Şair-Psikiyatrist Yusuf Alper ile Kaos Çocuk Parkı’ndan çıkan “Türk Şiirinin Psikanalizi” kitabını konuştuk…
Konuşan: Yusuf Alper
Konuşturan: Mustafa N. Celep
-M.N.C: “Türk Şiirinin Psikanalizi” kitabınız, günümüz şiirindeki çıkmaz veya tıkanma durumlarına hangi hâl çarelerini öneriyor? Ya da daha doğru bir soruyla, kitabınızdaki bilgilerin ışığında soracak olursak, bireysel ve toplumsal anlamda günümüz şiirinin çıkmazda olduğunu düşünüyor musunuz?
-Y. A: “Türk Şiirinin Psikanalizi” adlı kitabımın şiirimize hal çaresi önermek gibi bir iddiası ya da amacı yok. Bir birey olarak şairlerin insanlık hallerinin, ruhsal, psikodinamik özelliklerinin şiirlerine nasıl yansıdığını amaçlayan şair incelemelerinden oluşmuştur. Yaratıcılığın dinamiğiyle ilgili genel yazılar da vardır. Bu yaklaşımın bir edebiyat incelemesi ya da estetik amaçlı bir çalışma olması söz konusu değil.
Öte yandan, şiirimizin çıkmazda olduğunu da düşünmüyorum. Her dönemde “şiir öldü” diyenler olmuştur, olur. Ancak ben Turgut Uyar gibi düşünmüyorum: “Şiir çıkmazda çünkü insan çıkmazda” demiyorum. İnsan çıkmazdaysa şiir çıkmazda olamaz, daha iyi şiirler yazılır. Çünkü şiir özünde yoksunluk, yalnızlık, çaresizlik, yaradan çıkar. Ülkemiz o bakımdan çok verimlidir. İnsanımız yüzyıllardır hep böyle. Bir geçiş yeri, köprü olduğundan olmalı, bütün uygarlıklar geçmiş, geçerken kılıçtan geçirmiş, zulmetmiş ve ediyor. Bu insana da yansıyor tabii. Örneğin ben, Rus işgali sırasında tutsak götürülen ve 7 yıl sonra evine dönebilen çok az insandan biri olan, döndüğünde nişanlısı evlendirilmiş, iki çocuklu olmuş, o nedenle başka biriyle evlendirilen bir dedenin torunuyum. Diğer dedemse öldü diye bırakılmış ama kar, buz nedeniyle kanaması durmuş ve sürünerek gittiği Rus işgal çadırında ameliyat edilerek iyileştirilmiş. Yani demem o ki bir imparatorluk çökerken bana bile bu acılar düştü. Böyle bir dedenin evindeki yasın sonrakilere yansımaması olanaksızdır. Biz İskandinav ülkesi değiliz, bizde sorunlar bitmez. Hırsızı, sahtekarı, zalimi, üçkağıtçısı da yoksunluk ve yoksullukla ilişkilidir sanırım. 12 Eylüller de bitmez. Hep uç uca eklenir gider. Böyle bir ortamda şiir biter mi, çıkmaza girer mi?
Ama son dönemde çok büyük şairlerin çıkmadığı vb ya da yeni akımların olmadığını, o nedenle çıkmazda olduğunu düşünenler var. Ben çok sayıda büyük şairimizin olduğunu, yaklaşık 100 yıllık Nobel tarihinde 20 kadar Türk şairin Nobel alabilecekken alamadıklarını, yaşayanlardan da alabileceklerin olduğunu düşünüyorum.
