Her yazarın, bütün eserleri arasında kimi kitaplarının özel bir yeri, konumu ya da önemi vardır. Bu kitaplar, daima başucu kitabı olarak elimizin altında bulunur, yeniden yeni göz ve bakış açısıyla okunur, aralanırlar. İşte Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak için de bu durumu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kitapta, benim açımdan aynı anda sevdiğim edebî türlerin bir arada kotarılması kadar; kendi kentim Kars’ın deneysel ve şiir tadında yer buluşunun özel bir yanı vardır.
Yaşamak’ta, günlük, anı, seyahat (gezi) yazısı, deneme, mektup, şiir, mensur şiir hatta makale tadını bulabiliriz. Yaşamak’ta, bir yazarın duygu, düşünce ve yaşayış biçiminin izlerini bulmanın yanı sıra, usta bir anlatımla türler, temalar ve metinler arası geçişleri de görürüz. Yaşamak, yazar-anlatıcı-yaşanmışlık, hatıralar zinciri ve okuyucu ayrı renk, kıvam, heyecan ve nostalji getirir.
Yaşamak, eylemin sürekliliğini/sürerliğini öne alan bu isimlendirme salt geçmişi değil senkronize bir şekilde geçmiş, şimdiki, geniş ve gelecek zamanları kapsar. Daha adından başlayan esrarengiz kuşatıcı bir seçim bizi kendine çeker. Bu bakımdan, “Yaşamak, dilde anlatıda, kurgu ve biçimde klasik anlatı türlerinin, tarzlarının dışındadır.” ve “Ele avuca gelmeyen, spontane olan veya yaşanan bir tür diye niteleyebiliriz Yaşamak’ı.” değerlendirmeleri isabetlidir. Yaşamak’ı, “spontone” kılan, anlatım türlerinin tanım ve kapsama alanlarının dış ve iç’inde yer alabilmesidir. Edebiyat metinlerinde temayı türler arasına dağıtma yazarın dili kullanmadaki ustalığının yanı sıra, üslûp hâkimiyetini de gözler önüne serer. Cahit Zarifoğlu, Yaşamak’ta edebî türler arasında bir geçiş yapmanın yanı sıra, anlatıcı-yazar-metin (tekst) açısından bir dil virtüözü olduğunu göstermiştir. Bu durum eserin çözümlenmesinde amatör okuyucu ve kıstas dışına taşmayan eleştirmeleri zor durumda bırakmaktadır. Ali Haydar Haksal, Yaşamak’ı yeniden okurken; gözlem ve değerlendirmeleri arasında, “Yaşamak, eleştirmenlerin ölçülerine gelmiyor. Yazar, kurallarını, dilini, biçimini, kurgusunu kendince oluşturuyor. Yani, doğaçlama yaşandığı bir biçimde yazılıyor Yaşamak.”, “Şiir bütünlüğü olmadığı için şiir kitabı değildir. Kendine özgü bir kurgusu bulunuyor.”, “Yaşamak’taki şiir bölümleri ve düz metin içinde geçen dizeler bir araya getirilse başlı başına bir şiir kitabı ortaya çıkar.” ve “Yaşamak günlük müdür, evet günlüktür… Ne tarih sıralama ne anlatım biçimi, ne düz metin anlayışı bakımından günlük tarzının dışındadır” açıklamalarıyla eserin şaşırtıcı, fonksiyonel, lirik ve türlere kuşbakışı baktığının altını çizmiş olur.
“Cahit Zarifoğlu’nun şiirinde çok şey serüven duygusundan doğmuştur. Serüvenin kahramanı kendisidir” diyen Cemal Süreya, Zarifoğlu’nun şiir-serüven-beslenme kaynağı arasındaki durumunu veciz bir şekilde özetlemiş olur. Yaşamak’ta metin anlatım biçiminden de rahat çıkarabileceğimiz serüven duygusunun yanı başında felsefî açılımları olan telkinlerin bulunuşu, eserle-yazar arasında kurulacak özdeşleşimin örtüşmesinin yansımasıdır. Yaşamak, bize, bir Çehov hikâyesinde sunulan duruma dayalı tahkiyeyi, Montaigne’in denemelerinin birindeki kuruş/kurma ve etkileşimi verir.
