Haden Öz: İlk kitabın Bir Ayrılığın Pandomimi’nin üzerinden dört yıl geçti. Sığırcıklar Uyurken bu dört yıllık sürede nasıl bir yolculuğu katedip okura ulaştı?
Mehmet Sezgin Sarı: Sığırcıklar Uyurken’de yer alan her şiir, ölçüp biçtiğim; bir anlamda terzilik uyguladığım bir kumaşa dönüştü. Küçük hacimli bir kitap. Fakat içerisinde, üzerine çokça çalışılmış şiirler barındıran bir kitap. Özdemir Asaf da, bir şiire baktığımda daha kısası nasıl olur diye hep düşünürüm, diyor. Çünkü şiir, ‘yazdım, oldu’ düşüncesiyle ilerlemiyor. Bir şiire tekrar tekrar dönüp bakmanız gerekiyor.
Bi de edebiyat, diğer sanat dalları gibi insanın yaşantısıyla şekillenen bir sanat dalı nihayetinde. İnsanın olaylar ve durumlar karşısındaki duygularını, düşüncelerini, rolünü; kısaca insanı konu ediniyorsunuz. Bunun için de yazacağınız duygu ve düşüncelerin sizde birikmesi, demlenmesi gerekiyor. Bu da zaman isteyen bir süreç. Benim sürecim, Sığırcıklar Uyurken’i doğurdu.
HÖ: Şiir çokça okunan bir edebi tür değil, bu yüzden şiir basan yayınevleri de yoğunlukta değil. Ödül alan dosyaların dahi şairlerin kendi imkânlarıyla basıldığını biliyorum. Her iki kitabının basılma sürecini biraz anlatır mısın?
MSS: Kitaplarımın basım ve dağıtım sürecinde iki farklı yayıneviyle çalıştım. İlk kitabım “Bir Ayrılığın Pandomimi” Artshop Yayınevi’nden çıktı. “Sığırcıklar Uyurken” ise Klaros Yayınları’ndan… Her iki yayınevi de şiire önem veren, maddi kaygıları ön planda tutmayan, şiir kitabı yayınlamaktan geri durmayan yayınevlerinden.
Artshop Yayınevi’nin başında Vedat Akdamar var. Kendisi, şair Sadık Yaşar’ın kitaplarını yayınlayan kişi. İlk kitabım için yayınevi arama sürecindeyken Vedat Akdamar ile tanışmıştık. Tabii, Sadık Yaşar aracılığıyla… İlk kitabımın yolculuğunda bana eşlik eden yol arkadaşım olmuşlardı.
Sığırcıklar Uyurken ise Klaros Yayınları tarafından basıldı. Klaros Yayınları’nın sahibi de Lokman Kurucu. Kitabın mizanpajı, kitap kapağı ve basım süreci çok hızlı ilerledi. Sürekli farklı kitaplar yayınlayan ve gerçekten hızlı çalışan bir yayınevi.
Kitap basım sürecinde bana zorluk çıkarmayan ve beni hep destekleyen iki yayınevine de teşekkür ederim.
HÖ: Şiirlerindeki imgelere, üsluba baktığımda daha çok kapalı bir şiirin var diyebilirim. Anlaşılıp anlaşılmama gibi bir kaygın var mı?
MSS: Şiirdeki açık anlatımın İkinci Yeni şairleriyle bittiğini düşünüyorum. Bazı durumları ve olguları şiirde anlatamazsınız. Çünkü şiir, roman veya öykü gibi bir anlatım sahası değil. Şiirde çağrışımlara ve imgelere gizleniyor tema. Her okuyanın farklı bir tat aldığı gibi siz de bir şiiri her okuyuşunuzda farklı duygulara girebiliyorsunuz. Hem şiirde söz oyunlarıyla, imgelerle, çağrışımlarla bir nevi bulmaca oyununun kapılarını aralıyorsunuz. İyi bir şiir okuru, geçmişle bugün arasındaki bağlantıları rahatlıkla görebiliyor.
2000 sonrası kuşağı olarak şöyle de bir zorluğumuz var: Şiirde konu açısından bugüne dek söylenebilecek her şey söylenmiş, yazılabilecek her şey yazılmış. Örneğin, kültürümüz içinde ulaşabildiğimiz en eski yazılı kaynak 1300 yıl öncesine dayanıyor. Bu 1300 yıllık süreçte yazılmamış olanı aramanın, bulmanın ve üretmenin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Ancak farklı anlatım tarzlarıyla insanı yeniden anlatmak mümkün görünüyor. Bunu imgeler ve semboller sayesinde yapabiliyoruz. Yeni anlatım yolları arıyoruz. Buna, şiiri anlatıma kapatmak da dâhil.