Kitabımın bilgileri ışığında; bu toplum yaralı bir toplumdur, çoğu kılıç artığıdır, bu bireyler de yani şair bireyler de yaralıdır, travmatize olmuşlardır genel olarak. Travma sanat yaratıcılığının, şiir yaratmanın en önemli tetikleyicisidir ve yaratma potansiyeli oluşmasına katkısı olur. Dolayısıyla bu toplumda şiir çıkmazda olamaz, bitmez. Çünkü insanlar çıkmazda. Ana-babalar çıkmazda, çocukları çıkmazda bırakıyorlar, onlar da şair oluyorlarsa, çıkmazda birey olarak şiir yaratıyorlar. Tabii bu demek değildir ki her sanatçı travmatize olmuştur, olmalıdır. Hayır. Sanat yaratmanın olanakları sonsuzdur. Fildişi kulesinden hiç çıkmayan bir birey bile çok iyi şair olabilir. İlle de Türkiye’de Ortadoğu’da yaşaması, yoksul, yoksun olması, hapislerde çürümesi gerekmez.
-M.N.C: Kişisel/bireysel tarihlerindeki oral ve anal dönemlerini sağlıklı bir şekilde aşmaları için genç şairlere, şair adaylarına ne önerirsiniz?
-Y. A: Freud’a göre insan yavrusu; çocuk, oral, anal, fallik (genital) dönemlerden geçerek büyür. Gizlilik dönemi sonrası delikanlılık dönemi gelir sonra da yetişkin olur. Dolayısıyla şairlerin o dönemlerini iyi ya da kötü geçirmeleri ebeveynlerinin tutumuna bağlıdır. Sağlıklı anne bebeğine şefkatle meme verir, o da ona bağlanır, daha sonraki yaşamında da insanlara güvenmeyi, bağlanmayı, sevmeyi öğrenir. Kohut ya da Lacan ise bu dönemi, aynalama dönemi olarak görürler. Anne şefkatle, sevgiyle bebekle ilgilenir, bebek güvenli bir kendilik geliştirir. İyi davranılmazsa güven duygusu gelişmez, travmatize olur ve narsistik sorunlar ortaya çıkar. Anal dönemde çocuğa çok baskı yapılırsa; ellerini hemen yıka, orayı düzelt vb. anal dönem zorlukları yaşar; aşırı titiz, inatçı, mükemmelci bir yapısı olur. Yaratımda engellemeler olur vb. Demem o ki şairlerin yapacağı bir şey yok anne babalar sağlıklı yetiştirmeli.
-M.N.C: Türk şiirindeki bireyselleşme ile “bireyci şiir” ayrımına psikodinamik açıdan bakışınız ve yorumunuz nedir? Genelde zengin, sermayedar ve elitizm düşmanı toplumcu-gerçekçi şairlerde burjuva ideolojisine eleştirel bir bakış vardır. Bugünün neo-liberal toplumlarında yaşayan insanlar olarak “Türk şiirinde bireyselleşme” deyince bireyci-burjuva yanlısı bir şiiri mi anlamalıyız? Bu ince ayrım konusunda düşünceleriniz nelerdir?
Toplumcu-gerçekçi olduklarını düşünen şairler tabii ki dünyaya sınıfsal açıdan bakarlar. Zengin, burjuva vb. ye karşıdırlar. Ancak bireyselci bir şair de pekâlâ böyle bakabilir. Bireyselcilik denince burjuva yanlısı anlaşılmamalıdır. Zaten bu sekter düşünceler nedeniyle Türk şiiri boşuna zaman kaybetmiştir. Artık bu saçmalıklarla zaman kaybedilmemelidir. Burjuvaziye karşı olmak sadece toplumcu gerçekçilere özgü bir bakış değildir. Ancak bakış biçimi farklılıkları olabilir. Bu da herkesin özgürlüğü içindedir.
