhaf bir yaratıktır bu İshak.Yıllardır bir işi var. Aylı gecelerde ağaca konup yeryüzünü gözetler. Tahtakuruları gibi alışkanlıklarının alçak duvarları arasında yaşamayı seven bir yığın insanın çekip iyimser bir çamura batırdığı teraziyi dengede tutmaya çalışıyor…” (s.64 )
“İshak”, hem ishak kuşunun ölümün habercisi olmasına ilişkin halk inanışına göndermeler barındıran hem de insanların yaşamlarındaki sığlığı ve tekdüzeliği irdeleyen bir öykü.
“Kül Kuşları” adlı öyküde, yaşlı halasıyla bir gecekonduda yaşayan küçük Gazel’in halasıyla diyaloğunu ve geçirdiği zamanı, oynadığı “kepçe kız” adlı evcilik oyununu yazarın özgün kurgu ve anlatımıyla okuyoruz.
Yazar, Gazel’e davranışlarıyla halanın kızla olan ilişkisinin boyutlarını; eve muhtemelen yol yapımı nedeniyle yıkım tebligatı getiren postacıyla halanın ve Gazel’in iletişimlerini; Gazel’in halasıyla oynadığı “kepçe kız” oyunuyla Gazel’in annesinin ve babasının neler yaşadıklarını sezdiriyor. “Kül Kuşları” adlı öykü de kitaptaki tüm öyküler gibi okuyucuyu çağrışıma sürükleyen, imge ve sembol yönünden oldukça zengin bir öykü.
Onat Kutlar’ın ilk kitabı olmasına rağmen klasikleşmiş eserler arasında yerini alan, Fethi Naci’nin Türkiyede büyülü gerçekçiliğin ilk örneği olduğunu belirttiği “İshak”ını okumanızı tavsiye ederim.