Dino Buzzati 1906 – 1972 yılları arasında yaşamış İtalyan romancı, öykü yazarı, hukukçu, ressam, şair ve gazeteci. Buzzati’nin en ünlü eseri olarak kabul edilen Tatar Çölü adlı romanı 1940 yılında yayınlanır. Roman 1949 yılında yapılan Fransızca çevirisi ile edebiyat dünyasında dikkatleri üzerine çeker. Yirmiden fazla dile çevrilen roman beyazperdeye de aktarılarak yazarına dünya çapında bir şöhret kazandırır.
Tatar Çölü, her ne kadar, sınır kalesinde geçen askeri hayatı konu alan bir roman gibi görünse de hayatını anlamlandırmak için kaderinin ona bir fırsat sunmasını bekleyen edilgen insanın hikâyesini anlatmaktadır. İçinden geçtiğimiz son beş yılın bende oluşturduğu iç muhasebenin de etkisiyle ikinci kez okuyuşumda beni daha da fazla etkisi altına alan bu romanı sizinle paylaşmak istedim.
İtalyan yazar Dino Buzzati Tatar Çölü romanının giriş cümlesi olan, “Subay çıkan Giovanni Drago, ilk atandığı yer olan Bastiani Kalesi’ne gitmek üzere, kenti bir eylül sabahı terk etti,’’ cümlesiyle açtığı kapıdan okuyucusunu oluşturduğu kurmaca dünyanın içine alıyor. Bu ilk cümledeki ‘’terk etti’’ fiili aslında roman kahramanı Giovanni Drago’nun bir daha geri döndürülemez olan dönüşümünün ilk işaretçisi. Roman boyunca Bastiani Kalesi’ndeki durağan hayatın oluşturduğu alışkanlıkların insan ruhunu çürüten yıkıcılığının etkisiyle hep yarınlara ötelenen hayallerle, bir ömrün insanın elinden nasıl kayıp gittiğine şahitlik ediyoruz.
Roman, Giovanni Drago adlı bir teğmenin ilk atandığı Bastiani Kalesi’ne gidişi, önceleri burada kalmak istemese de zamanla alışkanlıkların oluşturduğu ataletin, rahatlığın körleştirici etkisi ve Tatar Çölü’nden bir gün gelebilecek düşmana karşı koyarak kahraman olmak ümidinin cazibesiyle bu kalede yıllarca kalması hikâyesiyle okuyucuya çok insani bir dünya kuruyor.
Bastiani kalesi; yıllar önce Tatarların saldıracağı düşüncesiyle kurulan, bir yanı uçsuz bucaksız bir çöl olan, hiçbir zaman bir saldırıya maruz kalmamış, bu yüzden de gittikçe önemini yitirmiş bir sınır kalesidir. Kaleye geldiği ilk anda dönmeye karar veren Drago, dönmek için gerekli adımı atmayı hep ertelediği için ilk önce dört ay sonra kaleden ayrılacağına dair belirlediği görev süresi bir ömür boyunca sürer.
Kaledeki ilk gecenin derin sessizliğini bozan sarnıçtan gelen su sesinden duyduğu rahatsızlıkla, kimsenin geçmeyeceği bir boğazı korumak için görev yapan yüzlerce adamın nöbet tutmak için uyanık kalmasının yersizliği düşüncesiyle kaleden gitmek ister ve çok saçma gördüğü bir varsayımda bulunur: “Ya yıllar ve yıllar boyunca burada durmak ve gençliğini burada, tek kişilik yatakta tüketmek zorunda kalırsa?”
Yıllardır tek bir saldırıya dâhi uğramamış bu kale için Albay Filimore tarafından başlatılan -kalenin çok önemli olduğu ve bir gün çok büyük olaylar olacağı- düşüncesini kaledeki askerler de benimsemiş, bekleyişlerini ulvi bir amaca bağlamışlardır. Kaledeki tüm askerler, bir gün kahramanca bir yazgının kendilerini bulacağı beklentisi içindedirler. Sadece bu ümit için, bir gün çok önemli bir şey olabileceği ümidi için yıllarını feda etmeyi göze alırlar. Romanda önceleri bu tuhaf bekleyişi yadırgayan kahramanın düşüncelerinin zamanla nasıl dönüştüğünü ve kahramanın da aynı tuzağa düştüğünü görüyoruz.
