Orta Çağ, Hindistan’ın siyasi, kültürel ve dini açıdan büyük dönüşümler yaşadığı bir dönemdi. Bu süreçte, Hint alt kıtası farklı hanedanların egemenliği altında şekillenirken, Gazneliler ve Gurlular gibi İslamî fetihçi devletler bölgeye güçlü bir etki bıraktı. 13. yüzyılda kurulan Delhi Sultanlığı, Hindistan’da İslam’ın kalıcı bir yönetim biçimi haline gelmesini sağlarken, aynı zamanda yerel Hindu ve Budist unsurlarla da etkileşime girdi. Babürlüler ise, 16. yüzyılda Hindistan’ı fethederek, sadece güçlü bir imparatorluk değil, aynı zamanda sanat, mimari ve yönetimde benzersiz bir sentez yarattılar. Orta Çağ boyunca Hindistan, farklı dinlerin, kültürlerin ve geleneklerin iç içe geçtiği kozmopolit bir yapıya bürünerek, günümüz Hint medeniyetinin temel taşlarını oluşturdu.
Lane-Poole, İngiliz oryantalizminin önde gelen temsilcilerinden biri olarak, geniş arşiv çalışmalarına dayalı ve akıcı bir anlatımla yazdığı eserde, Hint alt kıtasının İslamlaşma sürecine de ışık tutuyor. Özellikle Gazneliler dönemine dair sunduğu detaylı betimlemeler, İslam’ın ilk adımlarının nasıl atıldığını, Mısır ve Ortadoğu’dan aldığı ilhamla Hint topraklarında nasıl farklı bir biçimde şekillendiğini anlatıyor. Lane-Poole, Gazneliler’in askeri ve idari organizasyonunun Hint toplumu üzerindeki derin etkilerini anlatırken, onların kültürel etkileşimlerinin ve ekonomik düzenlemelerinin ipuçlarını da ortaya koymakta, denebilir. Kitap, Gurlular dönemine geçişle birlikte Hint alt kıtasında İslam’ın yayılımının daha sistematik ve organize bir yapıya kavuştuğunu gösteriyor. Bilindiği gibi Gurlular’ın, Hint coğrafyasındaki siyasi ve kültürel yapıyı yeniden biçimlendirmeleri, toplumun sosyal dokusunu kökten değiştiren olaylarla örülü. Lane-Poole, bu dönemin, Hint tarihinin dönüşüm sürecinde kritik bir rol oynadığını vurgulayarak, İslam’ın burada yalnızca dini bir inanç sistemi değil, aynı zamanda toplumsal bir yeniden yapılanma aracı olduğunun da altını çiziyor.
Delhi Sultanlığı dönemine dair bölüm, İslam’ın Hint alt kıtasında daha yerleşik bir egemenlik kurma sürecini detaylandırır. Sultanlık hem askeri hem de kültürel anlamda Hint toplumunu etkileyen politikalarla öne çıkıyor. Lane-Poole, bu dönemi incelerken, Sultanlık’ın Hint kültürüne entegrasyonunu ve aynı zamanda yerel unsurlarla nasıl sentez olduğunu ele alıyor. Bu sentez, Hint toplumunun dinamik yapısını anlamak açısından büyük önem taşımakta.
Babürlüler döneminde ise, İslam’ın Hint alt kıtasındaki kalıcı izleri daha da belirginleşir. Babürlüler’in yönetim tarzı, sanat, mimari ve edebiyat alanlarında yarattığı benzersiz etki, Hint kültürünü evrensel bir düzeye taşıyor. Lane-Poole, bu bölümde Babürlüler’in dönemiyle Hint tarihine dair modern yorumların temellerini atan unsurları, kozmopolit ve çok kültürlü yapıyı oldukça güzel vurgulamış.
Neticede Lane-Poole’un bu çalışması, tarihsel belgeleri derinlemesine analiz eden ve detayları zenginleştiren yaklaşımıyla, İslam’ın Hint alt kıtasındaki egemenliğinin çok boyutlu yapısını ortaya koyuyor. Yazar, özetle, 19. yüzyıl sonlarında iyice belirginleşen ve Batı’nın oryantalist geleneğini yansıtan o üslubunu göz ardı edersek, çağdaş okuyucunun anlayabileceği sade bir dil kullanarak, Hint tarihine dair kapsamlı bir perspektif sunuyor. Orta Çağ’da İslam Egemenliğinde Hindistan, tarih, kültür ve siyaset alanında çalışan araştırmacılar için olduğu kadar, geniş okuyucu kitlesine de ışık tutan, dönüm noktalarını kavramada yol gösterici bir çalışma.