Kadın sorunu söz konusu olduğunda; genellikle yaşanan eşitsizliklere vurgu yapılır. Bu eşitsizliğin temelinde kimi zaman aile, kimi zaman toplum kimi zaman sosyal hayat içindeki hiyerarşi yer alıyor. Öne çıkan kadın sorununun en görünen yüzü kadın cinayetleri. Kadına şiddet var. Bunlar en yaygın sorunlar, bunları aşıp sosyal hayatın içindeki adaletsizliğe gelmemiz zaman alıyor. Çünkü kadınlar öldürülüyor.
Sebepler üzerine düşünüyoruz, kadınları hayattan koparan sebepler çoğu zaman sıradan şeyler gibi algılanıyor ama bunun en öne çıkan sebepleri arasında; yaşanan eşitsizlik var.
Kadın sorunu, birçok açıdan ele almaya elverişliyken işçi kadın ne kadar gündemimiz de; tarlada, bahçede, fabrikada, gündelikçi olarak ev işlerinde çalışan kadınlar bizim ne kadar ilgi alanımızda. Cihan Aktaş’ın Şehrazat Balkon’da (Mekân, Dil, Şiddet, Hicap) kitabını okurken kadın sorunu üzerine tekrar etraflıca düşünme gereği duydum. Kitaba geçmeden önce kadın yazınının önemli isimlerinden Rebecca Solnit, Tüm Sorunların Anası isimli mizojiniyi incelediği kitabında uzun bir bölümü kadınların susması üzerine ayırıyor. Başlarına gelen olaylar hakkında konuşmayan, konuşsa da sesini duyuramayan kadınlar. Solnit, Amerikan toplumundaki kadınları anlatıyor elbette ama hikâyeler o kadar tanıdık ki; dünyanın her yerinde kadınların ortak bir kaderle birbirine bağlı olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Ezilen, şiddete maruz kalan, cinsel saldırıya maruz kalan, hayatın içindeki bütün eşitsizliklerin tarafı olan kadınlar. Sahi yıl 2025, kadınlar olarak susuyor muyuz, şiddet gördüğümüzde, tacize uğradığımızda, ölümden başka çaremiz kalmadığında biz susuyor muyuz? Genellikle kadın olmaya yüklenen kapalı anlam bizi sessizleştiriyor. Hakîm olan eril dil olması bizi, kendi sesimizi duymada ikincil pozisyona itiyor. Ama çağ değişti diyoruz artık, çağ değişirken kadın da değişmedi mi? Tarlada evi için çalışan kadın şehirde fabrikada çalışmaya başladığında, sorunlara ne oldu? Kadının emeği görünmez emek mi?
Kadın olarak her zaman suçlanmak, mini etek giydiğinde suçlanmak, makyaj yaptığında suçlanmak, başını örttüğünde ya da açtığında suçlanmak. Kadınlar üzerine yargı dağıtan erkekler hep var. Bu ailede başlıyor, baba, abi, kuzen sonra yol topluma ulaşıyor, yönetici, müdür, patron. Kadın olmanın yasaları bize sürekli dayatılıyor, eğer muhafazakâr bir kadınsak, giyimimizden düşünce yapımıza kadar kuralları var. Seküler kadınsak da kurallar var. Kadın olarak bir bütün halinde toplumun ötekisiyiz. Bunu tam anlamıyla nasıl aşacağız. Biz kendimizi nasıl konumlandıracağız da, bize bir yön tayin edilmeyecek. Bunu kadın olarak başarabilecek miyiz?
Bu ülkede yıllarca başörtülü kadınlar, eğitim hayatından ve kamu kurumlarında görev almaktan mahrum bırakıldı. Bu hakların yeniden geri kazanılması 20 yılı buldu. 1980’lerde başörtüsü mücadelesinin içine giren Cihan Aktaş, kendi deneyiminden aktardığına göre; o dönemde müslüman kadın olmak hiç de iç açıcı bir şey değil. Giyinilecek kıyafet belli, haremlik selamlık kuralları var. Evine gelen bir yakını, hikâyesinde kedini çok ele vermesini eleştiriyor. Bir gazete köşesindeki yazısı sakıncalı bulunabiliyor. İlk dindar kadın çalışan Refah Partisi, Bahçelievler Belediyesi’nde karşısına çıkıyor. Dindar kadın çalışmalı mı, çalışmamalı mı? Diyanet 1993’te, topuklu ayakkabıdan erkeğin tahrik olabileceği fetvası veriyor. Dindar kadın böyle bir ortamda yaşarken, birden başörtüsü ile okula gidemez hale geliyor. Bununla birlikte de; dindar kesimde kadın sadece başörtüsü üzerinden anlamlandırılıyor, yorumlanıyor. Dindar kadının, çalışma şartları, ev, aile olma konumları, toplumsal statüsü konuşulmuyor. Birçok dindar kadının emeği dönemin dindar erkekleri tarafından sömürülüyor. Sigortasız ve az paralarla çalıştırılıyor. Biz sahip çıkmazsak zaten size kimse yardım etmez üstenciliğiyle dindar kadının emeği görülmüyor. Muhafazakâr ve dindar kadın, her anlamda başörtüsüne hapsedilmişken, onun toplumla ilişkisini belirleyen bir gerçeğe hiçbir zaman önem vermiyor, dindar erkekler.
Günümüzde ise, dindar kadın; değişiyor. Her şey birdenbire üretim ilişkileri içinde varlık gösterirken, dindar kadının bundan faydalanmaması düşünülemezdi. Kurumlarda, çeşitli görevlere gelebiliyor, kıyafetlerini rahatça seçebiliyor. Sosyal medyada görünür oluyor, annesi gibi erkenden evlenmek zorunda değil. Canı ne zaman isterse, o zaman evleniyor. Okul okuyor, yüksek lisans, doktora yapıyor. Erkeklerle daha rahat ilişki kuruyor. Haliyle başına taktığı örtünün de kalıpları değişiyor.
