Yunus Çinçin: 2025 Fakir Baykurt Öykü Ödülü’nü alan “Alemciler” adlı son öykü kitabınızın okurunu bulması dileklerimle başlamak istiyorum söyleşimize. Kendinizden, yazarlık geçmişinizden ve yazarlık
serüveninizde önemli gördüğünüz dönüm noktalarından söz eder misiniz?
Zafer Doruk: Çocukluğum Adana’da, 60’lı yılların işçi mahallesi Denizli’de geçti. Evimiz tren yolunun kıyısında, büyük bir avlunun içinde derme çatma bir mutfakla iki göz odadan oluşan bir evdi. Bir avluda beş aile oturuyordu. Trenler geçtiğinde evler gürültüyle sarsılırdı. Tren yoluna paralel bir de küçük bir sulama kanalı vardı. Mahallemiz, çırçır, dokuma, yağ ve tütün fabrikalarıyla çevriliydi. Biz avlu çocukları, babalarımızın gece vardiyasından dönmesini beklerken birbirimize siyah-beyaz film hikâyeleri anlatırdık. Radyolar ve yazlık sinemalar bizim için büyülü birer hayal/zaman makineleriydi. Sinema günlerinde avluda âdeta bir bayram havası eserdi.
Ortaokul ikinci sınıftaydım. O yaşlarda ilk kalp ağrısını tattım. Gülçin adlı bir kıza âşık oldum. Gülçin için şiirler, mektuplar yazıyordum. Türkçe öğretmenimiz bir röportaj ödevi vermişti. Arkadaşlarımın çoğunluğu şehrin tanınmış kişileriyle röportaj yapmayı tercih ederken, ben, Yaşar Kemal’in röportajlarını okuyup etkilenmiş bir öğrenci olarak farklı bir şey arıyordum. Okul çıkışı eve giderken tren yolunun kıyısındaki boş bir tarlada çadırlar gördüm. Roman göçebeler orada konaklamışlardı. Çadırların önünde iri kangal köpekleri vardı. Korkumu bastırıp yanlarına sokulmayı başardım, meramımı anlattım, sorularımı sordum, izlenimlerimi Yaşar Kemal’i örnek alarak yazdım. Öğretmenimin övgü dolu sözleri, röportajımı sınıfa okurken arkadaşlarımın imrenen bakışları gururumu okşamıştı.
Ortaokul son sınıftaydım, yeni gelen Türkçe öğretmenimiz Sabit Kemal Bayıldıran bir ödev için bizi sinemaya götürmüştü. Yılmaz Güney’in “Ağıt” filmini izleyip hakkında yazı yazacaktık. O ödevimden de iyi bir not alıp öğretmenimin gözünde geleceğin yazar adaylarından biri olmuştum.
Halamın kocasının lâkabı ‘Binbirçeşit’ti. Binbirçeşit, semt pazarlarında ikinci el kitaplar, çizgi romanlar, oyuncaklar, Amerikan mecmuaları satıyordu. Babam berber olmamı isterdi. Beni yanına çırak olarak verdiği berberden kaçıp Binbirçeşit’in çırağı olmayı başardım. Tek amacım kitapların içinde olmaktı. Semt pazarlarında çocuklara saati 25 kuruşa çizgi roman okutarak ustama ek bir gelir sağlıyordum. Binbirçeşit’in kitapları evlerinin çatı katındaydı. Yemeğimi yer yemez oraya çıkıp kendimi dış dünyaya kapatır, kitaplarla baş başa kalırdım.
Biz yoksul semtlerin çocukları, şehrin varsıllarının ve İncirlik üssünde görevli askerlerin oturduğu Reşatbey mahallesine ‘Amerikan Mahallesi’ adını vermiştik. O mahalleye gidip onların oynamaktan sıkılıp attıkları oyuncakları, giysileri, ayakkabıları toplardık. Binbirçeşit’in en iyi müşterileri Amerikan çocuklardı.
