Atilla Birkiye’nin Sevgi Soysal ile Son Röportaj’ı adıyla yanıltmasın sizi. 2020 yılında Literatür yayınlarından çıkan eser kurmaca ile gerçekliğin iç içe geçtiği bir roman. Arka kapaktaki tanıtım yazısında “Yazar, nesnel gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınırın belirsizliğinin altını çizerek, gerçek kişilere gerçek olaylara da gönderme yapıyor. Dolayısıyla bir romanda ‘gerçek nerede bitiyor, kurmaca nerede başlıyor’ sorusunu da gündeme getiriyor.”ifadesi bu romanın farkını sergiler nitelikte.
Romanda Sevgi Soysal’a ve eserlerine hayran olan genç bir yazarın edebiyat dünyası içinde var olma çabası, hayalleri, umutları, bunalımları anlatılıyor. Ancak yazar okuyucuyu öyle bir yanıltıyor ki sanki bir anı roman okuyorsunuz. Kitabı okurken Atilla Birkiye’nin Sevgi Soysal’a hayranlığı, anıları, bir röportaj çevresinde roman haline gelmiş diyorsunuz. Gerçek nerede bitiyor, kurmaca nerede başlıyor, kafanız giderek karışıyor. Anlatıcıyı Atilla Birkiye sanıyorsunuz ama öyle olmadığını sonra anlıyorsunuz. Roman boyunca anlatıcının adı hiç geçmiyor. İsimsiz kahramanımız Sevgi Soysal’la bir röportaj yapmak istiyor. Heyecanla Ankara’ya gidiyor, öncesinde yazarın eserlerini okuyup incelemeler yazıyor kendince. Yorgun, halsiz bir Sevgi Soysal’la karşılaşıyor ama büyüleniyor adeta onu görünce. Sevgi Soysal’ın kanser olduğunu, onunla ilk görüşmesinin aslında son görüşmesi olduğunu bilmeden sorularını yöneltiyor. İki yaşındaki kızıyla oynuyor, Soysal’ın tüm kitaplarını imzalatıyor. O ilk karşılaşma anı, isimsiz kahramanımızın zihninde öyle bir yer ediyor ki bir an bellekte kalan bir an, bir röportajdan bir kitap çıkarma düşüncesine doğru götürüyor onu. “Gözlerinin içi gülüyordu. Konuştuklarımızın çoğunu hatırlıyorum, heyecanlıydım, başlangıçta telefondaki gibi saçma sapan sözler söyledim, aslında ona olan övgülerdi, gençlik coşkusu, tutkusuydu, çok da haksız sayılmazdım ya, yumuşak sesi ama sanki insanın kafasına vurmadan da öğreten sesi beni sakinleştirdi, çok kısa bir süre sonra kendimi evimde duyumsamaya başlamıştım, sanki yıllardır tanıdığım biriydi, yakınımdı, dostluğunu ve şevkatini esirgemeyen anaç bir büyüğümdü, kadındı ama fotoğraflardakinden daha hoş ve güzeldi. Aslında baştan aşağıya güzeldi.” (1)
Atilla Birkiye, Şeref Mehmet Uğurlu ile yaptığı röportajında kitapla ilgili şu sözleri söylüyor:“Sevgi Soysal’ın ölüm haberini okuduğumda çok çok üzülmüştüm, gerçi henüz kitaplarını okumamıştım, çevremden duymuştum, bunlar okur-yazar büyüklerimdi; tanımadığım, okumadığım bir yazardı ama az çok hastalığını, uğradığı haksızlığı biliyordum ve o günü hiç unutmadım. Süreklilik var o da şu, yaklaşık yirmi yıldır, özel üniversite ve sanat okullarında ders verdim; gerek lisans gerek lisans üstü programlarda özellikle Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni işledik, Şafak’ı okuttum, ötekilerini de önerdim. 2018’de, Bursa Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü, yılın yazarı olarak Sevgi Soysal’ı seçmişti. Bu etkinliğin danışmanı Semih Gümüş, yıl sonundaki (Aralık) yazara ilişkin sempozyuma davet etti; dolayısıyla bildirim için o yaz Sevgi Soysal’ın yapıtlarına çalıştım/odaklandım. Nasıl ifade edeyim, evreka deyimini burada da kullanayım, bu sempozyumun hemen sonrasıdır, yapıyı kısa bir sürede zihnimde oluşturdum, tabiî ki epeyce bir birikim de var, 2019’un ilk gününde yazmaya başladım, yıl sonuna doğru romanı bitirdim.”