Bütün bu değişimi kadın üzerinden okumak ve kadının yeri konusunda yeni bir fikir edinmenin yöntemlerinden biri de; dindar kadına bakmak. 80’lerdeki ve 90’lardaki dindar kadın algısı da; ülkenin değişiminden nasibini almış görünüyor. Ama değişmeyen kadınlarda var, toplumdaki eşitsizlikten payına düşeni her zaman alan kadın. Fabrika, gündelik ev işlerinde, emeğinin peşinde, boşanan ya da hayırsız eşleri nedeniyle çalışmak zorunda olan kadın. Aslında yıllar değişse de emeğiyle yaşamaya çalışan kadın hala aynı değişmiyor. Emeğinin peşindeki bu kadın Türkiye’nin hikâyesi olabilir. Toplumda açılan makasın göstergesi emekçi kadın olarak her zaman karşımızda. Kadın okumasın, kadın çalışmasın, kadın nafaka almasın gibi söylemlerde özellikle muhafazakâr kesimde bir hayli yaygın, ama öyle hikâyeler var ki; kadının kendi emeği olmazsa aç kalacak. Bu şartlar altında tuzu kurular, kadına rol biçiyor. Halbuki kadın emeği ve alınteriyle yeniden bir yol açıyor.
Şehrazat Balkonda, bu ve birçok konuyu size düşündürüyor. Bu konuların temeli ve asıl kaynağı olarak görülecek yerlerden birinde de Cumhuriyet döneminde dindar kadın. Sait Halim Paşa’nın Buhranlarımız kitabında, kadına bakışı. Eğer, Sait Halim Paşa, Musa Cerullah kadar, kadına vizyoner bakabilseydi, dindar kadın da şimdi başka bir noktada olurdu. Kadını cahil bırakıp ev içi emeğe hapsetmek, nesillerin de cahil yetişmesinin sonuçlarından birine kapı aralıyor. Kadın din adı altında, ne kadar eğitimden ve sosyal hayattan geride bırakılırsa, o toplumda müspet bir ilerlemeden söz edemeyiz. Kadının kendini eğittiği ve donanımlı olduğu bir neslin ürettikleri elbette daha başka türlü olacaktır. Din aslında Hz. Peygamber döneminden başlayıp, kadını öteki olarak görmüyor. Peygamber döneminde de kadınlar, eğitim, ticaret gibi alanlarda aktif görev alabiliyorlar. Kadın üzerindeki baskı; dinin yasalarından çok ataerkil bakışın bir ürünü. Kadını görmezden gelen din adamları, yok sayılamayacak kadar fazla. Gerek gelenek, gerek kültür ve gerek yılların verdiği eril güçle, din adamları kadını toplumun uzağında tutuyor. Cumhuriyet döneminde de, yılların getirdiği karanlığı aşan çok az sayıda din adamı var. Kadını evine hapsetme ve üzerinde sadece erkeğin söz söyleme hakkı tanındığı zaman; iyi gitmeyen bir evlilikte kadın boşandığında ne oluyor? Boşanan ve mağdur olan kadınların sorunları da bir hayli fazla.
Toplumu saran kadın sorununa karşı çarenin daha fazla dindar olunması gerektiğini savunanlar, kadını miras hakkının dışında bırakıyor. Boşanma aşamasında kadını yalnız bırakıyor ya da ikinci, üçüncü eşi alıyor.
Kısaca kadın söz konusu olduğunda dindar kesiminde elle tutulur, ciddi bir cevabı yok bu konuda. Teoride konuşulanlar, konuşmayla kalıyor. Eylemde, dindar kadın haksızlığa uğramaya devam ediyor.
Bizim gibi büyük bir bölümü din temelli yaşayan bir toplumda; dindar kadının geleceği daha fazla konuşulmalı. Dindar kadın, eşinin, babasının ya da kardeşlerinin iki dudağı arasında bir kadere sahip olmamalı. Kadını koruyan yasalar olmalı. Şiddet gördüğünde, cinsel saldırıya uğradığında, kaderiyle başbaşa bırakılmamalı.
Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi’n de değinen yazar, sözleşmenin feshedilmesinden doğacak zararın hangi yasa ile kapatılacağını soruyor. Şiddet mağduru kadınları ne savunacak? Gittikçe artan kadın cinayetlerine kim dur diyecek? Muhafazakâr kesimde İstanbul Sözleşmesi’nin kadını korumak yerine LGBT’ye alan açtığını savunanların da, yanında yer almayarak, kadını koruyacak olan yeni bir arayışın içinde olunması gerektiğini savunuyor. Sonu cinayetle biten birçok şiddet olayına karşı, kadınları ne koruyacak peki? Yerine koyabileceğimiz bir yasa var mı? Kadınları erkelerin insafına terk etmek, kadın söz konusu olduğunda, toplumsal bir tepkiye yol açmamışsa, duyulmayan sese kim sahip çıkacak. Belki kadınların birbirlerinden başka koruyacakları gerçekleri yok. Dindar olsun, seküler olsun kadınlar ancak birbirlerine sahip çıkabilir. Ama bizim gibi dindar bir toplumda da dindar kadın üzerine daha fazla düşünmeli ve konuşmalıyız.
Emekçi ve dindar kadın bağlamında birçok örnekle karşılaşabileceğimiz bu kitap, kadın meselesi üzerine bizi biraz daha düşünmeye davet ediyor.