-M.N.C: İkinci Yeni’den bugüne Türk şiirinin bireyselleşme serüvenini göz önünde bulundurduğunuzda, “çıkış yolu” öneren bir şiir hakkında ne düşünüyorsunuz? Asım Bezirci’nin “1950 Kuşağı Hikâyecileri” kitabındaki temel ölçütlerinden biriydi bu: Çıkış yolu önermek…
Tikelden tümele, özelden genele, bireyselden toplumsala, yerelden ulusala, ulusaldan evrensele ve genel insanlık katlarına ulaşmada bugünün şairleri için bir çıkış kapısı var mıdır? Şairin kendi ben’i üzerinde eğleşmesini ve konaklamasını nasıl yorumluyorsunuz? Bireysel şiir algısıyla halkın sorunları/memleket meseleleri arasında nasıl bir bağlantı, bir anlam bağı kurulabilir?
-Y. A: Öncelikle bireyselleşmenin iyi anlaşılması gerekir. Bireyselleşme köksüzlük değildir, geleneği tümüyle reddetmek değildir, absürt çağrışımlarla anlamsız şiir yazmak değildir. İkinci Yeni’nin temel yanlışları bunlar oldu. Artık 60-70 yıl geçmiş. Taşlar yerine oturmuş olmalıydı. ‘80 sonrası tekrar gündeme getirilip daha da abartılınca sorun uzadı, oyalanıldı. Batıdan yanlış okunan, anlaşılan bilgilerle zaten raydan çıkmıştı, bu yanlış tekrarlandı. Ama her iki dönemde de gerçek şiiri bulan, ne yaparsa yapsın şiiri kaybetmeyen birer avuç şair kaldı. Diğerleri absürt çağrışımlar batağında boğulup gittiler.
Ancak kalıntıları kaldı ve günümüze kadar etkileri sürdü. Her kesimden, sol, dindar vb. bütün genç şairlerde bu tutum bir salgın gibi. Eksantrik, anlamsız şeyler söylemeyi çok fiyakalı buluyorlar. İmgeye önem vermek yerine imge batağında boğuluyorlar. Her dönemde olduğu gibi, bilinçdışının çağrışımlarını aklın egemenliğiyle dizginleyen genç şairler geleceğin önemli şairleri olacaklardır. Şiir bilinçdışı çağrışımlarla zenginleşir, iyi yazılır ancak aklın ve bilincin kontrolüyle estetize edilerek okuyucuya sunulur. Bu dengeyi iyi tutturamazlarsa, 70 yıldır olanlar onlar için de olacaktır. Yani çöp sepetine gideceklerdir. Bu noktada aklın, bilincin kontrolünü abartırlarsa da bütün güzelliklerini yok edip şiiri kuru, didaktik bir bilgi yığınına çevirebilirler. Onu sağlamak, becermek genetik kumaşla gelen yetenek ve çalışmanın, okumanın, emeğin ortaklığıyla olacaktır. Çıkış önerim budur.
Bütün bu sorunlar aslında şairin kendi “ben”i üzerinde fazla eğleşmesinden kaynaklanmaktadır. Sanatçılar, şairler genellikle narsistik travmalar yaşamış kişilerdir. Bu onları narsistik, benmerkezci yapar. İçlerinden bazıları narsistik tutumu hak ederler çünkü büyük şairdirler. Çoğunluğu ise üç beş şiirimsiyi şiir sanarak, megaloman tutumlarıyla insanlara tepeden bakar, büyük şairmiş gibi ortalarda dolaşır sonra da çöp sepetine giderler. Haydar Ergülen dostum, bir yazısında “İyi şairlerin aynı zamanda iyi insanlar olduğuna inanıyorum” demişti. Ben de katılıyorum ama bunun bir ütopya olduğunu da biliyorum, demiştim. Bilmezlikten geliyorum.
Cemal Süreya için, yıllarca, bireyci, burjuva şairi vb. diyenler oldu. Ben Türk şiirinde en toplumcu şiirleri, özellikle Ortadoğu Şiirleri vb., Süreya’nın yazdığını iddia ettim ve yine ediyorum. Derinlikli okunduğunda erotizm şairi gibi algılanan şairin ince bir hüznün ve toplumsalın da şairi olduğu görülür. Türk şiirinde bireyselliği önemseyen, varoluşsal sorunları dile getiren, ama toplumsal sorunlar, acılar, zulümler, öldürümleri vb. yazan çok sayıda iyi şair var.