Geceleri halamın çocuklarıyla birbirimize hikâyeler anlatırdık. Yağmur yağdığında evin çatısı akar, halam evde ne kadar tencere, leğen, kova varsa akan yerlerin altına koyar, damlaların sesi bize ninni gibi gelirdi. Gazipaşa Bulvarının iki yanında uzanan portakal bahçelerinin yerini çok katlı apartmanlar almaya başlayınca, Binbirçeşit, barakanın önüne bir sucuk ekmek tezgâhı kurdu. Çevredeki inşaat işçileri öğle paydosunda bize sucuk ekmek yemeye geliyorlardı. Ben mangalı yakıyor, ekmekleri kesiyor, içecekleri soğutmak için üçtekerli bisikletle buzhaneye gidip buz alıyor, işim bitince içeriye kapanıp kitaplarla baş başa kalıyordum. Orada çizgi romanlar dışında, Varlık cep kitaplarıyla: İstrati’yle, Steinbeck’le, Gorki’yle, Çehov’la, Jack London’la, Mark Twain’le tanıştım.
Adana Erkek Lisesinde okurken sol görüşlü edebiyat öğretmenimiz ‘Eylem’ adlı bir duvar gazetesi çıkarmıştı. O gazeteye ‘Lekeli Öğretmen’ adlı ilk öykümü yazdım. Sürgüne gönderilen bir öğretmeni anlatmıştım. Yetmişli yıllar ülkenin toplumsal olaylarla çalkalandığı bir dönemdi. Gazetemiz duvardan indirildi, öğretmenimizi sürgüne gönderdiler. Bir fabrika işçisinin altı çocuğundan biriydim, liseden sonra okuyamadım. Ekmeğimi kazanmak için çeşitli işlerde çalıştım, sokakları tanıdım, sıradan insanların hikayelerine tanık oldum. ‘Kedi’ adlı bir öykümle Orhan Kemal öykü yarışmasından bir mansiyon aldım, bu beni cesaretlendirmişti. 1995’te hazırladığım ‘Bir Uçumluk Kanat Lütfen’ adlı dosyamla Orhan Kemal Öykü Ödülünü aldım. Bir özel okulun kütüphanesinde göreve başladım, orada bilgisayar vardı, binlerce kitap elimin altındaydı, daktilomu rafa kaldırıp rahat bir çalışma ortamına kavuşmuştum. Sonra başka ödüller geldi, başka kitaplar yazdım.
Yunus Çinçin: Kitaplarınızdaki öykülerin bir kısmında Adana’yı, Adanalıları, Adana’da sürüp giden hayatları okuyoruz. Adana’nın öykücülüğünüzdeki ve hayatınızdaki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?
Zafer Doruk: Adana, çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, çok göç almış bir şehir. İnsanıyla, coğrafyasıyla beni beslemiş, esinlemiş, öykülerime kaynaklık etmiş, dil bilincimi yeşertmiştir. Doğuyla batının ortasında, her iki taraftan da göç alan, sıcak ikliminden, fabrikalarından, verimli tarım topraklarından dolayı ‘fukara şehri’ diye anılan Adana, yetmişli yıllara kadar sanayileşmede, tarımda, endüstride önemli bir yere sahipti. Arap, Türk, Kürt, Çerkez, Ermeni, Nusayri, Türkmen gibi iç içe yaşayan kültürler harmanlanıp Adana’ya has bir kültür oluşturmuştur. Adana sokakları bu anlamda rengârenk bir karnaval havası taşır, sokaklarında, mahallelerinde kımıl kımıl öyküler kaynar. O sokaklarda büyüdüm, yazlık sinemalarında yergöstericilik yaptım, Adananın en hareketli semti olan Kuruköprü’de terlik işportacılığı yaptım, öykülerimin kahramanlarıyla oralarda tanıştım, dergilerde yayımlanan ilk öykülerimi o dönemde yazdım, ilk dosyama verilen ödülü o zaman aldım. Yıl: 1995. İşporta tezgâhımı o gün erken toplayıp Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’ndeki ödül törenine katıldım. Ödülümü dönemin bir bakanının elinden aldım, ertesi sabah tekrar işporta tezgâhımın başına geçtim. Hiç unutmam, çevremi gazeteciler sarmıştı. Ertesi sabah gazetelerde ‘Orhan Kemal Öykü Ödülünü işportacı bir yazar aldı’ diye manşetler atılmıştı.
