Şair olmak, yazar olmak; bizde ne tür bir açılım yapar ya da nasıl bir varoluşun parçası oluruz? Soruyu doğru sormak gerekirse öyle bir varoluşa sahip olduğumuz için mi, şair ya da yazar oluruz? Şiirlerini çok sevdiğim şair ve yazar Ingeborg Bachmann hakkında MUBİ’de yayınlanan biyografik filmi izlerken bunları düşündüm. İkinci Dünya Şavaşı’nı görmüş, bizden yarım yüzyıl fazla yaşayarak, kadın ve erkek olmanın sınırlarının sert örüldüğü dünyaya doğmuş Bachmann. Hatta roman üzerine kendisiyle söyleşi yapılırken, meşhur cümlesini kuruyor: ““Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz. Üzerine her gazetede yazılabilecek terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar. Faşizm, bir erkekle bir kadın arasındaki ilişkide ilk rastlanan şeydir.” Faşizm bir kadın ile erkek arasında başlıyorsa; baştan sona hayata bakışımızı değiştirmek gerek miyor mu? Erkeğe ve kadına bakışın değişmesi gerek miyor mu? Erkeğin tamamen üstün kabul edildiği çağı, mücadele ile biraz gerilettik ama elimizde yine de çok güçlü bir erkeklik var. Filmde de bunları görüyoruz. Bachmann’ın İsveçli yazar Max Frisch ile yaşadığı ilişkinin detaylarını film boyunca görüyoruz. İki entelektüel arasında geçen ilşkide bile erkeğin daha üzt konumlandığına şahit olabiliyoruz. Filmin bir bölümü Max ile ilişkiye yoğunlaşırken diğer bölümü Bachmann’ın daha sonra ilişki yaşadığı kişiyle Mısır’a yaptıkları yolculuk. Film bu iki ilişki arasında gidip geliyor. Fakat burada belirtmemiz gereken bir diğer husus, yönetmenin Mısır’a bakışı oryantalist. Mısır’ı olduğu gibi göstermeden daha çok, kendi zihnindeki bir Mısır’ı yansıtmış gibi.
Bunun dışında Bachmann’ın arada şiiri bıraktığı zamanlar olmuş, kendine güvenmiyor ve şüpheden söz ediyor. Şiirde zirve sayılacak birinin yaşadığı duygusal durum da görülmeye değer. Gerçekten bitti ve bıraktım demekle edebi hastalıklarımız bizi bırakır mı? Kendi tecrübem de şiir yayınlatmaya başladıktan bir, iki yıl sonra şiiri bırakmıştım. Şu an kitabım var. Yazmak virüsüne bir kere bulaştıktan sonra başka bir seçeneğimiz kalmıyor. Savaşın ve dünyanın insanı getirdiği çıkmaz sokaklar Bachmann’ın şiirlerinde fazlasıyla var. Şiirler bizi teklifsiz yakalıyor bazı noktalarda da nefessiz bırakıyor. Böyle bir şair kendisi. Şiiri ve yazmayı bırakıp yeniden geri dönmesi de ayrı bir duygu durum. Bir şairin ve yazarın hayatını anlatmasına karşı film çok başarılı diyemeyiz. Filmin başarısı bize Bachmann’a dair birçok şeye ulaştırıyor olsa da; bir şairin dünyasına giremiyor. Zaman zaman bunu hissettirdiği noktalar da oluyor. Bir de bu kişi sadece birkaç ilişki yaşamış ve hayatında bunlar mı olmuş, dünyaya dair başka sorunlarına filmde ulaşamıyoruz. İlişkileri üzerinden tanımaya çalıştığımız yazar hakkında daha fazlasına denk gelmek istiyoruz ama film bize bunu vermiyor. Yine de, o müthiş şiirlerin yazarı Bachmann’ın dünyasına dair birkaç şey öğrenmek isterseniz, film ipucu sunabilir. Baştaki soruyla birlikte düşünecek olursak; şair olmak yazar olmak sadece depresif ya da melankolik olmayı gerektiren bir gerçek midir, bunun dışına çıkamaz mıyız. Herkes kendi tecrübesinden düşünsün derim. Pekala, dünya bu kadar sorunu varken, biz bu kadar dertliyken ve acı içindeyken, ruhumuzda başka açılımlar yapmak mümkün mü? Neşe de bir diğer seçenek olarak aramızda mı, bunu da düşünelim isterim.
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.