Cahit Zarifoğlu’nun anlatımı üzerinde duran Âlim Kahraman, “Cahit Zarifoğlu’na ait hangi metin olursa olsun, onun dünyasına bir iklime geçer gibi girersiniz. Yeni bir iklime girmenin ne gibi etkileri oluyorsa, nasıl değiştiriyorsa insanı öylece değişirsiniz.”, açıklamalarının yanı sıra, Yaşamak’la ilgili olarak “sere serpe, hiçbir kayıt altında hissetmeden, özgürce gerçekleştirir bu kitabında sanatçı kendini” şeklindeki tespit ve düşüncelerini ileri sürer. Şüphesiz, günlük yazmanın verdiği rahatlıktan kaynaklanan “özgürlük”, diğer tür ve metinlerle geçişi de beraberinde getirmektedir.
“Yaşamak Uzun Bir Toplam İşlemidir” başlıklı yazsında Necip Tosun, Casere Pavese, Franz Kafka ve Wirginia Wolf’un günlüklerinden söz ettikten sonra “Yaşamak’ta hayatı bir ince duyarlılıkla doya doya yaşayan bir insanın Calw, Milano, Ulm, Biatritz, Bordeux, San Sebestian, Girne, Sarıkamış, Maraş, İstanbul, Ankara’da geçen yaşamı sırasında çevre ve insanları nasıl büyük bir titizlikle gözlediğini net bir şekilde görüyoruz.”, “Yaşamak Cahit Zarifoğlu’nun şiiri, hikâyesidir. Dahası şiirsel bir hikâyedir.”, “Yaşamak’ta, İns’in İşaret Çocukları’nın, Yedi Güzel Adam’ın, Menziller’in oluşumuna kaynaklık eden bir ruh’la, bir bilgi birikimiyle karşı karşıya geliriz.” ifadeleriyle Yaşamak’ın sıra dışı bir metin olduğunu düşünmemize dikkat çeker. “şiirsel bir hikâye” mi mensur bir şiir mi? Bu da, eseri çok yönlü okumamızı gerektiren durumlardan biridir. Temel malzemesi dil olan anlatma metinlerinde dilin gücü mutlaka kendini verme, hissettirme durumundadır. Yaşamak’taki “Cama yapıştırılmış bir ihtiyarlık gibi” cümlesinde olduğu gibi.
Tarihî sistematik bir dizilişi bulunmayan Yaşamak, SARIKAMIŞ 1979’la başlayıp; 1979 ANKARA 11 EKİM’le noktalanmaktadır. “ne çok acı var anında morartan vuruşların bir anda kan morartı ve patlamalarla ve acının ve korkunun çağırdığı et büzülmeleriyle tanınmaz hale gelen yüzlerini dimdik ve ilk ifadesini bozmamaya çalışarak ve hep karşıya bakarak ayakta tutuyorlar” cümleleriyle açılan Yaşamak, bizi, ilgi, merak ve heyecanla esrarlı bir şekilde kendine çeker. Kentlere, güzergâhlara ve tarihlere göre kendiliğin alt bölümlere ayrılan, 216 sayfalık hacim boyunca üzerinden dikkatin ayrılmasına izin vermeyen Yaşamak, roman sanatındaki pilot çizgi havasında ilerler. Belki romandaki carcassé eserde bulunmaz. Ancak, Maraş’la ilgili birçok yerde yapılan geriye dönüşler roman türünü akla getirir. Nitekim, Maraş 1958 başlıklı kısımda verilen “dağ köyünde körbağırsak sancısa konur/karnın ağrıyan yanına/alev gibi tuğlalar” mısraları bu durumu güzel bir şekilde yansıtır.