Zafer Doruk: Öykü yazmak benim için, insanın sıradanlaştırdığı, aşındırdığı, göremediği, görmek istemediği şeylerin ardına düşüp, görünmeyen yüzleri bulup onlara bir anlam arama, hayatı kavrama çabası; öte yandan, yazarken, düşünürken dünyanın eften püften dertlerinden arındığım, çalışırken eğlendiğim, hayata daha bir sıkı tutunduğum bir uğraş, öykü. Çok gezerim, çok yürürüm, yürürken zihnim açılır, öykü düşünürüm, bilmediğim sokaklara girerim, arada eski mahalleme takılır, nelerin değiştiğini görmek isterim, rasgele bir kahvehaneye oturur, insanları izlerim. Masa başında oturup düzenli çalışan biri değilimdir, sistemli, programlı çalışan arkadaşlara imrendiğim olmuştur. Sonra anladım ki benim tarzım bu, başka türlü yazamıyorum. Evde çalışmanın dışında, yolculukta, kahvede, parkta, sokakta, otobüste, her yerde çalışabilir, düşünebilir, yazabilirim, illede sessiz bir ortam olsun diye bir derdim olmaz.
Yunus Çinçin: Türk ve dünya edebiyatından sevdiğiniz ve takip ettiğiniz öykücüler kimler? Yazarlığınızı beslediğini düşündüğünüz yazarlar, sanatçılar hangileri?
Zafer Doruk: Öyküye kattıklarıyla dünya öykücülüğünün çıtasını yükselten Amerikan edebiyatı yazarlarından çok var ama aklıma ilk gelen isimlerden birkaçını sayayım:
E. Hemingvay, W. Faulkner, Raymond Carver, john Cheever, Joy Williams… Yeni Zelanda’dan Katherine Mansfield, İtalyan edebiyatından Antonio Tabucchı, Latin Amerika öykücülerini bol bol okurum; örneğin, Marquez. İrlanda edebiyatından William Trevor, Rus edebiyatında Çehov’dan, Gorki’den sonra öykülerinin tutkunu olduğum Andrey Platonov. Türk öykücülerinden Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Sait Faik dönüp dönüp okuduğum, örnek aldığım yazarlar. Öykülerini severek okuduğum Oktay Akbal, Adnan Özyalçıner, Bilge Karasu, Onat Kutlar, Lütfiye Aydın, Nihat Ziyalan, Vüsat O. Bener, Tomris Uyar, Murathan Mungan, Cemil Kavukçu, Murat Özyaşar, Kâmil Erdem… Derya Sönmez: öykü havasını, tarzını sevdiğim, dikkatle takip ettiğim, gelecek için umut vadeden genç öykücülerden. Türker Ayyıldız, Cabir Özyıldız… Offf, burada hepsini sayamayacağım o kadar isim var ki…
Yunus Çinçin: Öykü yazmak isteyenlere ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz? Bundan sonraki süreçte, yazacağınız eserlerle, yapmayı düşündüğünüz çalışmalarla ilgili kısa ve uzun vadeli planlarınız neler?
Zafer Doruk: Öykü okusunlar bol bol; klasik, Rus, Latin, modern, dünya edebiyatından öyküler. Türk klasiklerini, Türk modern öyküsüne kapı açan ‘Ellili Kuşak’ olarak adlandırılan öykücüleri, yeni öykücüleri atlamasınlar. Çok yazsınlar, hemen beğenip yayımlamasınlar, gerekirse acımadan silip atsınlar, tekrar tekrar yazsınlar. Uzun, dikenli, çakıllı bir yol; bu yolu yürümeyi göze alanlara selam olsun. Yazmayı düşündüğüm demlenmeye, soğumaya bıraktığım öyküler var, kafamda onları ısıtmaya çalışıyorum. Özyaşamöyküsel bir novella yazmayı düşünüyorum.
Yunus Çinçin: Güzel söyleşi ve ayrıntılı yanıtlarınız için teşekkür ederim.
Zafer Doruk: Böyle düzeyli, güzel sorular hazırladığınız için ben de size teşekkür ediyorum.