Türkiye’de bir milyonun üzerinde mevsimlik işçi var. Özellikle yaz aylarında ortaya çıkan ve ülkenin her yerini gezen, çok da iyi olmayan şartlarda bu insanlar çalışıyorlar. Bu emeğin karşılığında ise aldıkları paralar gerçekten komik denecek düzeyde. Bu şekilde hayatını sürdüren ve geçinmeyen çalışan bu insanlar; sosyal hiçbir güvenceye de sahip değiller. Zaten ülkede var olan ciddi işçi sorunu, mevsimlik işçide daha dramatik bir hal alıyor. Okul çağında olan çocuklar, kadınlar, erkekler, geçinmek için ülkenin dört bir tarafına dağılıyor ve hayatları bu dramlar üzerine kuruluyor. Elbette bu açığa sebep olan mevcut neo-liberal politikalar. Marx’ın deyimiyle “görülmez emek” olan bu insanlar, hayatın her aşamasında, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmenin yollarından biri olarak mevsimlik işçi olmayı seçiyorlar. Belki de, başımızı önümüze koyup, biraz daha yakından bu insanların emeğine odaklanabiliriz. Ya da seçim dönemlerinde kapımıza gelen siyasetçilere bu meseleden biraz daha söz edebiliriz. Yapılacak çok şey varken, üzerimize düşenlere karşı da sorumluluklarımız ayrıca artıyor.
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, Murat Fıratoğlu’nun ilk uzun metraj filmi. Filme konu olan ise; Siverek’te domates kurutma işinde çalışan Eyüp’ün, iş vereni Hemme ile ettiği kavga. Elverişsiz şartlarda, az işçi, çok iş gibi çalışmak zorunda kalan Eyüp ve işçiler, Hemme’nin ödemeyi geciktirmesiyle birlikte, kavgaya tutuşurlar. Hemme kavgada, Eyüp’e küfür eder. Eyüp’ün hikâyesi o noktadan sonra başlıyor. Eyüp, öfkeyle intikam almak üzereyken, başından komik denecek olaylar geçiyor.
Belki de, dramın olduğu yerde en iyi çare olarak mizah aramızda dolanıyor. Domates işçileri o yoğun sıcağın altında çalışıyorlar ve emeklerini alamıyorlar. Domates işçilerinin ellerine yapılan yakın plan fotoğraf sanatçısı Doris Ulmann’ın “Bir İşçinin Elleri” gibi. Eller ki, yorgun ve nasırlaşmış, eller ki çabuk ve hızlı, eller ki, yaşama karşı dirençli.
Domates tarlası görüntü olarak da çok güzel bir atmosfer sunuyor, yaşanan dramı kıran şeylerden biri de, o muhteşem görüntüler. Kamera güneşe doğrulduğunda, aşağı inerken, ekran beyaza düşüyor. Bu da sinema içinde bir sinema duygusu katıyor filme. Yere indiğinde ise, mücadele devam ediyor.
Görüntüler itibariyle filmi Abbas Kiyarüstemi’nin sinemasına yakın bulabilirsiniz. Boş kadrajlar, uzak çekimler, ağaçlar, domates tarlası, sürekli uçuşup duran poşetler. Kiyarüstemi’nin Kirazın Tadında filminde de, bir adam intihar etmeye karar verir. Sonra onu yaşama bağlayan şeylerle hikâye devam eder.
Burada Eyüp’ün öfkesine şahit oluyoruz. Bir tarlada ya da metropolde hangimiz haksızlığa uğramıyoruz ki. Hangimiz öfkemizi yönetme konusunda başarılıyız ki. Eyüp’te çareyi Hemme’yi öldürmekte buluyor. Bunun için eve gidip tabancasını aldığında; önce çok da yeni olmayan motoru bozluyor. Sonra yolda, gülleri çok seven bir tanıdığı karşısına çıkıyor. Daha sonra aldığı karpuzu evine götüremeyen yaşlı amca karşısına çıkıyor. Derken yol boyunca hikâyeler uzayıp gidiyor. Hikâyelerin yol boyunca yaşanması da ayrıca bir hikâye açıyor bize.
Bizler birer Eyüp olarak, öfkemizi konuşlandıracak yerler arıyoruz. Hayatın büyük acımasızlıkları altında kaybolup gitmek istemiyoruz. Hayat bizi, bir tür kara mizaha itmiş olsa da, yaşam karşısında öfkemizin sesi çıksın istiyoruz.
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri, şu an gösterimde, gidip, izleyip, benim bakışıma ek yapabilirsiniz.