MSS: İyi bir şiir okuru olduğumu düşünüyorum. Güncel edebiyatın dışında eski dönemlerde yazılmış eserleri de okumaya gayret ediyorum. Çünkü geçmişi bilmeden bugünü yazmamız pek olası değil. Her edebiyatçı gibi benim de eski-yeni şairlerin, yazarların beslediği bir yazım anlayışım var. Beni besleyen, bir anlamda usta olarak gördüğüm edebiyatçılar bunlar. Kaldı ki Divan Edebiyatı’nda ya da Halk Edebiyatı’nda külliyat oluşturmuş şairler de usta olarak gördüğü şairlerin dizelerine eserlerinde yer verirlerdi. Yaptığıma geçmişten gelen bir geleneği yaşatmak diyebiliriz.
HÖ: Birçok şiir dergisinde, edebiyat mecrasında şiirlerin yayımlandı. Internet çağında edebiyat dergiciliği ne durumda?
MSS: Dergiler matbu ya da dijital olarak çıksın, sonuçta içinde birçok emek barındıran; edebiyatın kalbi olan yapıtlar. Birçok şair ve yazar için mutfak görevi görüyorlar. Bir derginin hazırlanmasındaki ekonomik koşullar, eser seçim süreçleri, editörlüğe ve grafiğe harcanan vakit gibi birçok etken; dergilerin matbu yapıdan e-dergi formatına dönüşünü hızlandırıyor. Dönem içerisinde basılı olarak çıkmaya devam eden dergileri de internet dergilerini de takip ediyorum. Matbu ya da dijital ayırt etmeden eserlerimi de gönderiyorum.
İnternet dergilerinin ömürlerinin uzun olmayacağı yönünde düşünceler var. Ben öyle düşünmüyorum. Bu duruma “basit bir internet sitesi” olarak bakmıyorum. Koşullar ne olursa olsun, gerçek edebiyat dergileri var olmaya devam edecektir.
MSS: Akheron şiirinin yeri bende hep ayrı. Akheron, Dante’nin İlahi Komedya’sında geçen, insanların gözyaşlarıyla cehennemde oluşmuş üç nehirden birisidir. Aynı Dante’nin yaptığı gibi bir üçlemenin ilk şiiri olacaktı. Geliştiremedim. Bazı şiirler “Ben tamamlandım.” der. Üzerine bir dize dahi ekleyemezsiniz. Orada kalır. Akheron, bana tamamlandığını söyleyen şiirlerden.
Örneğin “Bu Bir Anakronik Teizmdir” şiiri ile “Akheron” aynı dönemde yazdığım şiirlerdir. İkisinin de bendeki yeri çok ayrı. Hatta yeni kitabımın ilk faslını bu iki şiir oluşturur. Bu soruya yanıtım yine Akheron olacaktır.
HÖ: Kitap çıktı, şimdi bir başka yolculuk başlıyor. Kitap tanıtımı, fuarlar, imza, söyleşi vs. Söyleşi, imza gibi okurla birebir etkileşim almakla sosyal medyada etkileşim almak arasındaki bağı olumlu ve olumsuz yönleriyle sorsam…
MSS: Sosyal medya, edebiyat haricinde ‘sosyalleşmek’ amacıyla kullandığım bir mecra değil zaten. Elbette gelişen teknolojiyle birlikte okura ulaşmak daha kolay hâle geldi. Bu nedenle kitap tanıtımları çoğu zaman internet ortamında yapılıyor. Aynı zamanda şiirlerim hakkında yapılmış bir yoruma, kilometrelerce uzakta yapılmış söyleşilere sosyal medya aracılığı ile ulaşabilmek de keyifli. Fakat okurla birebir etkileşim kurmak; sosyal medya güdüleyicisi olan beğenilerden, yorumlardan çok daha değerli.
HÖ: Son olarak edebiyat/şiir okurlarına söylemek istediğin bir şey var mı? Bir şiirle de söyleyebilirsin tabii.
MSS: Şiirdeki mananın konuştuğumuz birçok sözden daha derin olduğunu hatırlatmak istiyorum. Çoğu zaman, sözün bize açtığı yoldan sözsüzlüğe gidebilmektir şiir. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir dizesiyle veda ediyorum:
“Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz.”