-M.N.C: 6 Şubat 2023’te derin ve büyük bir toplumsal travma yaşadık. Acımız büyük. Yastayız.
“Travma sonrası stres bozukluğu…”
Bir şair-doktor olarak travma sonrası stres bozukluğunu ve diğer psikolojik sıkıntıları bu süreçte asgari düzeyde yaşayıp aşmamız noktasında duyarlı/hassasiyet sahibi bir insan olarak ne önerirsiniz?
-Y. A: Maalesef hepimiz yastayız. Travmanın akut, hızlı etkisi insanı dağıtan, şaşkınlaştıran bir etki olabilir. O dönem özellikle travma yaşamayan ya da depremi yaşamayan yakınlarının onları sarıp sarmalaması, ben buradayım, senin yanındayım, her şey geçecek, birlikte aşacağız gibi yatıştırıcı, şefkatli davranmaları çok iyi olacaktır. Şaşkınlık vb. çok ağırsa profesyonel yardımı için hastaneye götürülmelidir. Akut, yeni dönem geçtikten sonra kayıpların bilincine varmakla “post travmatik” süreç başlar. O dönemde de şefkatli biçimde pek yalnız bırakmadan ilgilenilmelidir. Uyku uyuyamama, sürekli endişe, olayın hayalinde ya da rüyasında sürekli tekrarlanması durumunda yine profesyonel yardım alınmalıdır. Bu dönem sürerken kayıpların yaslarını tutmak, yas sürecini yaşamak gerekir ki o dönemde zorlu bir dönemdir. Yas, bu durumda karmaşıklaşıp depresyon halini alabilir. Anksiyete vb. olabilir. Ego gücü zayıfsa ego tamamen dağılabilir ve psikoza girilebilir. Bunların tümü için sağlıklı yakınların ya da bireylerin sağlıklı desteği gerekir.
Bizlerin, özellikle çocukların, bu travmaları, olayları sürekli izlemesi sorun oluşturabilir. Tabii ki onlarla empati yapmamız gerekiyor, izlemeliyiz ancak günlük yaşamın uğraşlarını boşlayıp sadece o görüntüleri izlemek başta çocuklar olmak üzere herkesi olumsuz etkileyebilir, serotonin düzeylerini düşürerek başta depresyon olmak üzere çok çeşitli hastalıklara yol açabilir.
Öte yandan çocukların, gençlerin bir an önce olağan yaşam biçimlerine dönmesi, okullarının açık olması ve eğitimlerini sürdürmeleri de yararlı olacaktır. Hem eğitim kaybı yaşamayacaklar hem de uğraş tedavisi gibi onları meşgul ederek bu kötü görüntülerden uzaklaştırılmış olacaklardır.
Tabii sonuçta insan olma bilincimizle tüm yardıma ihtiyacı olan insanlara, maddi-manevi destek olmak bir insanlık borcudur. Bu erişkinler için bir borçtur, çocuklar içinse bu yardımlaşma; dayanışma, insanlık ideali vb. yönlerden kişilik yapılanmasına katkıda bulunacak bir durumdur.
Erişkinlerin de günlük olağan uğraşlarına yönelmesi, arkadaşlık, dostluk ilişkilerini sürdürmesi, birbirlerine karşı daha insancıl, dürüst hak bilir biçimde davranması, kitap vb. okuması önerilebilir. Bunlara rağmen depresyon gibi durgunluk, yalnız kalma eğilimi, aşırı duygusallaşma, ağlamalar vb. olursa, geç kalmadan bir psikiyatra gidilmesi iyi olur.
-Yanıtlarınız için içtenlikle teşekkür ederiz.
-Ben teşekkür ederim değerli sorularınız için.