Cahit Zarifoğlu’nun, İşaret Çocukları’nda yer alan “Çölde Gizli Bezginler” şiirinde geçen “koşu bitince aşk bir yorulmadı kaçılmaz kırbacından/sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından” mısraları, Yaşamak’taki, “tüm koşuşmalar ortasında insanları alıp buran olayların en içlerine sarkar şair kanım.” ve “silah sadık değildir” cümleleriyle manidar ve şaşırtıcı derecede bir yakınlık gösterir. Yaşamak’taki, “SARIKAMIŞ-MERSİN TREN HATTI ÜZERİNDE OCAK AYINDA BİRKAÇ GÜN VE GECE 1975” başlıklı bölümde yer alan “kaç kez söylemiştim trene kadar gelmesi gerekmiyor diye. Bir file dolusu öteberiyle üstelik. Yiyeceklerin yanında peçete kaâğıtlar/her zaman su bulamazsın dedi elin yüzün yemek bulaşığı öylemi uyuyacaksın. bir roman ve sonradan ortaya çıkan bir küçücük pakette de çam kozası biçiminde crep de shin. Kızaklı arabaların park ettikleri alanın az ilerisinde duruyoruz üçümüz. Tren arkamdan yola gideceğini anlamış buharlı tıslamalar ıslıklar ve iç çekmelerle yavaş yavaş bir koyuluşa hazırlanıyor” cümlelerini Michel Butor’un Değişme romanında geçen şu satırlarla karşılaştıralım: “Cécile’i görmüştünüz düşünüzde; ama hiç de hoş değildi bu düş; gar peronunda vedalaştığınız o güvensiz ve sitemli bakışlı girmişti düşünüze, acı çekiyordunuz. Zaten ne olursa olsun Henriette’ten ayrılmak istemenizin nedeni, Cécile’in en önemsiz sözlerine en ufak jestlerine dek sinmiş olan o sitemli hâli değil miydi? Bundan böyle ne zaman Roma’ya gitseniz bunu mu bulacaksınız artık? Artık haram mıydı size Roma’da, kendinizi taptaze ve apaydınlık bir aşkın içtenliğine bırakıp da gençliği yeniden tatmanız kısmet olacak mıydı bu kentte?” Her iki metinde de anlatımın (sunuş), söz diziminin ve dil bilgisinin uç kullanımlarını görebiliriz. İlkinde, tren yolculuğu öncesi enstantaneler, ikincisinde seyir hâlindeki trende geriye dönüşle önceki tren yolculuğunun hatırlanışı verilir. Günlük ile roman metni arasındaki farklılığa rağmen iki ayrı yazar tarafından iki ayrı anlatımdaki benzer nitelikleri görmekteyiz.
Cahit Zarifoğlu’nun, “Kişi kendi duygularının çeperlerine kadar dondurduğu bir dolabın içinde ne yana kaçabilir. Hesaplarımız ise bu dolabın ufalanmasına neden oluyor. Görünüşte zenginleşiyor, yoksul düşüyor, unutuluyor veya ün yapıyoruz ne çare” şeklindeki düşüncelerinin izleri, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar romanında geçen “İmkânsızlık bir taş duvar demektir. Nasıl bir taş duvar? Elbette tabiat kanunlarının, tabiata bilgilerinden çıkarılan sonuçların, matematiğin taş duvarı” tanım, soru ve cevap olarak karşımıza çıkar.
Sonuç olarak, özel okuma gerektiren bir eser durumunda olan Yaşamak, türler ve metinler arası okumalara açıktır. Diyebiliriz ki, Yaşamak, ondan alacağımız derslerin dışında, dil, anlatım, tema ve düşünce bakımdan alacağımız lezzetin yanı sıra, türlerin ne denli birbiriyle uzaklık/yakınlığa sahip olduklarını ölçmeyi ve türlerin senteziyle ortaya konulacak eserlerin ne kadar başarılı olabileceğini hesaplamamıza imkân tanımıştır.
Ertuğrul Aydın