Yıllar sonra şehre dönmek ister; ancak Drogo fark eder ki Bastiani kalesinde kaldığı süre boyunca bakış açısı değişmiştir. Hoşlandığı kadınla bile ne kadar uzaklaştıklarını anlar. Ömrünün çoğu zamanını bir bekleyişle geçirmiş, hayatını bir gün kahraman olma ihtimaline adamış; hatta kaderine boyun eğmiş bir adamdır artık Drogo. Yıllar sonra rütbesi Bastiani kalesinde yüzbaşılığa yükselmişken; yaptığı davranışlar ile tıpkı yıllar önce karşılaştığı Yüzbaşı Ortiz gibi davrandığını fark eder. O genç adam kendini bu kaleye hapsetmiş yaşlı bir adam olmuştur artık. Aradan o kadar yıl geçmiş olmasına rağmen içini kemiren heyecan ya da umut da denebilecek “savaş” onu beklemekte midir gerçekten; yoksa kaderi yine ona oyunlar mı oynamaktadır? Dino Buzzati, bu sorunun cevabının peşine düşerek, merakla, bir solukta okuyabileceğiniz, günümüz insanının kendiyle yüzleşeceği nitelikte bir edebiyat eseri sunmuş bize.
Roman; edilgen hayatların içine sıkışmış, kendi kalelerini inşa edip ulaşılmaz ulvi hayallerle kendini oyalayan, hayatı ıskalayan, sisteme takılı kalmış, sistemin dayattığı kuralları sorgulamadan yerine getiren, sistemin bir parçası olan insanları konu edinen hikâyesi ile Kafkaesk yapıdadır.
Çöl, kale ve pelerin romanda karşımıza çıkan çok önemli imgeler. Kale karakterin içinde kendini efendi hissettiği, ancak alışkanlıkların ataletiyle Drogo’yu esir eden bir hapishaneyi simgeliyor. Konfor alanı olarak gördüğü kaleden çıkma cesaretini gösteremiyor, atalet içerisinde kalıp yeni adımlar atamıyor. Pelerin ise ulaşmak istediği hayallerini, umutlarını simgeliyor. Zaman içinde pelerin de kendisi gibi soluyor, ulaşmak istediği amacın çok da cazibesi kalmıyor onun için. Çöl ise karakterin hayatının durağanlığını, içinde bulunduğu zihinsel aldatmacayı simgeliyor.
Roman; hayatının akışını değiştirmeye cesareti olmadığı için ümidini yazgısının elbet bir gün ona sunacağı fırsata bağlayarak, edilgen bir bekleyişle insan ömrünün elinden nasıl kayıp gideceğiyle bizi yüzleştirerek binlerce kişisel gelişim kitabının bize veremediği çok önemli bir hayat dersi veriyor. Bu romanı okuduktan sonra belki siz de benim gibi dönüp kendi hayatlarınıza bakma ihtiyacı hissedeceksiniz.
1991 yılında Hülya Uğur Tanrıöver’in başarılı çevirisiyle İletişim yayınlarının edebiyatımıza kazandırdığı bu eser okuyucuyu; kendini içine hapsettiği kaleleriyle, en önemlisi de kendisiyle yüzleştiriyor. Herkesin hayatında bir Bastiani kalesi vardır. Bu kale sizi kemiren bir ilişki olabilir. Belki de çalıştığınız bir işyeri, memnun olmadığınız terfi alma ümidiyle gönülsüzce yaptığınız bir iş. Yarın daha iyi olacak düşüncesiyle kendi kendinizi avuttuğunuz, içinden çıkmaya cesaret edemediğiniz için acabalarla ömrünüzün elinizden kayıp gittiği herhangi bir sarmal…
Sahi sizin Bastiani kaleniz nerede?