BU BİR ÖYKÜ KİTABI DEĞİLDİR*
“Arkada Yaylılar Çalıyor”a Dair İzlenimler
Film eleştirmenliği, dergi editörlüğü, YouTube programı sunuculuğu gibi birçok işten tanıdığımız Melikşah Altuntaş, geçtiğimiz ay (Nisan, 2024) Holden Kitap’tan “Arkada Yaylılar Çalıyor” isimli bir kitap çıkardı. Altuntaş’ın işlerine karşı karışık hisleri olan biri olarak kitabı bayağı merak ettim ve hemen alıp okudum. Bu yazıda kitabın nasıl tasarlanmış olduğuna dair bazı biçimsel bilgileri ve kitaptaki bazı metinlere dair izlenimlerimi bulacaksınız. Umarım çok sıkılmazsınız. Buyurunuz.
Kapak Fotoğrafı
Altuntaş’ın kitabını elinize aldığınızda dikkatinizi ilk çeken şey kapağı oluyor. Bir kitabın, okuyucuyla ilk temas eden yeri kapağı olduğu için bunda şaşırılacak bir şey yok tabii, Ama bu kitabın kapağı, başka birçok kitap kapağından biraz daha fazla etkileyebilir sizi. Sanki bir süredir su altında kalmış ve nefese muhtaç hale düşmüş gibi, büyük bir soluma arzusuyla sudan fırlamış bir adamın hasretini çektiği nefesi içine alırken yakalanmış bir an çünkü bu kitabın önünde yansıtılan. Aylin Güngör tarafından çekilen bu fotoğraf, her ne kadar kitaba ‘Aşk Romanı’ ya da ‘Pembe Dizi’ erotizmini katacak gibi dursa da, (sanırım siyah beyaz olması itibariyle) bunu yapmıyor. Burada ‘bir derinlik olduğu’ hissine kapılıyorsunuz ki, kitabı açıp okumaya başladığınızda çok da yanılmadığınızı anlıyorsunuz.
İçeride Neler Var?
Kitaba hızlıca göz attığınızda 15 adet düz yazı metni ve bir teşekkür yazısı olarak toplam 16 başlık içerdiğini görüyorsunuz. Bu başlıkların ilk üçüne bir fotoğraf iliştirilmiş. Ama dördüncü başlıktan sonra fotoğraf sunumu bir kararsızlık halini alıyor. Başlıklarda sunulan bu fotoğraflar Melikşah Altuntaş tarafından çekilmiş ve siyah beyaz şekilde basılmışlar. Ben özellikle Teşekkürler yazısında kullanılan flu ‘parlak gece’ fotoğrafı ile “Arkada Yaylılar Çalıyor” isimli hikâye için seçilmiş ‘tutuşan erkek elleri’ işini beğendim. (Fotoğraflara ‘tırnak işareti ile’ verilen isimler bana aittir)
Başlık ve İçerik
Nihayet kitabın asıl amacına, yani onu okuma işine başladığımdaysa, bunun bir öykü kitabı olmadığını; yazarın hayatından bazı iç dökmeler olduğunu düşünmeye anladım. Otobiyografik öğelerin yoğun olduğunu düşündüren detaylar, ‘yaratıcı’ bir üründen çok ‘paylaşımcı’ bir yazarlıkla karşı karşıya olduğumu hissettirdi bana. Bu gerçekçilik, tabii, hikâyelerin ilginçliğini hiçbir şekilde yok etmediği gibi, okuma zevkimde de de herhangi bir azalmaya neden olmadı. Yine de izninizle bazı özel metinleri biraz daha yakından incelemek isterim sizinle.
Kitaptaki ilk hikâye “Sen Gelince Görüşürüz”. Dili itibariyle kolayca akan bir hikâye olmasının yanında, bir çocukluk dramına değinmesi itibariyle hafiften kalbinizi kırarak alıyor sizi içeri. Yani kitaba daha başlarken, gülüp eğlenmeyeceğiniz, hayatın ‘acılı’ anlarına temas edeceğiniz konusunda uyarılıyorsunuz.
Ardından, yazarın herhangi bir kurgu yapmadığı, direkt bir anlatım tekniğiyle içini döktüğü “Ciddiye Aldığım Şeyler” ile biraz kafanızı dağıttıktan sonra, ikinci zorlu maratonunuz başlıyor: “Arkada Yaylılar Çalıyor”. Kitaba isini de vermiş olan bu yazı, en katmanlı, kalabalık ve detaylı hikâyeyi sunuyor size. İki erkeğin arasındaki duygusal/cinsel çekişmeyi, çocukluk günlerinin masum hayalleriyle birleştirerek anlatan metni bitirdiğinizde, öfke, intikam ve kırgınlık hislerini yaşamış ve üstesinden gelmiş buluyorsunuz kendinizi.
Bu hisler okurken kanamaktan hoşlanan benim gibi okurlar için kitaba daha da gömülmenizi sağlıyor tabii. Ve neyse ki, ara ara küçük gülümsemelerle de olsa hayatın iğneli yollarında yalın ayak yürümeye devam ediyorsunuz.
Dediğim gibi metinler, nadiren öykü ruhuna ulaşıyorlar. Çoğunlukla yoğun otobiyografik şeyleri, yani bir nevi ‘yazarın anılarını’ okuduğunuzu düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Bu, biraz da anlatılan hikâyelerin çoğunlukla birinci tekil şahıs ile yazılmış olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Ben, kitap içerisindeki yolculuğuma devam ettiğimde, özellikle iki başlıkta sarsıldım. Biri, bir köpeğin ölümü çevresinde sorunlu bir arkadaşlık ilişkisinin masaya yatırıldığı ve yine bolca otobiyografik öğe içerdiğini düşündüğüm “Sabahın Ölümü”, diğeri ise kitaptaki tek değilse de en güçlü öykü olan ‘Cinnet Faili’ ile oldu. Kadın cinayetleri üzerine mesajını net bir şekilde veren ama bunu yaparken didaktik değil şiirsel olmayı başarabilmiş, muazzam bir öykü bu ‘Cinnet Faili’. Diyebilirim ki kitabı satın aldığıma ve oraya kadar geldiğime beni özellikle memnun eden, bu hikâyeydi. Öykü bana ayrıca, Altuntaş’ın bir sorunu gerçekten ‘şahsi bir mesele’ haline getirebildiğinde kurgu yardımıyla bunu ne kadar güzel ifade edebileceğini de gösterdi.
Duygular
Kitabı ekseri hüzünlenerek ve yazara karşı duyduğum bazı ön yargılar nedeniyle ‘iyi anlamda şaşırarak’ okudum. Yazarın, birçok kişinin göstermek (ya da görmek) istemeyeceği derinlerine, üzüntüye, ölüme, hırslara, suçlamalara çekinmeden değinmesi; yani hayatındaki böylesi detayları ‘süslemeye çalışmadan’ ya da en azından görmezden gelmeden hikâyelerin içine koyması gerçekten hoşuma gitti. Dolayısıyla, beklediğimden daha samimi bir kitapla karşılaştığımı mutlulukla söyleyebilirim.
Başladığı gibi biten, okurken sizi güçlü duygulara sevk eden bir eser bu. Denk gelirseniz ona bir şans vermenizi öneririm.
Şimdiden iyi okumalar dilerim,
Sa