(2) Bu sözlerden de eserin gerçeklik ve kurmaca ilişkisi anlaşılmakta. Birkiye’nin sevdiği bir yazarın ölümünden duyduğu üzüntü ve zihninde ona olan sevgisinin yer edişi böyle bir romanın filizlenmesini sağlıyor. Bu yüzden romanda Sevgi Soysal’a hayran olan o heyecan dolu isimsiz genç hem Atilla Birkiye hem de o değil aslında. O gencin Sevgi Soysal’ın ölümü üzerine yaşadığı üzüntü ve Soysal’a hayranlığı beni gençlik yıllarıma götürdü diyebilirim. Barış Manço’nun ölüm haberini aldığımda günlerce ağlamış, şuursuz bir biçimde onunla ilgili haberlerin yer aldığı gazete ve dergileri toplamıştım. “Adam Olacak Çocuk” ile büyümüş,”7’den 77” programı ile dünyayı, Barış’ın gözünden tanımış, onun şarkılarıyla yoğrulmuş bir Barış Manço hayranı olarak onu kaybettiğimde ailemden birini kaybetmiş gibi büyük bir üzüntü yaşamış ve boşluğa düşmüştüm. Bir şeyler yapmalıydım. Bir “Barışsevver” olarak, arkasında gözyaşı döküp, şarkılarını dinlemekle yetinemezdim. Bu düşüncelerle o yıl bitirme tezimde Barış Manço’nun eserlerinde halk edebiyatı motifleri üzerine bir çalışmaya başladım. Gecem günüm Barış Manço idi o dönem. Bazen araştırmalarım sırasında kafamı karıştıran konularda cevabı rüyalarımda ondan alıyordum. Aramızda güçlü bir telepatik bağ oluşmuştu. Bu çalışma bir Barışseverin gönül ve vefa çalışması olarak “Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço” adıyla kitaplaştı. Dilimde Barış, gönlümde Barış hep var. Belki de bu romandaki isimsiz kahramanla kendi gençliğimi içselleştirmem bu yüzden. Sevdiğiniz ve hayranı olduğunuz birini bir kitapla anlatma isteği ve bu süreçte yaşanılanlar.
Sevgi Soysal’ın “Yürümek” adlı romanı 1970’de TRT Roman Başarı Ödülü’nü, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” de 1974’te Orhan Kemal Roman Ödülü’nü almış. Romanda bu iki eserin yanı sıra Tante Rosa ile Şafak’tan sık sık bahsedilmekte. Ayrıca Sevgi Soysal dışında Memet Fuat, Selim İleri, Celâl Üster’e de atıflar bulunmakta.
Selim İleri, kendisinin de geçtiği bu romanı iki kez okuyor. Oldukça etkilendiği bu eserle ilgili şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Bir ayna motifi söz konusu: Birkiye’nin romanı ‘Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nden alıntıyla başlıyor: ‘Olcay sokak kapısını hızlıca örttü. Çıkmadan antredeki boy aynasına göz atmayı unutmamıştı.’ Evet, boy aynası. Boy aynası ve antrede. Ve kapıyı usulca kapatırken. Başta ‘Sevgi Soysal ile Son Röportaj’ın anlatıcısı, bütün roman kişileri de öylesi bir boy aynası önünde bir an, kıpkısa bir süre donup kalıyorlar. Bitimine doğru birdenbire sinema sanatının bazı olanaklarından yararlanan bu roman, bence, çağdaş romanımızın en güzel eserleri arasında, şimdiden!” (4)
Edebiyat dünyamızın erken kayıplarından olan Sevgi Soysal’ı Atilla Birkiye’nin bambaşka bir kurguyla ördüğü romanında bulmak yıllar önce okuduğum Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ne de götürdü beni. Ankara’nın Kızılay semtinde öğle vakti bir kavak ağacı devrilirken farklı hayatların birbirini teğet geçtiği anda sanki ben de o sokaktan geçip giden biriydim. Yıllar sonra isimsiz bir kahramanın bir ayna yansımasında da yer buldum sanki. Soysal’ın kavak metaforuyla okuyucuyu romanın içine alması gibi Atilla Birkiye’de ayna metaforuyla kim bilir kimleri yansıttı?
Kaynakça:
- Atilla Birkiye, Sevgi Soysal ile Son Röportaj, Literatür Yayınları, Nisan 2020,İstanbul
- Atilla Birkiye: “Roman, çoğunlukla önce bir düşünce olarak oluşuyor.”,Şerif Mehmet Uğurlu ile Söyleşi,Oggito,2020 (https://cdn.oggito.com/images/full/2020/4/atillabirkiye3.jpg)
- g.e
- Selim İleri, “Son Röportaj”,Milliyet Sanat@milliyet.com.tr, Nisan 2020